Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşın ardından sosyalist hareketten yapılan açıklamalarda NATO’nun ve NATO üyesi Türkiye’nin bu savaşa ortam hazırlayan rolü ile Rusya’nın askeri müdahale siyaseti eleştirildi, AKP iktidarının savaşa zemin hazırlayan politikalarının Türkiye ve bölge halklarının çıkarları aleyhine olduğu belirtilerek emperyalizm işbirlikçisi, savaş kışkırtıcısı işbirlikçi politikaların terk edilmesi ve Türkiye’yi bu savaşa dahil edecek adımlardan uzak durulması istendi.
Emperyalist ve gerici paylaşım savaşlarına hayır
ABD emperyalizmi ve NATO’nun eski Sovyet topraklarına doğru izlediği yayılmacı çizgi ile bunun karşısında bölgesel hegemonyasını korumak isteyen Rusya uzun zamandır bölge halklarının çıkarlarını ve iradesini hiçe sayan gerici bir mücadele içindeydi. Bu gerici çekişme Ukrayna üzerinde yoğunlaştı ve bu sabah itibari ile açık savaşa dönüştü. Uzun zamandır bölgeye yaptıkları silah yığınakları, karşılıklı kışkırtıcı politikalar ile savaş ortamını hazırlayanlar nihayet başardılar.
Neoliberal kapitalist politikaların tıkandığı, ekonomik krizin küresel çapta yaşandığı bir dönemin içindeyiz. Bu dönemin emperyalist politikalarının temel hedefi, yaşadıkları krizi aşmak için sömürgecilik ve bağımlılık ilişkilerini derinleştirmek, bu doğrultuda gerekiyorsa bölgesel savaşlar çıkarmaktır.
Emperyalistler ve bölgesel gericilik Doğu Avrupa’nın yeniden dizaynında Ukrayna savaşını bir nirengi noktası olarak değerlendirmek istiyor. Bölgeyle ilişkili bütün güçler bu savaşla saflarını netleştirmeye çağrılıyor. Dolayısıyla bu gelişme basitçe Rusya ve ABD çatışması değil, NATO ittifakı içi gerilimleri ve Rus yayılmacılığını da barındıran emperyalist-kapitalist sistem içi bir çatışma olarak ortaya çıkmaktadır.
Son yıllarda emperyalist kapitalist sistemin büyük güçleri arasındaki gerilimlerde salınarak aradan pay kapmaya çalışan ve ülkemizin başını beladan eksik etmeyen AKP iktidarı, emperyalist sömürgeciliğin hegemonya piramidinin basamaklarında yükselme hayalleriyle doğu Avrupa krizine de balıklama atlamıştır.
Yaşanan gerici bir paylaşım-hegemonya savaşıdır ve dünya halklarının çıkarına değildir. Bu savaşın tarafı olmakta ülkemizin bir çıkarı yoktur. Bütün bu savaş ortamının yaratılmasında AKP iktidarı doğrudan NATO ittifakındaki emperyalist güçlerin aktif unsuru olarak yer almıştır.
NATO’nun genişleme siyasetinin ve emperyalist işgallerin askeri, ekonomik, diplomatik taşeronluğu siyasetine son verilmelidir.
İlerici, barıştan yana güçlere ve yoksul halklara sesleniyoruz: Bu gerici savaşın tarafı olmayalım. Zaten ekonomik kriz ve yoksullukla boğuşurken, bu savaş dertlerimizin katmerleşmesinden başka bir sonuç getirmeyecektir.
SAVAŞA HAYIR
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
KAHROLSUN EMPERYALİZM
HALKEVLERİ
TİP: “Rusya’nın saldırısına da NATO’nun genişlemesine de dur diyoruz”
Askeri çözüm arayışlarına, saldırganlığa, emperyalist ve yayılmacı girişimlere karşı olduğunu belirten Türkiye İşçi Partisi (TİP), “Ülkemizde, ateşe benzin dökmek isteyenler, silahlanma yarışının parçası olmayı hedefleyenler, çatışmadan medet umanlar olduğunu açık. Oysa çözüm kapsamlı müzakereler ve barıştadır” dedi.
TİP’in açıklamasında, Türkiye’nin herhangi bir taraftan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ihlali anlamına gelecek tüm talepler reddetmesi gerektiği vurgulanarak, “İstikrarsız ve ateş hattındaki bir bölgede savaşı ve silahlanmayı desteklemek halkımızın çıkarlarına değildir. Türkiye barışın tarafı olmalı, bunun için gerekli girişimleri başlatmalıdır” denildi.
Emperyalist Müdahaleye ve Savaşa Karşı Duracağız
Dünya bir kez daha emperyalist emeller peşinde, ekonomik çıkarlar uğruna, büyük devlet iddialarını kanıtlamak hevesiyle korkunç bir savaşın eşiğinde. Öncelikle vurgulayalım, bu savaşın başta Ukrayna halkı, Rusya’ya da Avrupa’ya da tüm bölge ülkelerine de bedeli çok ağır olacaktır.
Rusya’nın, SSCB’nin dağılması sürecinde Almanya’nın birleşmesine ses çıkarmaması, Kızıl Ordu birliklerinin Doğu Avrupa’dan çekilmesi karşılığı ABD de NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği garantisini vermişti. Bilindiği gibi bu sözde durulmadı, NATO genişlemeci hamlelerle Doğu Avrupa ülkelerini birer birer bünyesine kattı. 2014’te ise ABD destekli bir darbe ile Ukrayna’nın seçilmiş cumhurbaşkanı devrildi. Ülke fiilen ABD-AB destekli batı ve Rusça konuşanların ağırlıkta bulunduğu doğudaki Donbas bölgesi arasında bölünmüş oldu. Ukrayna halkı IMF kemer sıkma politikalarının boyunduruğunda, kaynaklarını dış borç ödemeleriyle tüketerek, sürekli bir çatışma ortamı içerisinde yoksulluk ve sefaletin pençesine düştü.
