En büyük sıkıntıyı onlar çekiyor belki de. Ebeveynleri ile diyalogları her geçen gün azalıyor. Biz de onları anlamakta zorluk yaşıyoruz. Suçlayıcı tavırlar sergileyerek onları kendimizden uzaklaştırıyoruz. Şu zamanı baz aldığımızda, bizler çocuklarımızın olgunlaşmasına fırsat vermiyoruz. Onlara gereken sorumluluğu vermiyoruz. Çocuk doğduktan itibaren, fazla hassas davranarak, bireyi kendimize bağlı kılıyoruz. Biz olmasak, onlar hiçbir şey yapamaz algısı yaratıyoruz. Oysa çocuk her evreyi yaşaması gerekiyor. Susamadan su veriyoruz. Acıkmadan yemesi için zorluyoruz. Üşümediğini söylese dahi yok giymelisin diyoruz.
Hasta olursun diyerek, baskı yapıyoruz. Çocuk neye ihtiyacı olduğunu, öğrenmeden büyüyor. Çocuk merakla soru sorduğunda! Onu azarlayarak, sorularına yanıt vermiyoruz. Çocuk gereksinimlerinin bilincine varmadan, her şeyi büyüklerin yapacağına inanarak büyüyor. Zaman geçtikçe çocuk büyür, ergenlik çağına geldiğinde, bu defa en büyük hatamız, onu yalnız bırakmak olur. Ergenler sinirli olur. Kendi haline bırakalım, diyerek
Çocuklarla aralarına mesafe koyarak uzaklaşırlar. Önce çocuğun gereksinimlerini, öğrenmesi ve karşılanması gereken zamanlarda, ensesinden hiç ayrılmıyoruz. Ergenlik çağında en çok ihtiyaç duyacağı ilgi ve sevgiden mahrum bırakıyoruz. Çocuk biyolojik ve psikolojik bir değişim süreci içerisinde iken, bu durumla baş etme sürecini öğrenmesi, açısından en ihtiyaç duyması gereken yerde yalnız bırakıyoruz. O genç hem aile içinde hem de arkadaşları arasında bir kimlik arayışı içinde olur. Artık büyüdüğünün farkında ancak birini rol model olarak seçme ihtiyacı duyar. Eğer etrafında tehlikeli insan profili varsa ve bu insan kötülükle kazanç elde etti ise, onu örnek alır. Etrafında güzel insan ilişkileri varsa, iyi ve güzel insanı örnek alır. Her geçen gün insan ilişkileri daha da bireyselleşiyor. Genç kendini dijital platformlarda var ediyor. Gerçek hayatta her şeyin, duygularla, niyetle, insan ilişkileri ile şekil alırken, en önemli değerleri de beraberinde getiriyor. Nedir bu değerler, gerçek sevgidir. Duygusal bir bağ kurarak, yaptığın eylemlerde, kişinin hikâyesi oluşur. Bu hikâyeler, o kişinin özünü ortaya çıkartır. Olaylara daha derin bakmasını sağlar. Kendini daha rahat ifade etmesini sağlar. Karşı tarafa hassasiyeti ve hoşgörüyü sağlar. İnsan hikâyelerini duygularla birleştiğinde değerler zincirinin birer halkası olma yolunda, adım atmış olur.
Çok eski zamanları düşündüğümüzde psikolojiden hiç anlamayan, ya da eğitim almayan, ancak birlikte yaşamayı, ortak paydada buluşmayı öğrenen toplum, mutlu, huzurlu, toplumsal ahlak ve doğru davranış kurallarını seçiyorlardı. O zaman bir bütün olarak düşündüğümüzde, yani toplumsal davranış kurallarını öğrendiğimizde, değerler zincirinin bir halkası olduğumuzda, kötü davranış sergileyen insan sayısı, daha az oluyordu. İşin garip tarafı, ilaca gereksinim duymuyordu. Toplum sorunu kişiye, sadece doğru davranmak kuralını öğreterek, bundan başka bir çıkış olmadığına inandırarak, bu değerlerin bir parçası haline getirerek, sorunu çözüyordu. Şimdi ise çeşitli ilaçlarla, daha da depresif bir hal alıyor. O kişi toplumdan iyice soyutlanıyor. Dolayısı ile birlikte yaşadığı insanlarla aynı sıkıntıyı yaşıyor. Ailede yaşayan sorunlar, diğer bireyleri de etkiliyor. Adeta bir girdabın içinde, bu döngü devam ediyor. Günümüzde yaşanan en önemli sorunlardan biri eğitim. Diğeri ise, din adı altında yapılan bütün kötülüklere ve kötü davranışlara, kılıf uydurarak, korku politikalarıyla toplumu hiç etmek, eğitim alanında yaşanan boşluk. Gelecek kaygısı yaşayan çocuklarımızın, duygularını öfke ile şiddete ya da kendini ifade etme zorluğu yaşadığı için, eylemlerini şiddetle göstererek iletiyor. Toplumun yeniden değerler bütününe sarılması gerekiyor. Aksi takdirde bu güzel dünyada hikâyemizi tamamlamadan saplantılarımızın kurbanı oluruz…
Mesime Elif Ünalmış