“Bir şeyin keyfini siz yaşıyorsanız, aynı şekilde bir keyfini de bir başkası, yani ben ‘ de yaşamalıyım. Çünkü kendin için ne istiyorsan, ben de senin için aynı şeyleri istiyorum.“
Gerçek şu ki, insan sadece yaşamını idame ettirmekten daha fazlasını yapabilmeli. Zar zor değil, insan olmanın evrensel değerleriyle birlikte yaşamak herkesin hakkı olmalı. Bir şey başka bir şeyle var olduğuna göre “ barış “ sözcüğü ancak savaşımla yanı savaşarak elde edilebilir, pratiğine bizi götürüyor. Bu dünde böyleydi, bugünde böyle. Çünkü sıradan bir bireyde, yaşamında karşılaştığı zorluklara karşı savaşmak zorunda kalabilir. Bir insan: kanlı canlı bir savaştan, mermi, ölüm kusan nükleer silahlardan, yakılmış – yıkılmış kentlerden, doğa tahribatından, börtü – böcek, toplu insan ölümlerinden, nefret etse “ savaşa hayır “ dese bile. Bir yerde insanoğlu çelişkileri ve zıddıyla birlikte vardır, düşüncesini bizlere hatırlatıyor. Asla hiçbir şey için savaşmayan düşüncesinden vazgeçen, bir kişiyi bile çevremizde bulamayabiliriz. Kendi var oluşumuz dışında, ben ki benim dediğimiz sürece, başka bir canlıyı anlamamız mümkün değil. İsterse bu bir köpek olsun. Güneşli bir havada, o kadar insan vardı çevrede… Gelip ön patilerini, ayaklarımın üstüne atan bir canlının samimiyeti görülmeye değerdi. Bu kirlenmiş dünyada. Oh! Bir insanın yine diğer bir canlıyı dışlamadığına bugün tanık olmak da, şimdiki an içinde güne başlamak da güzel.
Kendini tekrar eden ülkeler ve iktidarlar, bütünün, parçaların toplamından daha büyük olduğu karşıtlığı üzerinden politikalarını belirlerler ve uzun bir süre daha kalıcı olmayı amaç edinirler. İşte bu aktörler iç siyasette de, sıkıştıkları bir andan sonra, bir yerde savaşa sarılarak var olan iktidarlarını daha da perçinlemeye çalışırlar. Ve savaşlar bunun sonucunda, tekrar dünya insanını hayatına tüm olumsuzluklarıyla giriş yapar. Toplum bilinci – çoğunluk algısı: yani yanlış giden bir şeyleri onaylamak için düşünce gerektirmediği gibi bazen aynı kimlik ve inançta olması yeterli gelebiliyordu. Her şeyi başı, gözü – kaşı ve sağ elinin parmaklarını kaldırarak onaylayabilir. Ve bir şeyin sana bana verilip verilmemesi üzerine yargıda bulunabilirler. Ne daha fazla çok, ne daha az…
Küresel bir dünyada, yanı başımızda Karadeniz ‘ in doğu ve batısı yine siren sesleriyle, bombalarla bahara bir ramak kala yine dalgalanmaya başladı. Bu savaşın yansıması her anlamıyla hayatlarımızı etkileyen küresel bir o kadar da yoksullaşma provasıydı. Yönetenler için ise, çıkan bu savaşa dört elle sarılmak bir anlamıyla da bulunmaz bir nimet, iç siyasetti istediği gibi yönetmek adına. İki komşuda ne kadar savaş o kadar keyif çıkartmak. Özellikle kendi ülkesinde yıllık her türlü insani gereksinim enflasyonunu düşük gösteren iktidarın, açlığı – yoksulluğu, antidemokratik uygulamaların ve tüm yaşamsal özgürlüklerin üstünü örtmek için her türlü hukuksuzluğu, savaş ve salgınla unutturulmaya çalışıldığı bir sürecin keyfini çıkarıyor. Ama biz halk dinamiklerinde o keyfin bir yansıması yok. Biz yaşayanlara misli – misli açlığı – yoksulluğu ve insan olma boyutunun ifade edilmesini, çok ekstra bir yük olarak gördükleri yüzlerinde pekâlâ okunabiliyor. Yerel bir savaş, iki komşuda pişer, bize de düşer. Diğer ülkelere kıyaslamayla, ekonomide, tarımda, hayvancılıkta, sağlıkta, akaryakıtta, dışa bağımlı, kendine yetebilir bir ülke olmadığımız düşünüldüğünde, yerel bir savaşın, faturasının ülke insanına zamlarla her gün yeni etiketlerle yansıması, kaçınılmaz kötü bir yönetimin farklı ekonomi modeliyle “ kur sebep – enflasyon sonuç “ yönetme inadından vazgeçmemesidir. Ortodoks: genel kabul görmüş deneyimlenmiş bir ekonomiden, Heterodoks: farklı bir inanç ekonomisine geçişle maalesef tüm kötü şeyler bize doğru geliyor. Ayçiçeği sıvı yağ kuyruklarına şimdiden hücum başladı, dün gaz yağı kuyrukların eleştirenlerin bu kuyrukları görmezden gelmeleri, onların ne kadar gözü kara olduğunu gözler önüne seriyor. Temel ihtiyaç maddeleri ülkemizde çok pahallı bir kamu hizmeti olarak sunulduğunu gören, fakat kendi sözlerini, politikalarını onaylayan ve hiç düşünce gerektirmeyen tek komutluk bir ses aracılığıyla algı