2022 yılının girişiyle birlikte ABD, Afganistan’daki fiyaskonun izlerini silmek, önü alınamayan COVID salgınını hasır altı etmek, Demokratik Parti ve Biden’in düşen popülaritesini Kasım 2022 ara seçimleri öncesi canlandırmak gibi nedenlerle Ukrayna sorununu kaşımaya başladı. ABD’nin savaş kışkırtıcılığının altında yatan bir diğer neden ise ABD’nin Baltık denizinin altından geçecek Rus doğalgazını Almanya’ya ulaştıracak Kuzey Akım 2 projesini baltalama isteği. Çünkü bu projenin Rusya ile AB’nin ekonomik entegrasyonunu perçinlemesi, kolektif emperyalizmin lideri ABD’yi aradan çıkarması sakıncalı bulunuyor.
İşte bu nedenlerle ABD bir anda Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin eli kulağında olduğu propagandasını yaymaya başladı. Donbas bölgesinde arka arkaya provokatif olaylar patlak verdi, Ukrayna ordusu doğuda kışkırtıcı faaliyetlere girişti.
Putin de bu durumdan pek şikayetçi görünmüyor. Çünkü ABD’nin Rusya’yı doğrudan karşısına alıp Soğuk Savaş dönemindeki gibi büyük devlet statüsüne oturtması ülke içerisinde Rus milliyetçiliği propagandası yapması, toplumsal muhalefetin sesini kısmasının koşullarını yaratıyor. Kısa vadede petrol, doğalgaz ve diğer hammadde fiyatlarındaki yükseliş de işine geliyor. Nitekim dün Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerini tanıdığını ilan etmesi ve sınırda askeri harekata girişmesi ABD’nin savaş davetini resmen kabul etmesi anlamına geliyor.
Halbuki Ukrayna’nın çıkarı bağımsız, egemen ve tarafsız bir ülke olarak toprak bütünlüğünün korunmasından geçiyor. Donbas bölgesindeki Rusça konuşan halkın kültürel özerkliğinin kabul edilmesi, can ve mal güvenliğinin garanti altına alınması da hayati önem taşıyor. ABD ve NATO, Ukrayna’dan ellerini çektiğini açıklamalı, ülkeye silah ve mühimmat sevkinden bir an önce vazgeçmelidir. Putin de Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesini bile tanımayan, Ukrayna ve Belarus’u Rusya’ya katmayı meşru gören aşırı şoven tarih okumalarını terk etmeli Ukrayna’nın kayıtsız şartsız bağımsızlığını tanıdığını teyit etmelidir.
2014’te Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı gözetiminde imzalanan Minsk Protokolü çözüm için elverişli çerçeveyi sunuyor. Tüm taraflar bu protokole sadık kalacağını ilan etmelidir. Karşılıklı uygulanarak ekonomik yaptırımlar, Ukrayna halkına daha fazla ekonomik darbe vuracağı gibi, Rusya’ya da Almanya ve Fransa dahil AB ülkelerine de büyük maliyetler getirecektir. Bu felaketten bir an önce dönülmelidir.
Emperyalizm bir kez daha dünya halklarına acılar yaşatıyor, büyük güçler arasındaki çekişme insanlığa ağır bedeller ödetiyor. AKP iktidarı emperyalist müdahalenin parçası olma hevesinden, ABD ve NATO’nun dümen suyunda ülkeyi yeni felaketlere götürecek her tür hamleden vaz geçmelidir. SOL Parti anti emperyalist, savaş karşıtı tutumuyla Ukrayna’da ve bölgede kan dökülmesini önlemek, savaş karşıtlarını seferber etmek için bütün gücüyle mücadele edecektir.
TÖP: “Emperyalist paylaşım savaşına karşı halkların barışını savunalım”
Toplumsal Özgürlük Partisi’nden yayımlanan açıklamada emperyalist güçlerin paylaşım savaşının kapitalizmin derinleşen krizi tarafından şiddetlendirildiğine dikkat çekilerek, savaşa karşı halkların barışını savunmanın hayati önem taşıdığı belirtildi.
EMEP: Emperyalist savaşa karşı barışın sesini yükseltelim!
Emperyalist savaş tehdidinin sadece bombaların patladığı coğrafyayı değil, bütün dünya halklarını tehdit ettiğine dikkat çeken EMEP, “Bu savaş haklı bir savaş olmadığı gibi halkların savaşı da değildir. Bu savaş pandemi ve ekonomik kriz sürecinde enerji şirketlerinin, kapitalistlerin, silah tekellerinin ve emperyalistlerin barbarlık savaşıdır. İşçi sınıfı, emekçiler ve halkların yapması gereken şey; her yerde savaşa karşı tepki göstermek, emperyalist politikalara karşı barışın sesini yükseltmektir. Bekleyemeyiz, izleyemeyiz!” dedi.
EMEP’in açıklamasında emekçiler ve bütün halk savaşa karşı tutum almaya çağrılırken “Tırmanan gerilim ve savaş karşısında Türkiye’nin güvencesi NATO olamaz. NATO emperyalist bir savaş örgütüdür. Türkiye NATO’dan çıkmalı, emperyalist savaşlarda Türkiye’yi taraf yapan tüm anlaşmalar iptal edilmelidir” denildi.
SODAP: “Emekçi halklar emperyalizmden bağımsız bir gelecek ufku ile birleşmedikçe…”
Rusya’nın saldırısıyla başlayan Ukrayna savaşının Rus oligarklar, Batılı emperyalistler ve Ukraynalı neo-nazilerin iktidar ve talan amaçlı mücadelelerinin bir yansıması olduğunu söyleyen Sosyalist Dayanışma Platformu, “Çok kutupluluk” olarak tanımladığı mevcut uluslararası tablonun, emekçi halklar emperyalizmlerden bağımsız bir örgütlenme ve gelecek ufku arkasında birleşmedikçe son 30 yıldan daha iyi bir dünya yaratmayacağını vurguladı.
SMF: “Emperyalist savaşlara geçit vermeyelim!”
“Ukrayna’ya karşı bağımsızlığını ilan eden Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerine karşı Ukrayna’nın NATO destekli tanımama ve saldırı politikası, Rusya emperyalizminin Karadeniz’e doğru yayılmacı politikasıyla birlikte bir savaşa dönüşmüş durumdadır” diyen Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), bu savaşta en büyük bedeli emekçilerin ödeyeceğini belirterek “Emperyalist savaşlara, sömürgeciliğe, işgale ve ilhaka karşı çıkmak; emekçi ve ezilen halkların enternasyonal mücadelesini büyütmek dışında bir seçeneğimiz bulunmamaktadır” dedi.
