Aradan 32 yıl geçtikten sonra, o zamanki heyecanımın bugün de aynı olduğunu hissediyorum. Kaybetme duygusuna kapıldığımdaysa tazelemeye çalışıyorum o 20 yaşımın coşkusunu.
1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne girmiş, 1990’da Öğrenci Derneği üyeliğiyle politikleşmiş bir kişi olarak geçen 32 yılın neredeyse bütün yasaklı/yasaksız Newroz kutlamalarının içerisinde bulundum. İlk Newroz etkinliğimi hep tatlı bir anı olarak hatırlarım.
1990 yılında öğrenci gençlik hareketi içinde Kıvılcımlı geleneğini sahiplenen gençlik örgütüne katılmıştım. Örgütlenme aşamasında, örgütün “Kürdistan üzerine sömürge tespitleri” benimle paylaşılmış, bu konuda net tutum alınmasının gerekliliği ifade edilmişti.
Burada bir parantez açayım. Doğduğum köyde Kürtlerle yan yana olmadığımız için herhalde Kürt düşmanlığıyla büyütülmedim. Yani bizim toprak ağalarının çıkarına değecek ortak su kanallarımız, ortak otlaklarımız yoktu ki arada husumet gelişsin. 70’lerin devrimci atmosferinden etkilenen babam da özel bir yakınlık duyardı tanıdığı Kürtlere. Nasıl ki Cumhuriyet Gazetesi’ni 80’li yıllarda gizli gizli almak zorunda kaldıysa, 90’larda da mahallenin bakkalının -biraz da el altından- verdiği Özgür Gündem’i alan kızlarıyla duygudaşlık kurabiliyordu babam…
Gençlik yapıları içinde ideolojik/politik olarak en önemli ayrım noktasında karar vermem gerekiyordu. Kemalist bir zihin dünyasına hiç bulaşmamış olan ben, bu konuda ikirciksiz ikna oldum. Hayatım boyunca da bu seçimimdeki ikirciksiz duruşumu sürdürdüm. “Anti-faşist, anti-emperyalist, anti-cins ayrımcı ve anti-sömürgeci” ilkeleri savunan Dev-Genç/Direniş’e katılarak Boğaziçi Üniversitesi Öğrenci Derneği’nde başlayan politikleşme sürecimi daha ileriye taşımış oldum.
İstanbul’da o dönemde fakültelerde ve üniversitelerde var olan Öğrenci Dernekleri, seçtikleri temsilciler üzerinden bir araya gelip merkezi eylem/etkinlik kararları alıyordu. (Farklı illerde de benzeri süreçler gelişiyordu.)
1990 yılının Newroz kutlamaları için toplantı yapılmış fakat toplantıda ortak karara varılamamış, iki ayrı karar çıkmıştı. Aslında Türkiye devrimci hareketinin Kürt hareketine yaklaşımındaki ideolojik/politik ayrımların bir yansımasıydı toplantıda yaşanan bu ayrışma. Bir tarafta “Kürt gençliğiyle birlikte Newrozun kutlanmasının gerekli olduğunu” savunan gençlik örgütleri, diğer taraftaysa “milliyetçi buldukları Kürt hareketi ile yan yana gelmeme tavırlarından dolayı onlardan bağımsız Newroz etkinliği yapılmasını” savunanlar vardı. Buna ek olarak, devletin baskısının farklı olacağı eylem çizgilerinin de ayrışmalara sebep olduğunu söylemeliyim…
Kürt gençliğiyle birlikte gerçekleşecek Newroz etkinliğinin yeri İstanbul Üniversitesi, diğerininkiyse İstanbul Teknik Üniversitesi olarak belirlenmişti. Boğaziçi Üniversitesi Öğrenci Derneği Temsilcisi -aynı zamanda yoldaşım olan- Cem Tiryaki*, etkinliğin hazırlık çalışmaları nedeniyle dernek toplantısına katılamayacağından ayrışmanın yaşandığı merkezi toplantıda alınan kararları benim aktarmamı istedi. Ben nasıl dinlediysem, heyecandan mı, deneyimsizlikten mi bilemiyorum, aklımda kalanları aktardım toplantıda. Ayrımların idrakine henüz varmamışım ki, Cem’in -Dev-Genç/Direniş’i kastederek söylediği- “Biz İstanbul Üniversitesi’nde olacağız” sözünü akılda tutmuşum sadece. Dolayısıyla öğrenci derneklerinin ortak tutumu olarak “Newroz kutlaması İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşecek ve hepimiz orada olacağız” kararını ilettim derneğimize…
Ertesi sabah İstanbul Teknik Üniversitesi eyleminden habersiz (o zamanlar internet, cep telefonu, sosyal medya gibi şeyler yoktu…) bütün herkesle İstanbul Üniversitesi’ne gittik. Gider gitmez daha bir şey yapamadan polisin çok şiddetli saldırısıyla karşılaştık. Kendimizi İstanbul Üniversitesi’nin Süleymaniye tarafındaki sivri uçlu parmaklıklarının üzerinden birbirimize destek olarak aşağı atlarken bulduk. Oradaki bir turist kafilesinin, üniversite duvarının tepesinden ortalarına düşen kan ter içindeki biz öğrencilere şaşkınlıkla bakışını unutamıyorum…
Hemen sonrasında yapılan dernek toplantısında kıyametler koptu doğal olarak; ama sağ olsun Cem, uğradığı bütün eleştirilere rağmen bana karşı en ufak bir suçlayıcı tavır içine girmedi.
