Avrupa, onlarca yıldır Türk devletinin “operasyon alanı” olarak kullanılıyor. Çok sayıda muhalif ve devrimci Türk devletinin hedefi oldu.
Kuşkusuz bu kirli faaliyetlerin uzun bir öyküsü var. Türk devletinin kuruluş sürecine kadar dayanıyor. Soykırımcı Enver Paşa’ya bağlı olarak kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, bugünkü karanlık yapıların altyapısını oluşturuyor. İsimler değişti ancak yöntemler ve zihniyet aynı kaldı. Hem yurt içinde hem yurt dışında oluşturulan baskı ve suç aygıtları ile muhalifler susturulmaya, yok edilmeye çalışıldı. Teşkilat-ı Mahsusa, hapishanelerden salıverilen suçlulardan oluşan çeteler ve mafya ile simbiyotik bir ilişki kurdu. Yurt içi ve yurt dışında karşı-istihbarat faaliyetleri ve suikastlarda bulundu. Bu yap,ı seri bir suç makinesine dönüşerek organize ettiği Ermeni Soykırımı ile tarihin en ağır suçlarından birini işledi. Aynı ilişki biçimleri bugün de en canlı haliyle kendisini gösteriyor.
Teşkilat-ı Mahsusa’dan sonra farklı isimlerle istihbarat örgütleri kuruldu. Son biçimlenmiş hali 1965’te kurulan Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) oldu. Aynı devlet kurgusu, polis-asker-çete üçgeninde çok sayıda karanlık suç aygıtı oluşturdu. Hepsinin siyasetçilerle, patronlarla, hakim ve savcılarla, medya ya da spor ve sanat camiasıyla geniş bağlantıları vardı.
Kurulan yapılardan biri Kürtlere karşı harekete geçirilen JİTEM’di. Diğer adıyla Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele, özellikle 1996’daki Susurluk kazasıyla deşifre oldu. İsveç’e 2003 yılında sığınan JİTEM’in eski elemanı Abdülkadir Aygan’ın da bu yapıya ilişkin önemli itirafları oldu. Aygan, onlarca işkence seansı, yargısız infaz, cesetlerin yok edilmesi gibi suçlara karıştığını anlattı. İtirafları ardından 2009’da bir toplu mezar ortaya çıkarıldı.
Susurluk kazası, JİTEM’in devlet-mafya ilişkisi, siyasetçiler ve paramiliter gruplar arasındaki ilişkileri ortaya koymakla birlikte, devletin yurtdışındaki operasyonları hakkında da bilgi veriyordu. JİTEM’e mal edilen şüpheli kazada ölen Abdullah Çatlı, devlet ajanı, kontrgerilla, mafya babası ve ırkçı-tetikçi yapılanma Ülkücü Hareket üyesiydi. Türk milliyetçileri için bir “kahraman”dı.
Daha sonra tüm Türkiye’nin gündemine giren Ergenekon davası ile birlikte Susurluk kazası bir kez daha görünür oldu. Böylece bu karanlık yapının yurt dışındaki “operasyonları” da deşifre oldu. Derin devlet ya da Türk Gladyosu olarak ifade edilen Ergenekon, iktidar savaşı sonucu dava konusu olmuştu. Kemalist karakterli Ergenekon ile siyasal İslamcı hükümetin iktidar savaşında, Susurluk dosyası da Ergenekon davası dosyasında yer aldı. 2008 yılında sızan bilgiler Abdullah Çatlı isimli ajanın, askeri darbenin şefi Kenan Evren tarafından 1980’li yıllarda özellikle Fransa’daki Ermenilere karşı görevlendirildiğini gösteriyordu. Susurluk raporuna göre, cinayetler ve bombalı saldırılar 22 Ekim 1983’te Abdullah Çatlı ile dönemin yetkililer arasındaki bir temasın ardından başladı. 80’li yıllarda Fransa topraklarında çok sayıda suç işlendi. Ancak Çatlı, Fransa’da işlediği siyasi cinayetlerden değil, 1984 yılında kez uyuşturucu trafiğinden tutuklanarak Paris’teki Santé cezaevine konuldu. İsviçre’ye gönderilen Çatlı, şüpheli bir şekilde 1990’da cezaevinden kaçtı.