SMF açıklamasında “ABD öncülüğündeki NATO coğrafyamız, bölgemiz başta olmak üzere tüm dünya için en büyük ve başlıca tehdittir. NATO yayılmacılığı ve savaş politikasına geçit verilmemelidir. NATO’ya karşı mücadele birinci dereceden sorumluluğumuzken, Rusya emperyalizminin bölgedeki yayılmacılığına, işgal, ilhak politikasına ve saldırganlığına karşı mücadele de ertelenemez bir görevdir” denildi.
TKP: “NATO’ya; burjuvazinin ve emperyalist işbirlikçilerinin planlarına; ırkçılık ve milliyetçiliğe karşı safları sıklaştıralım”
Türkiye Komünist Partisi ve Yunanistan Komünist Partisi, iki ülkenin NATO’ya katılışının 70. yılı dolayısıyla ortak bir açıklama yayımlandı.
Türkiye Komünist Partisi ve Yunanistan Komünist Partisi (KKE) iki ülkenin NATO’ya katılışının 70. yılında yaptıkları ortak açıklamada, „Emperyalizme karşı ortak mücadelemizi sağlamlaştırıyoruz“ ifadesini kullandı.
Açıklama şöyle:
Emperyalist savaşlara, NATO’ya ve planlarına, kapitalist barbarlığa karşı ve sosyalist-komünist bir toplum için yürüttüğümüz ortak mücadelemizi sağlamlaştırıyoruz
Bundan yetmiş yıl önce Yunanistan ve Türkiye, ABD ve onun Batı Avrupalı müttefiklerinin oluşturduğu emperyalist örgüt NATO’ya katıldı.
Amerikan ve Avrupa emperyalizminin politik ve askeri kolu olarak NATO, bir yandan, Sovyetler Birliğini ve Avrupa’da sosyalizmin kuruluşu için mücadele eden ülkeleri hedef alıyor, diğer yandan üyesi olan ülkelerde sermaye egemenliğinin güvenliğini sağlayıp güçlendirmeyi hedefliyordu.
Türkiye ve Yunanistan’ın katılmasıyla NATO, SSCB ve emperyalist planlara karşı ortaya çıkarılmış Varşova Güvenlik anlaşmasıyla hesaplaşmak için “Güneydoğu kanadı” adını verdiği cepheyi oluşturmuş oldu. Bu iki ülkenin jeopolitik konumlarını ve askeri güçlerini istismar ederek emperyalist heveslerini daha geniş bir bölgeye yaymayı hedeflemişlerdi (Balkanlar, Karadeniz, Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kafkaslar). Bu doğrultuda ABD ve NATO, her iki ülkede de “demokratik dünyayı komünizmden koruma” bahanesiyle askeri üsler yerleştirdi. Türkiye ve Yunanistan’da, burjuvazinin halklara karşı saldırılarını, demokratik ve sendikal haklara karşı askeri darbeleri sonuna kadar desteklediler. Daha da ötesi, Kore savaşı ve daha güncel olan Afganistan müdahalesi gibi emperyalist NATO saldırganlıklarında Türkiyeli ve Yunanistanlı askerlerin canlarını öne sürdüler.
NATO’ya iki ülkenin birlikte katılmasını halkların ortak barışçıl geleceği diye sunmaya kalktılar, ancak tarih bu iddiayı yalanladı. Birlik içi sınırları hiçe sayan NATO, ülkelerimizin ikili ilişkilerini çözümsüz bırakmakla kalmadı, milliyetçilik, askeri kışkırtma, silah yarışı gibi üstüne halkları bölen tüm burjuva tohumlarını da topraklarımıza gömdü.
Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın bulunmayışına rağmen NATO bugün de hala Avro-Atlantikçilik ile Çin ve Rusya gibi yeni büyük kapitalist güçler arasındaki çelişkilerde emperyalist sistem içerisinde öncü görevini sürdürüyor. “Bağımsız” ve “çok yönlü” olduğunu iddia ettikleri politik açıklamalarına rağmen, Türkiye ve Yunanistan bugün de emperyalist NATO planlarında yer almayı sürdürüyorlar. Bir yanda Rusya’yı kıskaca almaya dönük askeri müdahalelerde NATO’nun kalesi konumunu üstlenirken, diğer yanda kendi halklarını misillemelere karşı açık hedef haline getiriyorlar. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı askeri operasyon da tam da bu kapsamda ve bu emperyalist çekişme ortamında ateşe benzin boşaltma anlamına geldi.
Bu koşullarda Yunanistan ve Türkiye Komünist Partileri olarak:
- Ülkelerimizin, Rusya’nın kuşatılması hedefi örneğinde olduğu gibi NATO’nun emperyalist planlarından çekilmesini;
- Türkiye ve Yunanistan’daki tüm ABD ve NATO askeri üslerinin kapatılmasını talep ediyoruz.
- Bizler halklarımızın topraklarımız üzerinde söz sahibi olacağı biçimde ülkelerimizin NATO ve diğer emperyalist birliklerden ayrılması için mücadele veriyoruz;
- Burjuvazinin ve emperyalist müttefiklerin çıkarları tarafından belirlenen tüm askeri çatışmalara karşı;
- Ülkelerimiz arasındaki en küçük olaydan sürtüşme yaratan, iki ülkenin de muazzam askeri harcamalar yapmasına neden olan savaş çığırtkanlığına karşı savaşıyoruz!
- Bölgemizde sınırların ve o sınırları belirleyen uluslararası antlaşmaların ihlallerine karşı, sınırların ve söz konusu antlaşmaların korunması yönünde mücadele veriyoruz.
Yunanistan ve Türkiye Komünist Partileri olarak, ortak bayrağımız proleter enternasyonalizmi altında, işçi sınıfını ve tüm emekçi halklarımızı NATO’ya; burjuvazinin ve emperyalist işbirlikçilerinin planlarına; ırkçılık ve milliyetçiliğe karşı safları sıklaştırmaya ve iki ülkenin halklarının barış içerisinde bir arada yaşayabileceği ve yaşamasının zorunlu olduğu mesajını güçlendirmeye çağırıyoruz!
