Romanları ile edebiyat dünyasında “Çağdaş Homeros” olarak tanınan yazar Yaşar Kemal’i anlatan “Toprağın Sesi” belgeseli, Rûdaw’da yayınlandı.
Sirwan Rehim’in yönetmenliğini yaptığı belgeselde, konuklar Yaşar Kemal’in eşi Ayşe Semiha Baban, sanatçılar Ahmet Güneştekin, Zülfü Livaneli, yazarlar Müslüm Yücel, Roni Margulies, dünyaca ünlü fotoğrafçı Ara Güler, Cumartesi Annesi Emine Ocak, edebiyat eleştirmeni Prof. Dr. Norbert Mecklenburg, İsviçre-Union Yayınevi Yöneticisi Lucien Leitess ve ünlü Alman yazar Cornelius Bischoff, “Edebiyatın Çınarı” Yaşak Kemal’i anlattı.
Yaşar Kemal, 28 Şubat 2015 tarihinde organ yetmezliği sebebiyle yoğun bakımda olduğu hastanede vefat etmişti.
Belgeselde yönetmen Sirwan Rehim, Yaşar Kemal ile vefatından önce yaptığı diyağa da yer verdi. Belgeselin görüntüleri için, yazarın kendisi ve Ayşe Baban, Cornelius Bischoff, Roni Margulies ve Ahmet Güneştekin de katkıda bulundu.
“TOPRAĞIN SESİ” BELGESELİ
Yaşar Kemal: Bu savaş bitmeli. Türkiye, böyle berbat bir savaşa layık değildir. Bu savaş devam ettikçe, her savaş gibi, önce yöneticileri çürütür, ondan sonra da halkları çürütür. Ben halkımın çürütülmesine razı değilim. Bu halk, Pir Sultan Abdal’ın, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Mustafa Kemal’in ve Nazım Hikmet’in halkıdır. Bu halk, Ehmedê Xanî ve Melayê Cizîrî’nin halkıdır. Üstelik büyük destanlar ülkesinin de halkıdır bu iki halk da. Ben bu savaş için hiç bir sebep görmüyorum.
Yaşar Kemal, farklı dönemlerin roman yazarıdır. Doğanın hikayecisi, börtü ve böceğin dili, kelebeğin, kuşların ve çayırların sözcüsüdür. Yaşar Kemal, “Dağın Öteki Yüzü” romanında şöyle der: “Her insan toprağın sesini duyamaz, kulak gerekir ona”. Toprağın sesi, yazarlar ve düşünürlerin sesi biribirlerine benzer. Onların sesi, kendi içinde özel mesajlar barındırır. Savaşta, her şeyden önce insan değerini yitirir. O ses, savaşı engellemek adına haykırış dolu, efsunlu ve sırlı bir sestir. Bu sesler, korkunç yıkımların ve felaketlerin ortaya çıkmasını engelleyen seslerdir. Barışa kavuşmak için birer çığlıktır. Bu öyle bir haykırış ki, tıp toprağın sesine ve avazına benzer. Duyması ve anlaması için bir kulağa ihtiyaç duyar. Acaba kaç Yaşar Kemal daha var ki, haykırışları dağların arasından kopup gelen, güçlü seslere dönüşüpte bir ülkeyi yada bir ülkeden fazlasını savaş alanı haline getirenlere karşı durabilsin? Eğer böyle bir kulak ve sezgileri olmazsa, irkilip o sesleri duyabilirler mi?
Edebiyat Eleştirmeni Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Ben onu çağdaş dünya edebiyatının en önemli romancılarından biri olarak görüyorum.
Yaşar Kemal: Kitaplarımı okuyanlar barışçı olsunlar, yoksa zahmet etmesinler. Ben onun için yazıyorum, sostluk için yazıyorum sevgi için yazıyorum, savaşa düşmanlık için yazıyorum.