DEVLET-SİYASET-MAFYA İLİŞKİSİ
Susurluk kazası ardından dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, baskılar üzerine devlet-siyaset-mafya ilişkisinin araştırılarak bir rapor hazırlanmasını istedi. Başbakanlık Müsteşarı Kutlu Savaş’ın hazırladığı raporda, mafya ve milliyetçi yapıların MİT’in bilgisi dahilinde devlet bütçesinden ödenekler alınarak yurt dışında devlet adına cinayetler işlediği belgeleniyordu.
Raporun ardından İstanbul’da açılan bir davada eski Kontr-Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür verdiği ifadesinde devlet-mafya ilişkisini kabul ederken, “Gerek Ermeni-ASALA faaliyetleri sırasında, gerekse PKK faaliyetleri ile ilgili yurt dışı çalışmalarda ihtiyacımız vardı. Normal adamlara yaptırmak mümkün değil. Vurucu adamlara ihtiyacımız var” diyordu.
MİT YÖNETİCİLERİNİN İTİRAFLARI
Eymür’ün ifadelerinde MİT elemanı Hiram Abbas ile mafya lideri Alaattin Çakıcı’nın birlikte Beyrut’ta Ermenileri öldürdüğünü, Çakıcı’nın 28 Nisan 1988’de Yunanistan’ın başkenti Atina’da ASALA’nın kurucularından Agop Agopyan’ı öldürdüğünü de itiraf ediyordu.
Eymür’ün ifadelerine göre ayrıca yurtdışındaki cinayetleri yürüten organizasyon içerisinde Adalet ve İçişleri Bakanlığı görevlerini yapan Mehmet Ağar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesindeki Özel Kuvvetler Komutanı Korkut Eken ve 13 Mayıs 1981’de Papa II. Jean-Paul’e Roma’da suikast düzenleyen Mehmet Ali Ağca gibi isimler de vardı.
AVRUPA’DA SUİKASTLERİ CESARETLENDİREN KRİMİNALİZASYON POLİTİKASI
Kürt özgürlük hareketini hedef alan suikastlar ve suikast planları ise 1980’li yılların başlarında yeni bir konsept olarak devreye konuldu. Türk devletinin bu planlarını cesaretlendiren ise Avrupa devletlerinin Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) terörize etme kararları oldu. 1985 yılında Almanya PKK’yi “terörist örgüt” ilan eden ilk devlet oldu. Bir yıl sonra 28 Şubat 1986’da dönemin İsveç Başbakanı Olof Palme, eşiyle sinemadan yaya dönerken katledildi.
Bu infaz kasıtlı bir şekilde PKK’nin üzerine yıkılmaya çalışıldı. Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesi de bu cinayet gerekçe gösterilerek tüm dünyada kriminalize edilmeye çalışıldı. Kürtlere karşı adeta bir cadı avı başlatıldı. Oysa Palme’nin derin bir komplonun kurbanı olduğu açıktı. Kürt hareketi başından beri Gladyo ve birçok gizli servisi sorumlu tutuyordu.
Bu davaya ilişkin temel zanlı ölünce, 34 yıl sonra dosya kapatılarak PKK’nin Palme cinayetiyle ilgisinin olmadığı itiraf edildi. Kürtler halen bu acımasız ve haksız suçlama nedeniyle İsveç hükümetinden özür bekliyor.
DANİMARKA’DA KÜRT YÖNETİCİYE SUİKAST
Bu sürecin bir sonucu olarak 1990’lı yılların başlarından itibaren suikast timleri yeniden Avrupa’ya gönderilmeye başlandı. 1978 yılında Danimarka’ya göç eden ve 1992’de Kürt Dernekleri Federasyonu Başkanı olan İmdat Yılmaz, iki yıl sonra 1994’te MİT tarafından organize edilen bir suikasta maruz kaldı. Yılmaz, 7 Şubat’ta evinden çıkarken saldırıya uğradı. Saldırgan, tabancasındaki tüm mermileri Yılmaz’ın vücuduna boşaltmıştı. Danimarka polisi, hedef şaşırtarak Kürt derneğini bastı ve Kürtleri gözaltına aldı. Polis ve Danimarka basını “PKK içi çatışma” olduğunu iddia etti. Yaralı olarak kurtulan Yılmaz’a da suikastın PKK tarafından gerçekleştirildiğini söylemesi için polis tarafından baskı uygulandı. Yılmaz, suikastın Türk istihbaratının işi olduğunu açık bir dille ifade etti. Ciddi bir soruşturma yürütülmeden dosya kapatıldı. Oysa Danimarka istihbarat servisi PET, saldırının failini tanıyordu. Saldırgan, Kopenhag’daki “Irak Türkleri Kültür Derneği”ne sık sık giden, Türk diplomat pasaportu taşıyan Sabah Ketene’ydi.