Bugün NATO’ya ve her türden emperyalist birliğe karşı yürüttüğümüz mücadele aynı zamanda barış için; halkların kardeşliği için; sömürüye ve kapitalist barbarlığa karşı; geleceğin sosyalist-komünist toplumu için mücadeledir.
ESP: Ukrayna’da emperyalist savaşa hayır!
ESP Merkez Yürütme Kurulu yaptığı açıklama ile şunları söyledi:
adına “Ukrayna-Rusya krizi” denilen gerçekte ise ABD/NATO ile Rusya arasında emperyalist çıkar çatışmasından başka bir şey olmayan yeni bir savaşın fitili ateşlendi. Aylardır devam eden gelirim, Rusya’nın Donetsk ve Luganks özel bölgelerinin bağımsızlığını resmen tanıdığını açıklaması ve hemen ardından ordusunu bu bölgelere sürmeriyle Ukrayna, emperyalist savaşın merkez üssü haline geldi.
Sürecin işgal ve savaş düzeyine gelmesinin temel sorumluları, ABD ve Rusya emperyalistleriyle ırkçı-faşist Ukrayna rejimidir. Emperyalist çıkarlar ve yayılmadı sömürgesi politikalar bu sürecin asıl motivasyon kaynaklarıdır. Karşılıklı güçler tarafından ortaya sürülen “bağımsızlık”,”toprak bütünlüğü”,”ulusal güvenlik”,”terörizm”,”ulusal çıkarlar” bu savaş siyasetinin emperyalist karakterini gizlemeye dönük kılıflardan ibarettir.
Emperyalist savaş ve müdahalelere karşı sınıf savaşını yükselt!
Ukrayna somutunda aylardan beri köpürtülen emperyalist savaş çığırtkanlığı bugün itibariyle çok daha büyük tehlikelere gebe yeni bir aşamaya sıçradı.
Bu işgal, emperyalist kapitalist dünyada yeni bir dönemin işaret fişeği özelliğini taşıyor. Pandemiyle birlikte derinleşen çok yönlü kriz, emperyalist kutupların birbirlerinin etki alanlarını daraltma hamlelerini büyütmenin yanında, enerji kaynakları ve dolaşım hatları üzerindeki kontrol kavgasını da keskinleştirdi.
Dolayısıyla Ukrayna’da aylardır karşılıklı gövde gösterileri ve tehditlerle tırmandırılan kriz, bu emperyal rekabet ve hesapların ürünüdür. Bu rekabetin yarın karşımıza nerede, hangi biçimlerde çıkacağı bilinmez. Ama bu kaynamanın burada kalmayacağı kesindir.
Rusya’nın şimdilik Donbass bölgesinin işgali yanında Ukrayna’da hüküm süren faşist rejimin askeri ve siyasi kapasitesini olabildiğince yıkıma uğratma amacını taşıyan harekatı “sol” sosuna bulanmış hiçbir demagojinin üzerine örtemeyeceği kadar açık bir emperyalist saldırıdır.
Milliyetçi Rus oligarklarının temsilcisi Putin’in saldırıya siyasi bir kılıf geçirmek amacıyla yaptığı konuşma sırasında Lenin’e ve Lenin şahsında sosyalizmin Çarlık Rusyası gibi bir halklar hapishanesinde ulusal sorun gibi çok boyutlu karmaşık bir soruna bulduğu olağanüstü çözümü hedef alması dahi bu saldırının büyük Rus milliyetçisi yayılmacı şoven karakterini ele verir.
Ukrayna’daki kukla Zelenski rejiminin Maidan darbesi sonucu kurulmuş faşist bir rejim olması ve son zamanlarda Batı emperyalizminin gönüllü fedailiğine soyunması bu askeri saldırganlığa haklılık kazandırmaz.
Her kim işin bu yönlerini “sol” sosa bulanmış keskin demagojilerine dayanak noktası haline getiriyorsa, o ilkesel olarak, ABD ve diğer Batılı emperyalist güçlerin Irak ve Afganistan’a “demokrasi götürme” kılıfı arkasında gerçekleştirdikleri emperyalist müdahalelere ve değişik ülkelerde tezgahladıkları askeri faşist darbelere karşı çıkma hakkını da kendi elleriyle ortadan kaldırmış demektir.
Bu yaklaşım, 1956 Macaristan, 1968 Çekoslovakya ve 1979’daki Afganistan’a yönelik sosyal emperyalist müdahaleleri “sosyalizmi savunma” gerekçesiyle alkışlayan tek yanlı taraftar fanatizminin günümüzdeki yansımasından başka bir anlam taşımaz. Bu yönüyle de tarihten hiç ders alınmadığını gösterir.
Diğer yandan, Putin rejiminin Ukrayna topraklarına askeri saldırısı emperyal amaçlarla gerçekleştirilmiş ne kadar haksız ve kabul edilemez bir eylem ise, gerilimin bu noktaya kadar tırmanmasına zemin hazırlayan, özellikle son aylarda adım adım tırmandırdıkları provokatif eylemleriyle savaşa çanak tutan ABD-İngiltere ikilisi ve NATO’nun bu süreçteki rolü ve sorumluluğunu görmezden gelmek de aynı ölçüde tek yanlı, bu kez Batılı emperyalistlerin değirmenine su taşıyan yancı bir tutumdur.
Özellikle ABD-İngiltere ikilisi, 2003’te “Saddam rejiminin öldürücü kimyasal silahlara sahip olduğu” yalanını bahane ederek başlattıkları Irak’a emperyalist müdahale konusunda oynadıkları oyunu bugün aynı utanmazlık ve aynı alçaklıkla yeniden oynamaktadırlar.
Sonuç olarak her kim, bugün insanlığı yeni bir emperyalist paylaşım savaşına bir adım -belki de daha fazla- yaklaştıran bu gelişmenin temelinde yatan emperyalist güçler arasındaki rekabet gerçeğine gözlerini kapatarak şu ya da bu taraftan yana tutum alıyorsa, o en başta insanlık değerlerine, proletarya enternasyonalizminin ilkelerine ve devrimci proletaryanın savaşa karşı tutumuna sırt dönüyor demektir!