İsviçre-Union Yayınevi Yöneticisi Lucien Leitess: Bir dostuma sordum, Türk edebiyatından Almanca’ya çevrilmiş herhangi bir şey var mı? Siz de büyük yazarlar var mı? Ona sordum, o da şu cevabı verdi: “Yaşar, Yaşar, Yaşar ve….“
Yaşar Kemal ya da toprağın sesi, 1923 yılında Hemite köyünde doğdu. Hemite köyü, Çukurova bölgesinde yer alır. 1923 senesinde, köyün toprağı adeta yarılıp yeniden doğum yapacak ve bu ses daha sonra köyün bağrından kopup gelen sonsuz bir sesleniş olarak meydana çıkacaktır. Kemal Sadık Göğçeli ya da yazar Yaşar Kemal; Nigar ve Sadık isimli Kürt bir anne ve babadan dünyaya gelir. Bu Türkmen köyünde, ne kimse Kürtçe biliyor ve ne de Kürt ailesinden hiç kimse Türkçe konuşuyor. Yaşar Kemal’in çocukluğu böyle başlar. Çocukluğu, türlü dert ve acılarla geçer. Köyün camiisinde, babası gözlerinin önünde öldürüldüğünde, o henüz dört yaşındadır. Bu talihsiz olay, çocuk Yaşar’ın belini kırar ve uzun bir dönem konuşma yetisini ve gücünü yitirir. Bu faciadan sonra, bir gün kurbanlık hayvanlar kesilirken, sağ gözünü de yitirir. Vücudunun önemli bir organını kaybetmesinin yanısıra, vicdansız bir yoksulluk da kendisiyle oynar. Fakat onda adeta gizli bir güç var ve derinliklerinden gelen bu enerji onu her zaman ayakta tutacaktır. Yeniden yaratım enerjisi, yazım yeteneği, farklı karakterleri konuşturma, kuşların cıvıltısı, karınca ve arıları gözlemesi, ayrıca hayal dolu öykülerin kurgulanması Yaşar Kemal’i canlı tutan önemli etkenlerdir.
Sanatçı Zülfü Livaneli: Yaşar Kemal bir yanıyla Çukurova’dan çıkmış bir köylü çocuğu. Ikinci yanı ise orada yetişen Aydın Dino, Abdiin Dino gibi büyük sürgünde olan aydınların onun için kitap çevirmeleri ile birçok dünya edebiyatını tanımış genç yaşta. Bir yandan da Karacaoğlan derlemeleri yapmış, halk türküleri derlemeleri yapmış. Sonra Ramazanoğlu Kütüphanesinde çalışmaya başlamış, orada durmadan deliler gibi kitaplar okumaya başlamış.
“Kemal Sadık Göğçeli, tutuklanmamak ve kendisini saklamak için Yaşar Kemal oldu”
Zülfü Livaneli: Sonra İstanbul’a gelmiş. Zaten gelirken heybesinde bir tek köy yok, dünya edebiyatı var. Dinolar gibi müthiş entellektüellerle oturup kalkmış, konuşmuşuk var. ondan sonra Ramazanoğlu Kitaplığında da çalışmış. Sonra gelip burada gazeteci de olunca İstanbul’un tiplerinden birisi oldu. Yani o kadar çok uzun bir ömür geçirdi ki İstanbul’da, buranın kaybolan renklerinden biri oldu.
Lucien Leitess: İlk defa onunla Paris’te bir otelin barında karşılaştım. O otelin dar alt katında. Yaşar Kemal, bir Anadolu kayası gibi orada oturuyordu. Orada anlattı, anlattı ve yine anlattı. Bana birtakım olayları/anıları anlatıp çevirtiyordu. Kutsal şeylerden, hırsız ve çapulculardan, havadan ve sudan, üzüm tanesi iriliğindeki arılardan, zorluklardan, bataklıklardan anlatıyordu. Kısaca; öyküler, öyküler ve yine öyküler….
