in ,

Yaşar Ayaşlı: Ortodoks Marksizm’in tarihsel güzergahı

Bugün ortodoks Marksizm-Leninizm dünya solu içinde azınlık durumundadır ne yazık ki. Ancak sosyalizmin yenilgisi atmosferi dağılıp, devrimler dönemine geçildiğinde tekrar ana akıma dönüşecektir

Bugün ortodoks Marksizm-Leninizm dünya solu içinde azınlık durumundadır ne yazık ki. Ancak sosyalizmin yenilgisi atmosferi dağılıp, devrimler dönemine geçildiğinde tekrar ana akıma dönüşecektir

Biz Türkiye sosyalistleri uçlarda dolaşmaya, bir dönem dilimize doladığımız bazı kavramları suyu çıkıncaya kadar kullanıp, dönem değişince her birini atıp uç kutba savrulmaya fazla eğilimliyizdir. 1970’lerde oportünizm, revizyonizm gibi kavramları tepe tepe, karşıdevrimcilikle bir tutuncaya kadar kullandık; 2000’lere gelince de bu defa da tersine dönüp hiç kullanmaz olduk. Bu neye mi yol açtı? Marksist-Leninist klasiklerle sağı ve solu arasındaki sınırların kaybolmasına, eğriyle doğrunun iç içe geçmesine. Bu, genel kanının aksine Marksizm’de olgunlaşmanın değil, ondan uzaklaşmanın, gevşemenin, irtifa kaybının işaretidir. Gerek Marksizm’in kurucuları Marx ve Engels’in, gerekse ortodoks Marksizm’in ustaları Lenin ve Stalin’in yapıtlarında bilimsel sosyalizm dışı akımlara, oportünizme ve reviyonizme karşı mücadelenin önemli bir yer tuttuğu, proletaryanın kurtuluşunun öğretisinin arılığının korunmasının bir mücadele alanı olduğu adeta unutuldu.

Mezhebi genişlere kalırsa kim “Marksistim, Leninistim” diyorsa onu öyle kabul etmek gerekir. Ancak sadece demekle öyle olunmuyor; her şeyin bir ayarı var. Ortodoks Marksizm sahtesiyle gerçeğini ayırmak için mihenk taşı görevi görür. Gerçi şimdi bazıları öfkelenecek, bunun dinozorluk olduğunu söyleyecektir. Çünkü, böyleleri “ortodoks Marksizm” kavramını, Marksizm’in vulgar determinist yorumlarıyla, dogmatizmle bir tutarlar.

Karl Marx’ın Ekonomik Determinizmi kitabının yazarı damadı Paul Lafargue’ın kendi görüşlerini çarpıtmasına Marx’ın, “Kesin olan bir şey varsa, o da benim bir Marksist olmadığım” diye ironik tepki göstermesi, Marksizm’in bizzat kurucusunun ağzından dile getirilen bir ilk formülasyon sayılabilir.

***

Ortodoks’un Yunancadaki bir anlamı da doğru mezhep sahibi, doğru öğretiye uygun demektir. Yani doktrin ilkelerine, dünya görüşüne sürekli olarak bağlı olan kişiyi ifade eder. Burada önemli olan bağlı olmanın ne demeye geldiğidir. Ortodoks terimi temel metinlerine sadık kalan bazı Hıristiyanlık ve İslamiyet kökenli mezhepler için de kullanılır. Ne ki, değişme ve gelişmeyi yadsıyan, kendilerini tartışılmaz ve kuşku duyulmaz sayan inanca dayalı öğretiler doğaları gereği skolastik ve dogmatiktir ve öyle kalmaya mahkumdurlar.

Temelleri Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından atılan Marksizm’in ilk aşaması klasik Marksizm diye anılır. Marksist felsefe (diyalektik materyalizm), politik ekonomi ve bilimsel sosyalizm olarak üç ana bileşenden oluşur.