Her kim bugün Ukrayna’da karşımıza çıkan emperyalist güçler arasındaki doğrudan ya da vekalet savaşları biçimindeki kapışmaların temelinde yatan dinamiğe, yani eşit olmayan gelişme yasasının sonucu olarak keskinleşen emperyalist rekabet ve onun bağrında taşıdığı yeni bir emperyalist paylaşım savaşı tehlikesinin büyümesini hâlâ göremeyen akıl almaz bir körlük içinde demektir!
Ve her kim, dünyanın neresinde ve hangi biçimlere bürünmüş olarak karşımıza çıkarsa çıksın emperyalist güçlerin halklara ölüm ve yıkım getiren savaş politikalarının karşısına proletarya ve halkların devrimci iç savaşını yükseltme şiarını esas alarak tutum belirlemiyorsa, onlar aslında İkinci Enternasyonal oportünizmini utanç verici iflasa sürükleyen bir duruşun sahibi demektir!
Her türlü emperyalist müdahale ve savaşa karşı proletarya ve halkların sınıf kavgasını yükselt!
Krize karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!
Ya barbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm!
Savaşa karşı devrimci tutum emperyalizme karşı duruşla mümkündür!
Ukrayna’daki gelişmeler ve bugün yaşanan savaş, ABD ve Avrupa Birliği’nin başını çektiği emperyalizmin yayılmacı, saldırgan ve provokatif siyasetinden bağımsız ele alınamaz. Bu gerçek ortaya konulmadan Ukrayna’da yaşanan gelişmelere yönelik her analiz ve tutum, başta ABD olmak üzere emperyalizmin saldırgan ve yayılmacı gerçek yüzünü örteceği gibi Ukrayna’daki Nazi yanlısı faşist darbe rejimini ve kendi ülke vatandaşlarına karşı 8 yıldır askeri güç kullanmasını aklamak anlamına gelecektir.
Bugün Ukrayna’da yaşanan savaşın sorumluları aranacaksa önce ABD emperyalizmine ve sonra Ukrayna’daki Nazi yanlısı faşist darbe iktidarına bakılmalıdır.
ABD emperyalizminin Doğu Avrupa’da adım adım egemenlik alanı kurduğu ve askeri üslerle Doğu Avrupa’ya yerleştiği gerçeği ile işbirlikçi rejimler üzerinden NATO’yu genişleterek Avrupa’yı istikrarsızlaştırma siyaseti açık olarak ortaya konmak zorundadır. Bir savunma örgütü olarak kurulduğu iddia edilen NATO’nun, Varşova Paktı ortadan kalkmasına rağmen kendini lağvetmemesi, tam tersine, ABD emperyalizminin askeri gücü olarak doğrudan Doğu Avrupa’ya yerleşmesi, emperyalizmin yayılmacı ve saldırgan siyasetinin somut kanıtıdır.
II. Dünya Savaşı sonrası kurulan dengenin bozulmasını en çok isteyen ve bu doğrultuda adımlarını -Yugoslavya’nın parçalanmasında, Irak ve Afganistan’ın işgalinde, Libya’nın bombalanmasında ve Suriye’nin yıkımında gördüğümüz gibi- hızlandıran ABD emperyalizminin kendisidir.
ABD emperyalizmi Avrupa Birliği’nin de desteğiyle Yugoslavya’yı parçaladıktan sonra eski Varşova Paktı üyesi ülkeleri tek tek NATO’ya dahil ederek, Doğu Avrupa’da kurduğu askeri üslerle savaşın zeminini döşemiştir. Rusya’yı çevrelemek için Kafkaslar’da, Orta Asya’da ve doğu Avrupa’da her türlü provokasyona imza atan ABD emperyalizmi, NATO genişlemesini sonuna kadar dayatmış, NATO üyeliğini hedeflediği Ukrayna’daki faşist ve işbirlikçi yönetim üzerinden planladığı savaş senaryosu aracılığıyla askeri varlığını Rus sınırlarına kadar getirmeyi planlamıştır. Bu savaşın baş sorumlusu ABD emperyalizmidir!
Bugünkü tablonun fitilini ateşleyen Ukrayna yönetimidir. 8 yıldır faşist ve Nazi yanlısı darbe hükümetine karşı “hayır” diyen ve faşist darbeye/rejime direnen Donbass bölgesi halkına yönelik Ukrayna rejiminin uyguladığı askeri güç, savaş ve katliamlar ne görmezden gelinebilir ne de meşru görülebilir.
Dün ABD emperyalizmi tarafından darbe sonucu iktidara getirilen Nazi yanlısı faşist iktidarın, ABD emperyalizminin kuklası bir yönetim olarak, bugün ABD’nin yönlendirmesi ve planları doğrultusunda Ukrayna’nın doğusuna yönelik ısrarla sürdürdüğü provokasyon ve saldırılar yaşanan gelişmelerin ana nedeni sayılmalıdır.
2014 ve 2015 yılındaki faşist darbeye “hayır” diyen Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesindeki Lugansk ve Donetsk’in özerkliğini tanıyan ve Minsk Anlaşması ile bunu onaylayan Ukrayna yönetimi, altına imza attığı Minsk Anlaşması’nı yok saymış, anlaşmayı uygulamak yerine askeri müdahaleyi seçmiş, katliamlar ve provokasyonlarla Rusya’ya karşı ABD emperyalizminin yayılmacı siyasetine zemin oluşturma yoluna gitmiştir.
Bu noktada, Ukrayna yönetiminin provokatif, NATO’ya girme heveslisi ve kendi yurttaşlarına dönük saldırgan tutumunun ve ABD emperyalizminin Rusya’yı askeri seçeneğe sürüklemek için sürdürdüğü siyasetin altı kalın bir şekilde çizilmelidir.
ABD emperyalizmi bir kez daha Avrupa’yı savaşın içine çekmiş, Rusya’yı Ukrayna aracılığıyla bir savaşla baş başa bırakmıştır. NATO ve ABD’nin “stratejik müttefikliği” herkes için bir kere daha ders olmalıdır. ABD emperyalizmi, ülkemizi Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığı yalanıyla komşumuz Suriye’nin yıkımına ortak ederek düşmanlaştırdığı gibi, Ukrayna’da Nazi yanlılarını darbe ile iktidara taşıyarak ve Rusya’ya karşı kullanarak iki halkın düşmanlığının tarlasını sürmüştür!
Bugün savaşa karşı tutum, savaşın zemini döşeyen olguları ortaya koymak ve bu olgulara karşı mücadeleyle birlikte anlamlıdır!