Milliyetçi Türk gazeteci Emin Çölaşan, 11 Haziran 2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki makalesinde Ketene’yi “kahraman” olarak görüyordu. Çölaşan, “kahramanı” Sabah Ketene’nin Danimarka’daki suikastı nasıl gerçekleştirdiğini anlatırken, Ketene’nin bir devlet görevlisi sıfatıyla bu saldırıyı düzenlediğine dikkat çekiyordu. Çölaşan, yıllar sonra 2 Temmuz 2019 tarihli Sözcü gazetesinde bu kez “Türkmen Kahraman” başlığı altında MİT elemanı Sabah Ketene’yi övüyordu. Çölaşan Ketene’nin kendisi ile ölmeden önce görüştüğünü yazarken, şöyle diyordu: “MİT’çi idi ve özellikle yurt dışında epeyce işler yapmıştı. Hem istihbaratçı hem de vurucu kırıcı ekiplerden birinin lideri idi.”
Çölaşan’ın kaynağı Ketene, Danimarka’daki suikastı şöyle anlatıyordu: “Bize bir ülkede görev verilince ayrı ayrı gidip orada birleşiriz. Bir Batı Avrupa ülkesinin başkentinde önemli bir PKK’lının yaşadığı apartmanı bastık. Asansörün önünde kıstırdık, en az 10 kurşun yedi. Ölmüştür diye bırakıp gittik. Fakat adam yedi canlıymış. Altı ay hastanede yoğun bakımda kaldı ve sonunda düzelip çıktı. Onu bitiremedik ama bundan sonra işe yaramaz.”
MİT AJANI: ATİNA’DA BOMBALAR PATLATTIK
Çölaşan’ın makalesinden Sabah Ketene’nin Avrupa’daki suçlarının kabarık olduğu anlaşılıyordu. Ketene, Çölaşan’a şunları anlatıyordu: “Biz de ekipler kurduk, örgütlendik ve hem Yunan adalarında hem de anakarada onların ormanlarını yakmaya başladık. Güzelim ormanları kül oldu… Ayrıca bazı turistik bölgelerinde bombalar patladı! Atina Pire metrosunda bile birkaç bomba patlattık…”
Federal Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Hewlêr’de (Erbil) de PKK’ye yönelik bombalı saldırı yaptığını anlatan Ketene, Nisan 2006’da Federal Kürdistan Bölgesi’nde silahlı bir eylem sonucu öldürüldü.
ERDOĞAN’LI DEVLETİN AVRUPA’DAKİ SUİKAST FAALİYETLERİ
Kemalizmden Recep Tayyip Erdoğan dönemine geçişte yaşanan iktidar savaşı ve yeniden ortaklıklar, yeni paramiliter yapıları ortaya çıkardı. Özellikle yurtdışında istihbarat, kaçırma ve suikast faaliyetleri yoğunlaştırıldı. Artık devletle bağlantılı “Türk” ve “Müslüman” karakterli tüm yapılar, istihbarat dairesi gibi çalışmaya başladı. Camiler, imamlar, müritler, milliyetçiler, dernekler, gazeteciler, siyasetçiler, büyükelçiler ve daha fazlası bu istihbarat ağının parçası haline geldi.
Erdoğanlı iktidarın yurtdışındaki ilk büyük saldırısı, 9 Ocak 2013’te Paris’te gerçekleşti. PKK’nin kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan ve Kürt gençlik hareketi üyesi Leyla Şaylemez, MİT tarafından organize edilen bir saldırı ile katledildiler. Yürütülen soruşturmada tüm izler, talimatın Ankara’dan geldiğini gösteriyordu.
YENİ PARAMİLİTER SUÇ AYGITI: SADAT
Sonraki yıllarda hem içeride hem dışarıda Kürtler ve tüm muhalif seslere karşı saldırılar tırmandı. Yeni paramiliter yapılar devreye girdi. Artık yargı, polis, meclis, medya, asker bir bütün olarak iktidarın emrine girdi. Öne çıkan yeni isim SADAT oldu. İçeride bir tehdit ve baskı unsuru olarak paramiliter bir örgütlenmeye giden SADAT, dış operasyonlar için de görevlendirildi.