Ressam Ahmet Güneştekin: Yaşar Kemal gözden önce kulağa hitap eder. Çünkü, sözlü bir kültürden geliyor. Edebiyatı gezgin bir edebiyattır, sürgün edebiyatıdır. Bu açıdan da genelde bilinç altında dengbêjlerin, kilamcıların o sözlü geleneğinden faydalanıyor. Yani Yaşar Kemal’in edebiyatı bugünden ziyade geleceği anlatıyor. Çünkü, binlerce yıllık kadim zamanlardan geliyor. O Kürt hikayelerinin, sözlü Kürt edebiyatının ve bütün o Anadolu’nun bütün dillerinin hem anlatıcısı ve hem de geleceğe aktarıcısıdır.
Yaşar Kemal’in çocukluğunda yaşadığı bazı dezavantajlar ileride ona avantaj olarak geri dönüyor. Çok küçük bir yaşta gözleri önünde babasını tatletmeleri onda büyük bir travmaya yol açar. Önce kekeme olur, daha sonrasında esnasının kurban kestiği sırada bir kaza sonucu bir gözünü kaybeder. Yani bir anlamda da üç travmayı aynı anda yaşıyor. Babsı öldürülüyor, bu tavma içerisinde kekeme oluyor, dili tutulmaya başlıyor, sonrasında da bir gözünü kaybediyor. Tüm bunlar onun gelecekte inanılmaz zorluklar içerisinde yaşamasına neden oluyor. Hem bir gözünü kaybettiği için bri kadraj daralması yaşıyor, yani bütün dünyayı, bütün zamanı, bütün hikayeleri daha dar bir gözle görmeye başlıyor. Ancak edebiyatına baktığımızda bu durum ona bir avantaj olarak geri dönüyor. Çünkü her şeye artık öyle bir dikkatli bakıyor ki, her şeyin ayrıntılarına o kada iniyor ki, bir karıncanın su içtiğini, bir börtü böceğin bütün yaşamını, bir arının bal yapışını bile bize müthiş bir dille anlatıyor
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Şüphesiz bölgesel bir yazardı. Modern dünya üzerine yazan yazarlar açısından bölgesellik bilimsel bir kavramdır, fakat anlatımlarında ağırlıklı olarak belli bir yöreye/bölgeye fokus yaparlar. Dikkat çektikleri bölgeler modernizm veya sanaileşmeden uzak bu anlamda veya geri kalan bölgelerdir. Evet, bence Yaşar Kemal bu yazarlardan biridir. O da birçok eser yazmıştır, eserleri kalıcı, yöresel ve izoledir. Yani onun işi, bölgesel bir iş ve yöresel bir edebiyattır. Buna karşılık yazarı evrenseleştiren yazdığı eserleridir ve bu eserler dünya edebiyatı olarak isim yapar. Edebiyat sanatı yazarların yarattığı ve evrenselleştirdiği bir sanattır. Yaşar Kemal böyle bir isimdir ve böyle bir kabiliyete sahiptir. O yöresel özel hikayeleri yerinde oluş biçimleriyle anlatır. Yaşar Kemal, bu olayları yerinde inceler ve öyle bir anlatır ki, tüm insanlık ve dünya arasında bir köprü oluşturur. Bunu Yaşar Kemal’in tüm eserlerinde görürüz. Hangi romanına bakarsan bak, bölgesel bir bakış bulamazsın. Fakat tüm romanlarında, bir yöreyi anlattığında, özellikle de kendi bölgelerini; Çukurova ve Anadolu’yu, öyle bir üslupla olayları görür ve anlatır ki, o dert ve sorunlar bugün insanlığın ortak sorunlarıdır. Bugün insanlığın yaşadığı birçok sorun ve meseleyi, Yaşar Kemal, çok daha önceden insanlığın sorunları olarak görüp anlatmıştır.
