Hayatı ve ölümü eğip bükmeden çocuklara anlatmanın yolu var mıdır? Sepin İnceer bu sorunun peşine düşüp yazmış Noa, Monark Kelebekleri ve Her Şeyi. İnceer ile doğa, hayat, ölüm ve çocuklara hakikati anlatmak üzerine konuştuk.
Noa, Monark Kelebekleri ve Her Şey’i yazmaya nasıl karar verdiniz?
Benim için karar vermek değil de hikâyenin içimde dönmeye başlaması milat oluyor, mesela duş alırken, yolda giderken ya da öylece otururken falan sözcükleri önüme düşmeye başlıyor. Yani hikâye beni ele geçiriyor, burasını yabanım diye tanımlıyorum. Noa, Monark Kelebekleri ve Her Şey’in kabataslağını İstanbul’dan İzmir’e giderken uçakta yazdım. Yabanda, ormanda işin bittiğinde biraz köyde vakit geçirmen gerekiyor, hocalarımdan biri bunun için disiplin diyor. Yerleştirdiğin sözcüklerin birbirleriyle ne yaptığına baktığın bir zaman başlıyor. Burası da yaban kadar vakit istiyor, kesinlikle daha azını değil. Çizimlerin tarifi yine keza. Yazdığım iki çocuk kitabında da çizim tariflerim metinden misliyle uzundu. Bilmem sorunuzu cevapladım mı?
Noa, doğayı keşfederken ölümle de yüzleşiyor. Noa’nın çocuklara ve yetişkinlere verdiği ders nedir?
Noa’nın böyle bir iddiası yok, kimseye ders vermiyor. Noa sadece kalp kırıklıklarının sihrinin, merakının peşinden gidiyor. Bunları hatırlatıyor diyebilirim belki.
Serhat Gürpınar ile yolunuz nasıl kesişti?
Editörümüz Keriman (Güldiken) bana bir gün Serhat’tan bahsetti. O da ben de Serhat’a dümdüz bir mesaj yazdık, hiç lafı dolandırmadan, sonra bir baktık Serhat’la çizimleri konuşmaya başlamışız. Keriman olsun, Serhat olsun beraber çalışmaktan bu kadar keyif aldığım insanların varlığı için minnettarım. Serhat kadar işinin bu kadar ehli ama bu kadar mütevazı insan çok yoktur. Hiçbir sanatçı kaprisi olmadı, Keriman da ben de şaştık kaldık. Ben çalıştığım insanlar için beraber rakı içer miyim diye düşünürüm, cevap evetse çok keyif alarak çalışırım, rakı masasında sabaha kadar konuşulacak harika insanlar ikisi de. Her şeyden önemlisi de bu sanırım.
Stephen Jenkinson, kitaba yazdığı önsözde çocuklara hakikati anlatmanın önemine değiniyor. Çocuk kitabı yazan bir yazar olarak sizin bu konudaki fikriniz nedir?
Stephen’la tamamen aynı fikirdeyim, olmasam ön söz istemezdim kendisinden, zaten sanırım bu konuda çok az insan böyle düşünüyor. Hatta ben Stephen’dan bir adım daha ileri gidiyorum, benim için gerçeği söylemek çocukları sevmenin en güzel yolu. Gerçeği söylemek bence sevmekle eş anlamlı, benim için birini sevmenin en güzel yolu gerçeği söylemek.
Monark Kelebekleri’nin göç serüvenini de kitapta anlatıyorsunuz. Monark Kelebekleri’nden ne öğrenmeliyiz?
Bunu tamamen okura bırakıyorum. Benim çocuklara yazarken onlara bir şey öğretmekle işim yok, hiç oralarda değilim. Öğrenmek değil de almak diyelim belki. Her okur ne istiyorsa alsın. Hikâye artık okurun, benim değil, zaten hiçbir zaman benim olmamıştı.
Ağıtların Tanrısı ve Noa, Monark Kelebekleri ve Her Şey’in kesiştiği noktalar var mı?
İlla vardır. İkisinin de benden çıkışı aynı zaman diliminde oldu sonuçta. İkisinin açılışı da Ahmed Arif’le; iki kitabı da Türkiye’nin Güzel Gözlü Güzel Çocukları’na ithaf ettim. Bu kitabı Ahmed Arif’in o meşhur, “Kelebeklerin bile çocuklardan daha uzun yaşadığı bir coğrafyada size hangi şiiri yazayım” cümlesini bire bir kullanmadan, bu cümleye atıfta bulunarak Türkiye’nin Güzel Gözlü Güzel Çocukları’na ithaf ettim. Ağıtların Tanrısı ise direkt bu cümleyle başlıyor.
Bundan sonrası için yeni kitap yazma planınız var mı?
Var evet, yazmadan duramam ben. Üzerinde çalıştığım iki farklı şey var, biri kurgu biri değil. Bakalım neler olacak, ben de merak içindeyim.