Belçika’da Kürt yöneticilere ve Avusturya’da politikacı Berivan Aslan’a yönelik suikast girişimlerinde SADAT’ın adı geçiyor. Kısa adı SADAT olan Uluslararası Savunma Danışmanlık Şirketi’nin başındaki Adnan Tanrıverdi, Belçika’daki suikast girişiminden bir süre sonra 2018’de Erdoğan ile birlikte Paris’i ziyaret etti. Resmi heyette ismi geçmiyordu. Bu ziyaret sırasında ne tür görüşmeler yaptığı ne konuşulduğu ya da herhangi bir anlaşma yapılıp yapılmadığı bilinmiyor.
Belçika’da yürütülen soruşturmada ortaya çıkan bilgiler de suikast timinin SADAT ile ilişkilerini ele veriyor. Suikast timi üyelerinin Adnan Tanrıverdi ile çekilmiş fotoğrafları dosyada yer alıyor. Brüksel’deki dava bu karanlık yapıların deşifre edilmesi ve adalet önünde mahkum edilmesi son derece önemli görülüyor. Karanlık olarak ifade ettiğimiz bu yapılar, aynı zamanda Türk devletinin kuruluşundan bu yana gerçek karakterini ortaya koyuyor.
Peki kim bu Tanrıverdi ve yönetimindeki SADAT?
Tanrıverdi, Erdoğan’ın kişisel danışmanlığını yapmış biri. 30 yıl boyunca Genelkurmay Özel Harp Daire Başkanlığı ve KKTC Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı gibi görevlerde bulunmuş eski bir asker. Kara Harp Akademisi’nde dersler de veren Tanrıverdi’nin öğrencisi olan isimler arasında 15 Temmuz’da Genelkurmay Başkanı olan şimdiki Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da var. Erdoğan ile ilişkileri en az 1994’e dayanıyor. Aralarındaki ilişki 28 Şubat döneminden sonra yoğunlaştı, 15 Temmuz 2016’daki “darbe teşebbüsünden” sonra da yeni bir boyut kazandı. Nitekim bu tarihten sonra Tanrıverdi, Erdoğan’ın isteği ile güvenlik konularında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak görev yapmaya başladı. Devletin en tepesindeki güvenlik zirvelerine katılmaya başladı.
Aralık 2019’da İstanbul’da düzenlenen 3. Uluslararası İslam Birliği Kongresi’ne katılarak “Mehdi’nin gelişine hazırlanmamız gerekiyor” şeklindeki açıklaması ile de dikkat çeken Tanrıverdi, tepkiler üzerine 8 Ocak 2020’de hem başdanışmanlık hem de Güvenlik ve Dış Politika Kurul Üyeliği görevlerinden istifa etti.
Kuruculuğunu yaptığı SADAT, resmi olarak kaydını 28 Şubat 2012’de yaptı. O dönem emekli 23 subay ve astsubay vardı. Bugün 22 Müslüman ülkede, özellikle Trablus hükümeti nezdinde 64 danışmanı olduğu belirtiliyor. Suriye’deki silahlı grupların eğitimine doğrudan katılan SADAT, Türk askeri kamplarına rahatça girebiliyor. 2016-2017 ile 2018’de Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı adlı işgal operasyonlarında silahlı çete gruplarına danışmanlık yaptı. Dış operasyonlarda kullanılan bu güç, ülke içerisinde de silahlı politik bir milis olarak kullanılıyor. Özellikle Tokat ve Konya’da kamplarının olduğu iddia ediliyor. Ortaya çıkan bazı bilgiler dışında SADAT’ın gerçek faaliyetleri gizli tutuluyor.
SADAT’ın özellikle Müslüman ülkelerin hükümetlerinin güvenliği için çalıştığı iddia ediliyor. Ayrıca söz konusu hükümetler ile Türk savunma sanayisi arasında arabuluculuk da yapan SADAT, piyadeler, özel kuvvetler, deniz kuvvetleri ve hava kuvvetlerine yönelik eğitimler de veriyor. Yeni bir Türk Gladyosu olarak da değerlendirilen SADAT, ülke içinde ve ülke dışında operasyonları yönetiyor. Diğer bir ifadeyle, MİT’in yurt içi ve yurtdışındaki paralel yapısı gibi hareket ediyor.