Yazar Müslüm Yücel: Ulusal özelliklerinin tamamını üzerinde toplayan bir yazardır. Yaşar Kemal’in dili Türkçe’dir ama ruhu ve felsefesi ve beslendiği kaynakların büyük çoğunluğu Kürtlerin ve Kürtlere ait bir dünyadır. ‚İnce Memed‘ romanından tutun, son romanı ‚Bir Ada Hikayesi’ne kadar, Yaşar Kemal’in dünyası bu kadardır. Örneğin; ‚Bir Ada Hikayesi’nde Oso adından bri dengbêjden bahseder. Bir adaya giderler, herkes gider, bütün dilerden, bütün mesleklerden. Ama dengbêj Oso’nun bir mesleği yoktur. Ona ’sen ne iş yaparsın?‘ diye sorarlar, o da ‚dengbêj’im der. Orada işte Poyraz vardır, adanın sorumlusu, ona der ki “Senin bir iş yapman lazım ve bir de sen Kürtçe söylüyorsun, kimse anlamaz.” Fakat Oso yanıt verir: “Ben dengbêj’im, hangi dilde söylesem de herkes beni anlar.“ Bu aslında bir nevi Yaşar Kemal’in romanının bildirisi ve ruhudur. Yaşar Kemal ne yazarsa yazsız, Türkçe de yazsa bu Kürtlere de aittir. Türk’e, Ermeni’ye ve Rumlara da aittir.
Bazı yaşam değerleri ve temel prensipleri var ki Yaşar Kemal’in de bunları bilmesi ve nasıl hareket etmesi gerektiği konusunda fikirlerinin olması gerekirdi. O ne zengin, ne yönetici ne de aristokrat bir aileden gelmişti, fakat o farklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Onun söylediği gibi: “Öyle bir ev ki, Evdalê Zeynikê içinde, bağdaş kurup kilamlar söylemiş ve destanlar anlatmıştı.“
Zülfü Livaneli: Yaşar Kemal’in yaptığı işi kavramak için tek boyutlu bakmamak lazım. Ç.ok zengin bir prizma gibi, yani çok değişik yönleri olan bir insandı. Mesela bazıları onu köy edebiyatı içine hapsetmeye çalıştılar oysa öyle değil, köy değil. Köyleri yazıyor diye köy edebiyatı içinde değerlendirilemez ve William Faulkner de Amerika’da, o da köyü yazıyor, o da pamuk işçilerini yazıyor. Ondan sonra herkes kendi bölgesinden gördüğü birtakım insani özellikleri bütün dünyadaki insanlara uyguluyor ve evrensel edebiyat o zaman ortaya çıkıyor. O yüzden Yaşar Kemal’in romanları bütün dünyada çok sevildi. Fransa’da mesela Elize Sarayı’nda François Mitterrand ona ‚Legión de Honor‘ ödülü verdiği zaman, ben de oradaydım. Federico Fellini, Yaşar Kemal, Joris Ivens ve Elie Wiesel o ödülleri almışlardı. Orada yapılan konuşmalar falan da çok hoştu tabii ve Mitterand’ın, Fransa Cumhurbaşkanı’nın bir radyo konuşmasını ben duymuştum, söyledim Yaşar Abi’ye de. “Ben hayatım boyunca geniş okyanus kıyılarında yaşamak istedim. Ama politikadan dolayı buna vakit, fırsat bulamadım. Fakat Yaşar Kemal’i okuduğum zaman, işte okyanus kıyısındayım gibi hissediyorum kendimi” diyordu.
Gazeteci yazar Roni Margulies: İnce Memed batı dilerine çevrilmiş Türkiye’den çıkan tek roman idi. Yaşar Kemal’in edebiyat açısından ünlü olmasının nedeni ‚İnce Memed’tir. Size şunu göstereyim; Benim imzalı Türk şiirleri topluyorum, böyle bir kolleksiyonum var. Fakat bunları ararken İnce Memed’in birinci baskısının imzalı bir kopyasını buldum. Roman almıyorum ama bunu bulunca dayanamadım ve aldım. Bu ilk baskı ve daha da güzel olan yanı, kitabın imzalanmış olmasıydı. Yaşar Kemal, bu kitabı Melih Cevdet Anday için imzalamış. Kitabın üzerindeki tarih: 1 Ekim 1955’i gösteriyor. Üzerinde şöyle yazıyor: “Melih Cevdet Anda’ya sevgi ile yan yana…“ Evet, bu kitap Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir.