Ortodoks Marksizm, Marx’ın ölümünden sonra (1883) Engels’in ortak öğretilerinin alanını genişletmeyi amaçlayan Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Doğanın Diyalektiği gibi yapıtlarıyla başlatılabilir. Engels’in ölümünden sonra temsilcilik görevi Alman Sosyal Demokrasisinin önderi Karl Kautsky’ye geçmiştir. Son dönemlerine kadar eksikleriyle birlikte Plehanov ve Rosa Luxemburg için de böyle denilebilir. Kautsky, Marksizm’den kısa süre sonra kopan Bernstein revizyonizmine karşı çıkmasına rağmen, yeni yüzyılın başlarında ortodoks çizgiden ayrılacak ve savaş bütçesinden yana oy kullanarak sosyal şovenizme yönelecektir. Sonuçta ikisi de Marksizm’in ana ilkelerine karşı çıkan ve giderek ondan uzaklaşan bir rotaya girmişlerdir. Kapitalist topluma uyum sağlayan sözde ortodoks Kautsky, Bolşevikleri darbeyle iktidara gelmek ve Çarlık diktatörlüğünün yerine tek parti diktatörlüğü kurmakla suçlayacak raddeye gelmiştir.

***

Tarih ne yerinde sayar ne de başladığı noktaya geri döner. Kendini tekrar etmeyen kapitalizm de 20. yüzyılda yeni ve en yüksek aşaması olan emperyalizme geçti. Birinci Paylaşım Savaşı’nın bitimine doğru genel krizi derinleşen emperyalist sistem çalkantılarla dolu devrimci bir döneme girdi. 1917’de Çarlık Rusya’sında teorik bir hipotez olmaktan çıkarak gerçeklik haline gelen sosyalist devrim, emperyalist metropolleri ve sömürge, yarı sömürge ülkelerdeki ulusal kurtuluş mücadelelerini birbirlerine bağlayan yeni bir süreç başlattı.

1917 Devrimi, yalnız başına devrim yapma yeteneğindeki Bolşevik Parti’nin iradesinin ürünü değildi. Gerek ekonominin gerekse gergin sistemsel çelişkilerin, başka bir deyişle Marx ve Engels döneminde olmayan birtakım yeni olgu ve antagonizmaların da bir sonucuydu. Kapitalizm yeni ve üst bir aşama olan emperyalizm aşamasına geçmiş, proletarya devrimlerinin ve ezilen ulusların kurtuluşlarını mümkün kılan nesnel koşullar ortaya çıkmıştı.

Yeni aşamada Marx ve Engels’in davasının doğrudan halefi, Bolşevizm’in mimarı, dünyanın en devrimci partisinin teorik ve siyasi önderi V. İ. Lenin’dir. Parti, emperyalizm tahlili, devrim, strateji ve taktikler, Sovyetler, sosyalizmin inşası gibi birçok alanda katkılar yaparak Marksizm’in alanını ve ufkunu genişletti. Teorik ve pratik katkılarında, Marksizm’i ruhuna uygun doğrultuda geliştirdiği için uluslararası komünist hareketin önderi olarak kabul gördü. II. Enternasyonal’in dönek önderlerinin rayından çıkarttıkları devrimci teori ve pratiği, tekrar Marx, Engels ve III. Enternasyonal’e bağlayan Lenin için ortodoks Marksizm’in doruğu demek yanlış olmayacaktır.

Ekim Devrimi’nin hazırlayıcılarından olup, öğrencisi olmaktan gurur duyduğu Lenin’in 1924’teki kaybından sonra, ortodoks Marksizm’in bayrağını Jozef Stalin devraldı. Troçki, Zinovyev, Kamenev, Buharin, Radek ve benzerleri, eski Marksistler olarak bile kalamayıp Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin inşasının önünde köstek haline gelirlerken, Stalin Lenin’in bıraktığı yerden yola devam etti. Marksizm-Leninizm’i “sol” ve sağ’dan gelen saldırılara karşı korudu. Sosyalist sanayileşme, kolektifleştirme, planlı sosyalist ekonomi, yeni kültürün inşası, ulusal sorun ve sosyalist anayurdun savunulmasında, dolayısıyla faşist blokun yenilgisinde önemli katkılarda bulundu.