Ukrayna’nın NATO üyeliği gündemden düşmeli, Ukraynalı emekçiler, Ukrayna ve Rus halklarını düşmanlaştıran ve ülkesini emperyalizmin çıkarları için savaşla yüz yüze bırakan Nazi artıklarından kurtulmalıdır.
2014 yılında özerkliği tanınan ama sonrasında Ukrayna’daki faşist yönetim tarafından saldırılara uğrayan, dağılmış anayasal düzen üzerine faşist rejime ve emperyalist provokasyonlara karşı bağımsızlıklarını ilan etmiş olan ve büyük çoğunluğu Ruslardan oluşan Donetsk ve Lugansk başta olmak üzere bölge halkının iradesine saygı duyulmalıdır.
ABD emperyalizminin NATO üzerinden açtığı Doğu Avrupa’daki bütün askeri üsleri kapatılmalı, NATO’nun genişleme çabalarının durduğu açıklanmalıdır.
SSCB’nin dağılmasından sonra Sovyet mirasının üzerine oturan ve kapitalist restorasyonun temsilcisi Putin iktidarının, kapitalist dünya sisteminin bir parçası haline gelme arzusu tekellerin çıkarlarını temsil eden emperyalizm gerçeğine çarpmıştır. SSCB’nin mirası üzerine oturarak daha önce emperyalist sistemin parçası olmak isteyen Putin iktidarının bugün emperyalist kuşatmaya ve provokasyonlara karşı verdiği ulusal tepki, milliyetçi bir yayılmacı siyasete dönüşmeden, askeri operasyon ilan edildiği gibi en kısa sürede bitirilmelidir. Putin iktidarının bugün Rus milliyetçiliği üzerinden yayılmacı bir siyasete yönelmesi, savaşı daha da körükleyecektir. Ukrayna’nın işgaline vardırılacak bir savaş, NATO’ya ve emperyalist ABD’ye yeni provokasyon imkânı oluşturacağı gibi mevcut durumu daha da derinleştirecek bir tehlikeyi barındırmaktadır.
Ukraynalı ve Rus emekçiler kardeştir. Buradan hareketle Ukrayna ve Rus işçi sınıfları savaşa karşı anti-emperyalist mücadeleyi, SSCB döneminde 70 yıldan uzun bir süre devam eden barışı yeniden tesis etmek için kendi ülkelerindeki sermaye egemenliğine karşı mücadeleyi yükseltmelidir. Tersi durumda ise geçmişte ve bugün yaşandığı gibi gelecekte de benzeri tabloların yaşanması kaçınılmaz olacaktır.
Geçmişten bugüne, NATO’nun ve emperyalizmin ileri jandarma karakolu olarak misyon biçilen ülkemizden emperyalizm tarafından daha fazlası istenecektir. Böylesi bir ortamda, ülkemiz savaşın parçası haline gelmemeli ve savaşı körükleyecek bütün adımlardan uzak durmalıdır.
Ülkemiz açısından Ukrayna gündemi üzerinden ortaya çıkan savaş tablosunda yapılması gerekenler şunlardır: NATO’nun ve ABD’nin kullanımına verilen ülkemizdeki üslerin faaliyetleri derhal durdurulmalı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin açık hükümlerinin ihlaline ve ABD’nin NATO eliyle Karadeniz’e konuşlanmasına izin verilmemeli, ABD’nin savaş oyunlarının parçası olunmaması için NATO’dan çıkılmalı, Ukrayna’daki faşist iktidar ile yapılan silah ticaretine son verilmeli, ABD ile yapılan açık ve gizli askeri anlaşmalar feshedilmelidir.
SYKP: Hegemonya savaşlarına, işgale hayır!
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Merkez Yürütme Kurulu, Rusya ve Ukrayna arasında başlayan savaşa dair yazılı açıklamada bulundu.
Ukrayna’nın bir taraftan batı emperyalizmi, ABD ve NATO’nun; diğer taraftan yeni yükselen küresel hegemonik aktörler Çin ve Rusya’nın arasındaki yeniden paylaşım ve jeopolitik çıkar çatışmaları alanına dönüştürüldüğünün altı çizilen açıklamada savaşın Rusya’nın “Rusya İmparatorluğunu ihya etmeyi hedefleyen, yayılmacı bir devlet olduğu, bugün Ukrayna’da başlattığı savaşın da bir savunma savaşı değil, etki alanını genişletmeye dönük saldırı savaşı” olduğu ifade edildi.
Açıklamada SYKP’nin halkların kendi kaderlerini tayin hakkını, halklar arasında kardeşliği ve barışı ikircimsiz biçimde savunduğumuz hatırlatılırken “Emperyalist ve hegemonyacı savaşları, bu savaşların taraflarını şiddetle kınadığımızı ilan ediyor, Ukrayna proletaryasının ve ezilen halklarının sırtlarındaki sömürgenleri yere çalma, doğudan ve batıdan emperyalist ve yayılmacı kuşatmayı kırma mücadelelerinin yanında olduğumuzu duyuruyoruz.” ifadeleri kullanıldı.
Türkiye’nin de silah satışından, kışkırtıcı ve savaş yanlısı dış politikadan vazgeçmesinin gerekliliğinin altı çizilen, “NATO ve askeri ittifaklar dağıtılmalıdır, Hegemonya savaşlarına, işgale hayır!” denilen açıklamanın tamamı şöyle:
Ukrayna’da Batı/Nato ve Rusya’nın Yayılmacılığına ve Hegemonya Savaşlarına Hayır
Son haftalarda Ukrayna etrafında hızla tırmanan uluslararası askeri ve politik gerginlik, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 21 Şubat günü Ukrayna’nın doğusunda Rus etnik kimlikli nüfusun ağırlıklı olduğu Donetsk ve Logansk bölgelerinde (oblast’lar) daha önce ilan edilen “halk cumhuriyetleri”ni tanıma ve bu bölgelere “barış gücü” gönderme kararını imzalamasıyla bir üst düzeye sıçradı. Putin’in kararı, kısa sürede Duma’nın üst kanadı tarafından onaylandı ve Rus askerleri resmen bu iki bölgeye giriş yaptı. Putin, tanıma kararını açıkladığı konuşmasında Donetsk ve Logansk’ın tamamında hak iddia etmekle yetinmeyip Ukrayna devletinin ve ülkesinin meşruiyetini tartışmaya açtı.