Zülfü Livaneli: Ben İnce Memed’i ortaokul çağlarında okumuştum. Çok sevdiğim bir kitaptı, hatta roman bittiği zaman onu öpmüştüm, onu hatırlıyorum. Hayatımda bir defa bir kitap öpmüştüm, o kadar hayran olmuştum.
Yaşar Kemal (Berlin: Dünya Kültürleri Evi 1997): Türkiye’de demokrasi sorunu Kürt Sorunu’ndan geçer. Bütün tarih boyunca Kürtler’in nüfusu bütün Anadolu halkının üçte biri olmuştur. Ve milattan önce 2. yüzyıldan bugüne gelen tek Mezopotamya dilidir Kürt dili ve çok zengin bir dildir. Böyle bir halk asimile edilemez.
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Yaşar Kemal’in ele aldığı konular, bir karakteri yaratmadaki iradesi ile bağlantılıdır, o karakterler geleneksel ve moderndir. ‚İnce Memed‘, kendi halinde, sade, Anadolu’lu bir ırgattır. Yaşadığı aşk ilişkisi ve bundan doğan karşıtlıklar sebebiyle, anında ortaya çıkan bir yüzleşmeden dolayı üst sınıflara ve egemenlere karşı baş kaldırır. Yörenin büyükleriyle karşı karşıya gelir ve isyan eder. Gittikçe de durum daha çetrefilli bir hale gelir. Toplumsal açıdan gerçekçi bir olaydır ve bir hikaye olarak, 20.ci yüzyıl başlarındaki çelişkilere işaret eder. ‚İnce Memed’i bu kadar başarılı kılan ve eserde egemenleri korkutan sarsıcı bir dönüm noktası var ki; Yaşar Kemal, burada karaktere bir romantizm de kazandırır, ajitasyona da baş vurarak bu yolla okuyucularına, özellikle de Türk okuyucuya göstermek istiyor ki, bu isyan Anadolu’da hep vardı ve hala da devam ediyor.
Lucien Leitess: Bu kitap Yaşar Kemal’in en önemli ve bilgi dolu eserlerinden biridir. Çünkü kitap konusu itibarıyla, feodalizmin büyüklüğünden ve korkunçluğundan bahseder ve konuyla ilgili olarakta, derebeyliğin yeni sermaye düzeni ruhununun kalpsizliğine, pisliğine karşı yaşadığı korkuyu anlatır. Yazarın üslubu sosyalizme yakındır bunu söylerken: Derebeylik sürecinin ruhu, yoldaşlık ve eşitlikle eritildiğinde, mücadele birbiriyle bağlantılı olarak birleşip yarına taşınmalı der. Geleceği özgürleştirelim diye. Bu onun insanlığı idi.