***

Neo/post/akademik Marksizmlerin, Avro-komünizm ve “21. Yüzyıl Sosyalizmi” gibi sistem içi solun (heterodoksi) gölgesinde kaldığından fazla itibar görmeyen ortodoksi (yani Marksizm) günümüzde artık dinozorlukla, dogmatizmle bir tutulmakta, 19. yüzyılın ikinci/20. yüzyılın birinci yarısında donup kalmakla itham edilmektedir.

Oysa ortodoksluk Marx Engels, Lenin ya da Stalin’i tekrarlamak değil, tam tersine Marx’ın yöntemini teoriye ve pratiğe uygulamak, öğretilerini korumak, geliştirmek ve derinleştirmek demektir. Marksizm’in lafzına veya zamanı geçmiş tezlerine takılıp kalmadan, ütopyacılığa ve sol aşırıcılığa düşmeden açılan yoldan ilerlemek demektir.

Ortodoks Marksizm’in neyi ifade ettiği buraya kadar söylediklerimizden çıkarılabilir. Yeni Marksizm’in çığır açıcılarından birisi olmasına rağmen, Georg Lukacs doğru bir tanımlama yapmaktadır:

“…Ortodoks Marksizm, Marx’ın araştırmalarının sonuçlarının eleştirel olmayan bir şekilde kabul edilmesini ima etmez. Bu, şu ya da bu teze ‘inanç’ veya ‘kutsal’ bir kitabın tefsiri değildir. Aksine, ortodoksi yalnızca yönteme atıfta bulunur. Diyalektik materyalizmin gerçeğe giden yol olduğuna ve yöntemlerinin ancak kurucuları tarafından belirlenen çizgiler boyunca geliştirilebileceğine, genişletilebileceğine ve derinleştirilebileceğine dair bilimsel kanaattir. Dahası, onu aşmaya veya ‘iyileştirmeye’ yönelik tüm girişimlerin aşırı basitleştirmeye, önemsizliğe ve eklektizme yol açtığı ve götürmesi gerektiği inancıdır.” (Ortodoks Marksizm nedir?)

Bugün ortodoks Marksizm-Leninizm dünya solu içinde azınlık durumundadır ne yazık ki. Ancak sosyalizmin yenilgisi atmosferi dağılıp, devrimler dönemine geçildiğinde tekrar ana akıma dönüşecektir. Tıpkı II. Enternasyonalden III. Enternasyonale geçişte olduğu gibi. Her gerilemeyi bir ilerlemenin, her düşüşü bir yükselişin izlemesi tarihin değişmez diyalektiğidir.


Emperyalizme, faşizme ve sermayeye karşı mücadeleden her dönemeçte başı dik çıkmış tanınmış devrimcilerden UFUK BEKTAŞ KARAKAYA’yı dün sabah kaybettiğimizi öğrendim. Düşmanlarını sevindirecek bu kara haber, biz yoldaşlarını, yakın dostlarını derinden üzmüştür.

Bektaş Karakaya örnek bir komünist devrimciydi. 70’lerin sınıf mücadelelerinin ön siperlerinde dövüşerek pişmiş gözü pek bir militan olarak, 12 Eylül yıllarında yeraltı mücadelesinde, işkence tezgahlarında, sıkıyönetim mahkemelerinde, zindan direnişlerinde ve ölüm oruçlarında başarılı bir sınav verdi ve arkasında kimsenin silemeyeceği izler bıraktı. Faşizme ve hakkında ileri sürülen iftiralara yenik düşmedi, ne yazık ki mücadele sürecinde hasar aldığı bedeninde sinsice ilerleyen kansere yenik düştü.

Türkiye devrimci hareketi hazinesine miras bıraktığı mücadelesi ve anıları unutulmayacaktır.

sendika.org

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

„Es braucht mehr Mut und Entschlossenheit“

Planungsinstrument für eine personalisierte Wahlkampfstrategie