24 Şubat sabahı ise Rusya silahlı kuvvetlerinin Ukrayna ordusunun bütününe ve altyapısına karşı başlattığı sistematik saldırıyla gerilim açık savaşa dönüştü. Rusya ordusu, Donetsk ve Logansk’ın isyancı güçlerin kontrol ettiği bölgelerinin ötesine geçip bu oblastların tümünü ele geçirmeye yönelik saldırıya geçti ve buralardaki Ukrayna askeri güçleriyle çatışmaya girdi.
ABD ve NATO’dan yapılan en üst düzey açıklamalarla Rusya’nın iki “halk cumhuriyeti”ni tanıma kararının kabul edilmeyeceği ve Rusya’ya yönelik yaptırımların uygulamaya konacağı, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün savunulacağı ve bu ülkeye silah dahil her türlü desteğin verileceği ilan edildi. Ukrayna başbakanı Zelenski de Donetsk ve Logansk bölgelerinin Ukrayna’nın ayrılmaz bir parçası olduğu görüşünü yineledi, Rusya’nın kararını tanımadıklarını ve Rusya’ya karşı ülkelerini savunacaklarını açıkladı.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün sonuçları
Ukrayna’da bugün yaşananlar, esas olarak Sovyetler Birliği’nin 1991’de resmen çöküşünün ardından Sovyet cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanmasıyla başlayan gelişmelerin bir sonucu.
ABD, iki kutuplu dünyanın bir kutbunun tarih sahnesinden çekilmesiyle dünyanın tek hakimi durumuna gelmiş, stratejisini yeni küresel güçlerin ortaya çıkmasını engelleme hedefine göre yeniden oluşturmuştu. Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya Federasyonu, bir yandan hızlı biçimde kapitalistleştirilirken, diğer yandan yeniden bir küresel güç olarak ortaya çıkmasının önüne bariyerler konuyordu: Eski Sovyet cumhuriyeti, yeni bağımsız devletler kapitalist merkezlerce kontrol altına alınmaya çalışılıyor, Doğu Avrupa ülkeleri hızlı biçimde Batı kapitalizmine entegre ediliyordu.
2. Dünya savaşı sonrasında ortaya çıkan reel sosyalist ülkelere ve “komünizm tehlikesi”ne karşı kurulan NATO, 1991 sonrasında karşısındaki Varşova Paktı kendisini dağıttığı halde ve sözde “komünizm tehdidi” ortadan kalkmışken varlığını devam ettirdi. Dahası, Doğu Avrupa ülkelerinin tamamını ve 3 Baltık ülkesini içine alarak Rusya’yı Batıdan kuşattı. ABD/NATO merkezli Batı emperyalizmi eski Sovyet cumhuriyetlerinde desteklediği “renkli devrimler” yoluyla Rusya’nın bu ülkelerdeki etkisini kırmaya ve onu güneyden de kuşatmaya çalıştı.
Batının bölgeye müdahaleleri: “Renkli devrimler”
2004’teki Turuncu Devrim’den sonra yeniden Rusya yanlısı partiler tarafından yönetilen Ukrayna’da 2014 yılında ABD ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle kanlı bir darbe gerçekleşti. Ukraynalı faşist-milliyetçilerin önemli bir rol oynadığı darbe sonrasında ülkenin nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan Ruslara yönelik baskı ve şiddet arttı, Rusça yasaklandı. Bunun üzerine ülkenin doğusundaki, Rus nüfusun ağırlıklı olduğu Donetsk ve Lugansk oblastlarında silahlı ayaklanmalar oldu ve “halk cumhuriyetleri” kuruldu. Aynı yıl içinde Rusya, Karadeniz’deki Rus Donanmasını barındıran Azak Denizine hakim konumdaki Kırım özerk cumhuriyetini işgal etti, yapılan “referandum”un ardından da burayı ilhak etti.
Bu olayların da hızlandırıcı etkisiyle Rusya’ya karşı Atlantik İttifakı’nın koruma kalkanına sığınmak isteyen Ukrayna egemen sınıfı Batıya daha da fazla yanaşırken, ABD ve Batılı kapitalist ülkeler Ukrayna’yı Rusya’nın önünü kesmek amacıyla kışkırttılar ve silahlandırdılar. Bu kervana Türkiye de İHA’lar ve SİHA’larla katıldı.
Ukrayna: Küresel hegemonik güçlerin çatışma alanı
Boris Yeltsin’in devlet başkanlığı döneminde kapitalistleşme sürecini çok ağır toplumsal travmalarla tamamlayan Rusya, Yeltsin’in yerini bıraktığı Vladimir Putin’in yönetimi altında toparlandı, özgüvenini kazandı ve bir küresel güç ve emperyal bir ülke haline geldi. ABD’nin öncelikli hedef olarak gördüğü Çin’le ittifak kuran Rusya, bir yandan Çarlık döneminin sömürgeleri ve eski Sovyet cumhuriyetleri olan ülkelerde yeniden egemenliğini kurmaya yöneldi, diğer yandan dünyada ABD ile hegemonya mücadelesine girdi.
Ukrayna, küresel düzeyde hegemonyasını korumak isteyen ABD ve NATO ile yeni yükselen küresel hegemonik aktörler olan Çin ve Rusya Federasyonu arasındaki yeniden paylaşım ve jeopolitik çıkar çatışmalarının alanına dönüştü. Ukrayna’da yaşananlar ve yaşanacaklar ancak bu denklem içinde anlamlandırılabilir.
Ayrılma hakkı
SYKP olarak öncelikle, Ukrayna’da yaşayan Rus etnik kimlikli nüfusa yönelik NATO/Batı destekli faşistlerin saldırıları, Ukrayna devletinin Rus kimliğini baskı altına alan ve Rusça’yı yasaklayan politika ve uygulamalarını kınıyoruz. Programımızda açıkça yazdığı gibi, millet ve milliyetlerin yanı sıra herhangi bir siyasal birimin (özerk bölge, cumhuriyet vb) kendi kaderlerini tayin hakkını ve bunların siyasal olarak bağlı oldukları devletlerden ayrılma haklarını ikircimsiz biçimde savunuyor, bu bağlamda Ukrayna’daki Rusların kendi siyasal iradelerini (özerklik, bağımsızlık ve başka bir devletle birleşme şeklinde) kullanmalarını meşru görüyoruz.