Yaşar Kemal: İstesem sadece para bulmakla kalmaz zengin de olurdum. Ancak benim için sözcük kutsaldı, sözcüklerin gücüne inandım. Bunun aksi olan ve başkalarının emeğine konan yazarlar yazar değil, insan bile olamazlar
Ahmet Güneştekin: 2000’li yılların başında babamı kaybettim. Babamı kaybettiğim yıllarda, 2003 yılında büyük bir sergim olmuştu. O sergiye Yaşar Kemal gelmişti. Yaşar Kemal ile bizim biraraya gelmemiz, bir daha kopmamak üzere dostluğumuz, baba oğul ilişkimiz o gün başlamıştı. Önce yaptığım sanatı çok sevmişti. Sonra kişiliğimi sevdi ve sürekli görüşmeye başladık. Neredeyse her hafta biraraya gelmeye başladık. Sonra zaman içinde o bana ‚oğul‘ ben ona ‚baba‘ demeye başladım. Yani birbirimizin eksikliklerini bulmaya başladık, birbirimizi tamamladık. Aslında aynı şeyleri söylüyorduk. Yani onun edebiyatta yaptığını ben resimde yapıyordum. Ben de 7 yada 8 yaşlarında Yaşar Kemal’i tanımaya başlamıştım. Edebiyatıyla tanışmıştım, ‚İnce Memed’i tanımaya başlamıştım, ‚Binboğalar Efsanesi’ni tanımaya başlamıştım. Yani onun o en zengin hikayelerini bir anlamda okumaya, tanımaya başlamıştım. Fakat enteresandır. O hayranlık duyduğum adam bir gün benim hayatıma girecek, hayatımda önemli bir yer edinecek ve ilişkimiz bir baba oğul ilişkisine dönüşecek, daha sonraki yıllarda sanatımı etkileyecek, yaşamımı etkileyecek, politik duruşumu etkileyecek, insanlara ve insanlığa bakışımı değiştirecek bir bilge ile karşılaşmıştım. Bu tabi benim hayatımın en büyük kazanımıydı. Ben her zaman söylerim, Yaşar Kemal benim üniversitemdir, beni mezun eden adamdır. İyi insan olmamızı sağlayan bir adamdır. Şunu söylerdi; “İyi insanlar biraraya geldiğinde iyi şeyler olur, iyi insanlar olmaya çalışın.”
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Halk edebiyatına karşı büyük bir saygısı vardı, fakat her zaman bağımsız bir şekilde o edebiyatın kaidelerinden uzak durmaya çalışır ve özgür bir şekilde edebi oyununu oynardı. Örneğin; anlatım sanatında tekrarı kullanırdı, fakat bunu yeni bir ruhsal durumu anlatmak ve daha somut bir hal alması için yapardı. Psikolojik bir tahlil ve derinlik için yapmazdı. Psikoloji yazarlarının yazdığı üslupla yapmazdı. Örneğin Dostoyevski ruhsal durumu direkt bir şekilde anlatırdı. Ola ki Yaşar Kemal bir durumu 3 kez anlatsın, zor ve bezdirici bir işle ilgilenmek gibi olsun, fakat Yaşar Kemal okuyucuya bununla direnmenin ve karşı durmanın ne kadar zahmetli olduğunu anlatmaya çalışır. Bu somutlaştırma ve ruhsal durumun indirekt anlatımı, halk destanları, edebiyat anlatımından oldukça farklı bir duruma işaret eder.
Ahmet Güneştekin: Daha sonraki yıllarda tabii sanatıma da çok büyük bir etkisi oldu. Maviyi sevdirdi bana. Yaşar Kemal maviyi severdi. Ben de acaba Yaşar Kemal niçin maviyi bu kadar çok sever diye sorardım kendime. Sonra o içindeki özgürlük tutkusu, eşitlik tutkusu, aslında onu ifade eden renkti mavi. Daha sonra sanatıma o kadar büyük etkisi oldu ki, adeta bir mavi dönem oluştu bende. Çünkü benimle her karşılaştığında, ya da telefon açtığında; “Oğlum yeni bir mavi var mı?“ diye sorardı. Ben; “Evet baba“ deyince de, “hadi gel, beni al“ derdi. Gidip onu alır buraya getirirdim ve mutlaka onun için bir mavi resim yapardım.