oluşturmanın keyfini, yalnızca kendi taifelerinin yaşaması kabul edilebilir bir şey değil. Onlar keyfi keder bir içecek içmeden çakırkeyif dört köşe rehavet içinde yaşarken, biz dediğimiz, azımsanmayacak farklı kimlik ve inançlar acı çekiyorsak, bu sistemde bir hukuksuz vardır, sorusunu sorgulatıyor insana. Buda oldukça rahatsız edici bir şey. Ve eğer direnen düşünceler oluşmazsa bu sistem daha da kalıcı bir hale gelebilir. Onun için kamuoyunun bir kısmı söylenenlere hiç inanmıyor ama bu yeterli değil. Sadece bugün yaşadıklarımızı hatırlamak bile buna bakarak, yaşayarak kendi doğrumuzu bulabiliriz. Çünkü biz halk ve toplum dinamikleri bu yaşananları boğazımıza kadar, yaşam tarzlarımızı da doğrudan etkileyen bir ekonomik belirsizliğin içindeyiz. Acayip, intikamcı, kızgın iktidarlara bir ülke halkının “ Türk İslam sentezi “ büyük çoğunluğunun verdiği bu destek, her zaman kendini tekrar ederek daha da güçleniyor. Pekiyi bir daha görelimle olacak bir şey değil, bir ülkeyi yönetmek. Daha dün hastanelerde, ekmekte, mutfak tüpünde kuyruklar yaşanıyordu, yüzünüze gözünüze dursun, ekonominin direksiyonu bende edasıyla, sanki kendi maaşından veriyormuş, sizi gidi nankörler diyebiliyorlar. Olabilir, dün çok yoksulduk ama bugün yine bu ülkenin büyük bir çoğunluğu yine yoksuluz. Dün temel gıda ve tüketim ürünlerinde çok kuyruklar vardı, bu bir mazeret değil, siz en iyisini yapmak için iktidara gelmediniz mi efendiler? Ve bu politik söylemin savunabilir hiç bir yanı yoktur. İktidarda olanların bir fiil kendi halkına en iyi hizmeti yapmaları ve kamusal alanı daha yaşanabilir bir seviyeye çıkartmaları asli görevleri olduğunu çok iyi bilmeleri gerekiyor. Evet, her şey bu dünyada geçicidir, ama insan olmak olgusu değil, sizlerde geçicisiniz. Bu cümle her şeyi olduğu gibi görmemiz için farklı bir bakış açısı sunuyor. En az evrensel bir iktisat, evrensel bir demokrasi normlarına bu ülkeyi çekmeleri bir insanlık görevi, farklı kimlik ve inançlarla “ Kürt – Alevi – Ermeni – Rum –Süryani vb “ birlikte yaşamak, yaşamın olmazsa olmazları arasındadır. Türkiye ‘ leşme pratiğine tezat oluşturan yeni bir anayasa yapmak, ülke insanı için daha iyi bir yaşam ve farklılıklarıyla birlikte bu ülkeyi geleceğe taşıyan daha güçlü politik bir eğilim olur. “ Evet, yaşamakta bir savaşımdır, kim kendi isteğiyle yaşamaktan vazgeçmiş ki, bugüne değin…”
Kızıl saçların bahşettiği üstünlüğün keyfini çıkaran insan. Silahlarınızın kabzasına bir çentik atmaya değmez, o kadar çok insan ölümü var ki, bu dünyada. Farklı halkların ölümü her zaman hariçti, bu tuttuğunuz utanç çetelesinden. Günden, görmekten, duymaktan, dokunmaktan, alçaklıktan, bombalardan, mermilerden, terden, kendini kurtaramayan çocuklar. Bir çare, bir umut, beyaz – siyahî binlerce çocuk yaşar. “ Eğer hiç kimse barut kullanmazsa, her yerde aynı mavilikte olan, sonuç neden ilişkisi üzerinden şekillenen, gökyüzü kadar büyüktü. “ Toprağın altındaki, birkaç tane sığınakta suçluluk duymadan, öğretilmeye çalışılan kanlı bir yaşamın dünyada seyircisi bol olur. Yeni üretilen savaş envanterinin, her zaman canlı bir hedefe ihtiyacı vardır ‘ ı destur edinen sizler… Ve yine bıyıklı, bıyıksız, beyaz insana kalırdı, o sığınaktan kurtarılmayı beklemek. Beyaz olmaktan gurur duyanlar, kendinizle övüne bilisiniz. Biliyoruz ki, Orta doğu ve diğer coğrafyalarda da sizsiz bir yaprak kıpırdamaz. Egemenlerin tek isteği: Statüsüz gördüğü mazlum halkları da kendi vahşi politikalarına bir – bir kimliksiz dâhil etmeleriydi…
Ve bütün renklerin içinde sonbaharın en güzel renklerini kendi kentlerinize taşıyan sizler. Ama toplu insan ölümlerini çağrıştıran renkleri de başka ülkelerin kentlerine moloz olarak dökebilirsiniz. Seçim ve sandıklı – demokrasi, çoğunluk mekanizmasıyla iktidara gelen bir düzende, dürüst vicdanlı insan olmaktan uzaklaşan, gücün her geçen gün kendini deney imlediği çoğunluğun yerine, bir avuç insana hizmet eden bir araca dönmesi ne kadar utanç verici…
“ Eğer her ülkede “ evrensel bir bilinç gelişirse “ yeterince insan, barış ve çevre konusunda bir şeyler yapmak gerektiğine inanıyorsa, dünyayı daha yaşanabilir bir gezegen haline çevirebiliriz…”
Ali Şeker