Bununla birlikte, tarih içinde büyük ölçüde devletlerin sürgün, soykırım, iskan vb politikalarının, kısmen de ekonomik-politik-dinsel vb nedenlerle yaşanan nüfus kaymalarının sonucunda milletler, milliyetler, etnik grupların iç içe geçtiği, bu toplulukların tarihsel yerleşim alanlarının demografik yapılarının değiştiği, bu konunun politik-ekonomik-kültürel-dinsel faktörlerin etkileşimiyle son derece karmaşık bir nüfus yapısı ortaya çıkardığı gerçeğini de görmezden gelmek mümkün değildir.
SYKP olarak halkların iradesine saygı duyar ve desteklerken; emperyalist veya bölgesel yayılmacı devletlerin emperyal planlarına “kendi kaderini tayin hakkı”, “insan hakları”, “insanlığa karşı işlenmiş suçların cezalandırılması” vb tartışmasız biçimde savunmamız gereken konuları alet ettiği gerçeğini de göz ardı edemeyiz.
Nitekim Putin Rusyası, Ukrayna’da “kendi kaderini tayin hakkı”nı Ukrayna’yı kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirmenin bir aracı olarak kullanıyor. Ancak aynı Rusya, kendisinden ayrılmak isteyen Çeçenya’da katliamlar yaparak bu talebi şiddetle bastırabildi. Yine aynı Rusya, Federasyon içindeki özerk bölge ve cumhuriyetlerin yetkilerini, merkezin lehine sistematik olarak budamaya devam ediyor.
Putin’in Lenin düşmanlığı ve Büyük Rus şovenizmi
Ayrıca Putin, 21 Şubat’ta Ukrayna’ya ilişkin yaptığı Lenin’e, komünizme olan nefretini ve Büyük Rus Şovenizmini açığa vurduğu konuşmada, Ukrayna’da yaşayan Rusların haklarını savunur görünürken, Ukrayna ulusunun varlığını ve tarihsel haklarını, hatta Ukrayna ülkesinin ve devletinin meşruiyetini açıkça reddetti. Ukrayna coğrafyasını “tarihsel ilgi alanı” olarak ilan ederek olası işgal hareketlerine ideolojik zemin oluşturdu. Bunun, Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve Balkanlardaki ülkelerin toprakları üzerinde hak iddia etmesinden; Kıbrıs’ın kuzeyini işgal etmesi ve -fırsatını bulursa- ilhak etmeye hazır beklemesinden, özellikle de Kürdistan coğrafyasını “Türk yurdu” olarak ilan etmesinden farklı bir tarafı yoktur.
Başını ABD’nin çektiği, Britanya’nın önemli bir rol oynadığı Batı emperyalizminin ve onun askeri gücü NATO’nun dünya halklarına yaşattığı sömürü, katliam, işgal, savaşlar vb suçların listesini çıkarmak dahi güçtür. NATO’nun da dayandığı Atlantik İttifakı, Ukrayna egemen sınıflarını ve devletini Rusya’yı kuşatmak için kullanmış, kışkırtmış ve bugün Rusya’nın saldırısı karşısında ortada bırakmıştır.
Savunma değil saldırı savaşı
Ancak bütün bunlar, Rusya’nın da küresel hegemonik bir güç olma amacını güden, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket eden, Rusya İmparatorluğunu ihya etmeyi hedefleyen, yayılmacı bir devlet olduğu, bugün Ukrayna’da başlattığı savaşın da bir savunma savaşı değil, etki alanını genişletmeye dönük saldırı savaşı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
SYKP olarak, halkların kendi kaderlerini tayin hakkını, halklar arasında kardeşliği ve barışı ikircimsiz biçimde savunurken, emperyalist ve hegemonyacı savaşları, bu savaşların taraflarını şiddetle kınadığımızı ilan ediyor, Ukrayna proletaryasının ve ezilen halklarının sırtlarındaki sömürgenleri yere çalma, doğudan ve batıdan emperyalist ve yayılmacı kuşatmayı kırma mücadelelerinin yanında olduğumuzu duyuruyoruz.
Ayrıca Türkiye’yi yönetenlere sesleniyoruz: Yandaş şirketlerinizin kasası dolsun diye ısrarla sürdürdüğünüz Ukrayna’ya silah satışlarını durdurun! NATO ile birlikte Ukrayna yönetimini kışkırtmaktan ve silahlandırmaktan vazgeçin! Türkiye Montrö Sözleşmesine bağlılığını sürdürmeli, NATO savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkmasını sınırlayan Sözleşme hükümlerine harfiyen uymalıdır. Savaşın Türkiye emekçileri ve ezilenleri için yaratacağı ekonomik yıkımı da göz önünde bulundurarak bu savaşta tarafsız kalmalıdır.
NATO ve askeri ittifaklar dağıtılmalıdır!
Hegemonya savaşlarına, işgale hayır!
Odak Dergisi
Yeni Dünya için Çağrı Dergisi
Aylardır hazırlığı yapılan, Batılı emperyalist güçlerin savaş örgütü NATO’nun kışkırttığı, emperyalist Rusya’nın ilan ederek hazırlandığı savaş 24 Şubat’ta başladı.
Doğu Ukrayna’nın Donbass bölgesinde 2014’ten bu yana süren yerel savaş, 24 Şubat’ta yeni bir aşamaya evrildi. Savaş Ukrayna’ya yayıldı.
Rus ordusu çeşitli yönlerden Ukrayna’ya girdi. Ukrayna füzelerle, uçaklarla, helikopterlerle, toplarla bombalanıyor.
Bir savaşta önce kimin saldırdığı, kimin kendisini savunduğu önemli değildir. Önemli olan savaşın ne için yapıldığı, hangi sınıflar önderliğinde, hangi amaçlarla, hangi siyasetin ürünü olarak yürütüldüğüdür.
Ukrayna savaşı, gerçekte Ukrayna’ya emperyalist Rusya’nın mı, Batılı emperyalist güçlerin mi hakim olacağı savaşıdır.