Müslüm Yücel: Yaşar Kemal, hiçbir zaman bir yere doğrudan mal edilemez. Daha geniştir. O yüzden Yaşar Kemal’in kan bağı olduğu en büyük edebiyatçı Homeros’tur. Çünkü, Yaşar Kemal mit yaratıyor. Edebiyatta kahraman yaratılır ama mit yaratmak zordur ve yazarın bunu kurgulaması olağanüstüdür. Örneğin şöyle bir şey; Feqîyê Teyran’dan bahsederken birden bir ışık patlar, işte Kürt motifleri açısından. ‚Cembelîyê Kurê Mîrê Hekarî‘ hikayesinde bir şey var; Cembelî, koyunları sudan geçirirken kaval çalar. Bunlar Yaşar Kemal’in dünyasını besleyen ana etkenlerdir ve Yaşar Kemal bunlar üzerinden bir roman bina etmiştir. Romanın kurgusu da gücünü buradan alır. Olay örgüsü, zamana ve tarihe bağlı değil, romanın akışından üslubuna kadar bütün yönleriyle romancı orada kendini teknik olarak bir dünyanın içerisinde bulur. Bir aile inşa eder, bir dünya inşa eder ve bunun içerisinde romancı kendi yerini edinir. Kendine ait bir gerçekliği vardır. Nasıl ki Márquez’in büyülü bir gerçekliği varsa, Yaşar Kemal’in de mite dayalı bir gerçekliği, bir roman dünyası vardır.
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Yaşar Kemal’in Almanca’ya ‚Ağrı Dağı Efsanesi‘ ismiyle çevrilmiş bir kitabı var. Sanırsam Türkçesi de aynı isimle yayınlanmış. Öyle görünüyor ki eser halk ve destan edebiyatına ait. Alman Yayınevi bu şekilde yayınlamış. Bu destan, gerçek bir Kürt destanı yada Anadolu destanıdor. Fakat bu doğru değil. Bu hikaye, Yaşar Kemal’in hayal ve düşünce dünyasının bir ürünüdür. Yaşar Kemal, bu eserinde halk edebiyatından bir kalıp yada üslup alarak onunla oynamıştır. Olursa eğer bir şekilde Brecht ile eileştiriresek şunu söyleyebiriz ki, onun yaptığı iş, yabancılaşma ve yabancılaşmanın etkisiyle ilgilidir. Yaşar Kemal, halk edebiyatı yada üslubunu anlatmakta, modern bir yazardır, aynı zamanda aktif ve canlı bir yazardır. Yani herşeyi halk bilimcileri, ve edebiyatçılar gibi folklorden almaz. Folklorcüler ve edebiyatçılar gibi derleyip onların üzerine çalışmaz, hayır, o kendisi bu şi yapar ve gençliğinden beri de bu işi yapmaktadır. Halk edebiyatı, iktidar ve egemenlerin edebiyatının karşısındadır. O direniş edebiyatını oluşturur ve başkaldıran bir edebiyatın sahibidir. Öyle bir edebiyat ki, yüzlerce yıllık Osmanlı egemenliği altında gelişen edebiyata karşıdır. O başkaldıranların, rıza göstermeyenlerin, bir belge gibi başkaldırıyı anlatan hikayelerin ve destanların hamuruyla yoğrulmuştur. Düşünce ve hayal dünyasını bunlar meşgul etmiş ve anlatımlarında bunları görürüz. Bu çerçevede o en fazla ‚İnce Memed’ eseri ile özdeşleşmiştir.
Lucien Leitess: Yaşar Kemal, benim için her zaman Anadolu’nun sesi olmuştur. Geçmiş onbinlerce yılda Anadolu çağdaş uygarlığın beşiği idi. Dünyanın hiç bir yerinde o kadar farklı kültürlerden farklı sınıflar birarada olmamıştır, burada olduğu gibi. Anadolu’da bir gezintiye çıkın ve o zaman görürsünüz ki; Rumlardan Grekler’e, oradan Haçlılara, birçok şey ve birçok kültür, farklı tarihlerde birarada erimiştir. Bütün bunlar, hem dünya hem de insanlık kültürüne ait. Yaşar Kemal, her zaman söylerdi: “Anadolu, 72 dilin vatanıdır. Aynı zamanda farklı grupların, halkların ve medeniyetlerin vatanıdır.“
Yaşar Kemal: Ülkemizim onurunu, kültürel zenginliğini kurtarmak bizim kendi ellerimizde. Ya gerçek bir demokrasi yada hiç, ya gerçek bir demokrasi ya da hiç.