Nitekim Erdoğan rejimi paramiliter yapıları ile Avrupa’daki muhalifler üzerinde tehditlerini arttırdı. Artık sadece Kürtler değil, aktif olan tüm muhalif sesler hedef haline geliyor.
SADAT, Eylül 2021’de Fransız Le Point dergisinde yayınlanan bir haberde de karşımıza çıkıyor. Haberin konusu Berivan Aslan’a yönelik suikast girişimi. Görüşlerine başvurulan kişi ise suikast için görevlendirilen Feyyaz Öztürk.
MİT ajanı olduğu ortaya çıkan Feyyaz Öztürk, suikast girişimini itiraf etse de Avusturya tarafından tutuklanmak yerine vatandaşı olduğu İtalya’ya sınır dışı edildi. Sicilya Adası’nda yaşıyor.
Le Point dergisinden gazeteci Guillaume Perrier’ye konuşan Öztürk, 2018 yılında MİT adına hareket eden gizli bir hücrenin kendisiyle temasa geçtiğini, Ağustos 2020’de Belgrad’da bir dernekte toplantı yaptıklarını ve “Uğur” adında birinin ona “Viyanalı politikacı Berivan Aslan’ı kaos öldürmesi” görevini verdiğini söyledi.
Öztürk, Eylül 2020’de Avusturya istihbarat servisi BTV’ye de giderek gizli Türk hücresi tarafından kendisine verilen görevi detaylı olarak itiraf etmişti. Suikast girişimine katılmak ve suç örgütleriyle ilişki kurmak gibi suçlardan hakkında soruşturma açıldı, üç ay sonra da aniden serbest bırakıldı.
Öztürk, Le Point dergisine yaptığı itiraflarında özellikle SADAT’ın rolüne dikkat çekiyordu: “15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından vatana ihanetle suçlanan binlerce istihbarat ajanı tasfiye edildi. Boşluğu doldurmak için devlet milliyetçi hücrelere veya paramiliter gruplara bel bağladı. İslamcı bir general tarafından kurulan özel güvenlik şirketi SADAT, böylece MİT’in yurt dışındaki operasyonlarında ana yüklenicilerden biri haline geldi.”
Öztürk’ün itiraflarında da Fransa yine öne çıkıyor. Fransa, son onlarca yıl içerisinde özellikle Türk istihbarat teşkilatı tarafından operasyon alanı olarak kullanıldı. Öztürk, “Fransa’da Çin Mahallesi’nin ortasında, Choisy’de bir apartman dairesindeki MİT sığınağında yaşadım” diyordu.
ESKİ BİR NATO GÖREVLİSİ: SADAT OPERASYONA HAZIRLIK YAPIYOR
SADAT’ın son yıllarda Avrupa’da artan faaliyetleri hem Avrupalı yetkililer hem de büyük medya organları tarafından görmezden gelinse de medyaya yansıyan kısmi bilgiler bile tehlikenin büyük olduğuna işaret ediyor. Nitekim Kasım 2018’de ABD merkezli HuffPost’a konuşan NATO’da görevli eski subay Cafer Topkaya, SADAT’ın Almanya’da operasyonlar yapmaya hazırlandığı konusunda uyardı. Türkiye’de 15 Temmuz 2016 günü gerçekleşen darbe girişiminin ardından Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’nun Brüksel’deki merkezinde görevli olan Binbaşı Cafer Topkaya da tutuklanmıştı. 1,5 yıla yakın cezaevinde kaldıktan sonra şartlı serbest bırakılan Topkaya, tahliye edildikten sonra yurt dışına kaçmıştı.
MİT’in Kosova ve Afrika’da yaptığı kaçırma operasyonlarının benzerini batı Avrupa ülkelerinde de yapabileceğini söyleyen Topkaya, bunun için Erdoğan iktidarının silahlı milis gücü olan SADAT’ı kullanacağını aktardı. Sadat’ın o dönem Türkiye’de en fazla gücü olan silahlı grup olduğuna dikkat çeken Topkaya devamla şu bilgileri verdi:
“Ordu içindeki bir arkadaşım bana SADAT’ın Avrupa’da muhaliflere yönelik operasyon girişiminde bulunduğunu aktardı. Arkadaşım, ordu içindeki güvenilir bir kaynak. Ayrıca Sadat’ın Anadolu Ajansı (AA) üzerinden Avrupa’daki uyuyan hücrelerine mesaj gönderdiğini de aktardı.”