Aradan 32 yıl geçtikten sonra, o zamanki heyecanımın bugün de aynı olduğunu hissediyorum. Kaybetme duygusuna kapıldığımdaysa tazelemeye çalışıyorum o 20 yaşımın coşkusunu.
O günlerden bugüne farklı olansa, o dönem politik kurucu irade olmanın sorumlulukları omuzlarımızda yokken daha az stres yaşıyor, daha az gerilime giriyorduk. Gözaltındaysak, tatlı tatlı sevgilimizi düşünerek zamanı su gibi harcayabiliyorduk mesela. İşkenceli sorgu sırasında işkencecinin sorularına cevap vermek aklımızın kıyısından geçmezdi, bir başka yoldaşımızın canını acıtacak diye. Sonrasında o acılar da zafer kazanmanın edasıyla büyük bir mutluluğa ve gurura dönüşürdü…
2022 yılı Newrozunu bir yanıyla o dönemin coşkusu ve heyecanı ile karşıladım. Ama bir yanıyla da son yıllarda Newroz kutlamalarında yaşadığımız “halkın sokağa çıkmaktaki tereddüttü aşılabilir mi, kitlesel bir kutlama yapabilecek miyiz” kaygısını taşıdım. Çözüm sürecinin sona erdirilmesi, HDP’nin Haziran 2015 seçim başarısı üzerine Suruç ve Ankara’da IŞİD eliyle yapılan katliamlar, 1 Kasım seçimiyle beraber faşist baskının tırmandırılması ve OHAL uygulamalarıyla kitlesel buluşmalara set çekilmişti. Ama halkın biriken öfkesi nereye kadar bastırılabilirdi. 2022 Newrozunun kitlesel geçeceğine, son yılların yarattığı atıllığın aşılabileceğine yönelik beklentim ve umudum büyüktü.
32 yıl geçmiş katıldığım ilk Newroz kutlamasından 2022 Newrozuna. Bu yıl bir kortej içerisinde, onun bir neferi olarak katılamadım maalesef. Yaş 52, mücadelede 32 yıl, kendini yaşayamıyorsun eylem ve etkinliklerde; hep bir misyon yüklenme, hep bir sorumluluğu yerine getirme telaşı…
İstanbul bileşen örgütlerinin temsileri olarak sahnede yer alma görevini yerine getirmek üzere protokol sahasında bulunma… Gözlerin, sel gibi akan kortejlerde; gözlerin, soğuğa, rüzgâra rağmen meydanda toplanan on binlerde…
İstanbul günler öncesinden Newroz telaşına bürünmüştü. Büyük alt üstlüklere gebe bu dönemde Newroz, Kürt halkının, emekçilerin, kadınların, kendilerinden yana bir geleceği birlikte kurma iradelerinin göstergesi olacaktı. 8 Mart’tan alınan güç Newroz’la büyütülecek, 1 Mayıs’a taşınacaktı. Miting komitesi içerikten tekniğe tüm hazırlıklara günler öncesinden başladı. Soğuğa, kara, fırtınaya rağmen mitingi gerçekleştirme yönündeki ısrar ve çaba çok değerliydi.
Ama bırakmıyor ki zihnim, günün bu heyecanını yaşayayım. Hep bir gidişata dair kaygılar…
İstiyorsun ki bu büyük kitle coşku duysun, sahneden onların duygularının tercümanı olan sesler, sözler yükselsin.
İstanbul Newrozuna yönelik harcanan çabanın, emeğin hakkını vererek eksik olanı dile getirmek sonraya dair ön açıcı olacaktır. Kitlesellik, heyecan, umut vardı meydanı dolduran halkımızda. Sahne müzikleri ve sunum bu coşkuyu büyütmeliydi. Banttan verilen müzikler içinde halay parçaları bile yoktu. Hunermend Huriye çok değerli ve sesi büyüleyici bir sanatçı; ama sahne almak için yanlış zaman, yanlış yer… O güzel ağıtlarını orada seslendirmesi enerjiyi düşürdü. Umuda, kazanmaya yönelik şarkılarımız, hem banttan hem de canlı olarak sunulmalıydı. Bu sorun bir sonraki Newrozda yaşanmaz muhtemelen ama konuşmaların uzunluğu ne gelecek yıl ne de sonraki yıllarda çözülecek gibi değil… Bu konuda yalnızca kadın hareketi güven veriyor. 1 Mayıs mitinglerine ve Newrozlara katılanların, baştan bu duruma hazırlıklı olarak gelmeleri gerekiyor.
Neyse, biz asıl halkın büyüyen coşkusuna, kazanma umuduna bakalım ve son sözü değerli şair Adnan Yücel’e bırakalım:
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
*Cem Tiryaki: Kod adı Şeker’di. Çok sevilen, esprili, enerjik, hayat dolu olduğu için Şeker adını vermiştik ona. Geçtiğimiz yıl kaybettik. Anısına saygıyla…