Lucien Leitess: Gerçekten ilk görüşmemizden ve ilk karşılaşmamızdan itibaren ben Yaşar Kemal’i sevdim. Ona aşık oldum. Büyük bir yüreği olan, etkileyici ve sizi bağrına basan bir yanı vardı. Bu duyguların dışında başka da birşey söylemem zor.
Tarih: 1915 yılı, Yaşar Kemal’in ailesi ile birlikte Van’dan Çukurova’nın köyüne göç ettikleri sene. O zamanlar, devletin Ermeni’lerin taşınır ve taşınmaz mallarına el koyduğu, evlerini gelen yeni göçmenler arasında paylaştırdığı yıllar. Doğa, okumak, yaşam, bunun anlamı ve tabiat, Yaşar Kemal’e çok şey vermiştir. Onun insani yanı ve insan hayatına verdiği değer, sevgiden ve doğaya olan saygısından ileri gelmektedir. Efsanelerle büyüyen yazarın anlatımındaki o büyük yetenek kaynağı, her zaman doğanın ta kendisi olmuştur. Efsaneleşmiş bir yazardır o……..
Yaşar Kemal: Annem derdi ki; “Hiç bir kuş, yuvasından çıkarılan başka bir kuşun yuvasında hayır görmez.”
Karamüftüoğlu Arif Bey, Kadirli’de yeni göçmenleri yerleştiren komitenin başkanıydı. Ermeni Soykırımı ve sonrasında taşınır ve taşınmaz mallarına el konulduktan sonra, devlet, bir kısım mallarını ve tarlalarını yeni getirilen göçmenler arasında paylaştırır. Yaşar Kemal’in ailesi de, ki Rus Savaşı’ndan sonra göçertilmişti, o karanlık dönemde kendisini Kadirli’de bulur. Yaşar Kemal’in babasının bir arkadaşının o dönem sorumlu olan Karamüftüoğlu Arif Bey’e atfen yazdığı mektup, Yaşar Kemal’in babası tarafından korunur. Arif Bey, Yaşar Kemal’in babasına der ki; “Ben bu köşkü çiftliği ile birlikte sana vereyim.“ Yaşar Kemal’in babası ise “Ben istemem“ der.
Karamüftüoğlu sorar: “Öyleyse buraya neden geldin?“
-Beni bir yerlere yerleştirmen için.
-E, bak sana en iyi evi veriyorum ve bu ev de senin mülkün olacak.
– Ben başkalarının evini istemem. Annem derdi ki: „Hiç bir kuş, yuvasından çıkarılan başka bir kuşun yuvasında hayır görmez“.
– Onlar kuş değil, Ermeni.
Yaşar Kemal’in babası der ki: “Hayır, onlar kuş“
– Ermeniler.
– Kuşturlar.
– Ermeniler.
– Kuşlar.
Vesaire….
„Ah geveze Kürtler“… Karamüftüoğlu bu şekilde dostu Hurşit Bey’e Kürtlerin oraya göçerttirilmesine karşı çıkar. Arif Bey sinirden çıldırır, jandarmayı çağırır ve ona der ki; “alın bunları götürün, Hemite köyünün taş evlerine yerleştirin.“
Gözlerden uzak ve ihmal edilmiş Hemite köyü, bu şekilde bir yazarın doğumuna beşiklik eder, o yazar ki, yazım ve edebiyat tarihinde coşkulu bir nehir gibi sonsuz bir şekilde çağıldar.
Yaşar Kemal: Bu savaş dursun diye ben savaşımı verdim. Kardeşin kardeşi öldürmesini engellemek için. Binlerce yıldır dilini konuşan bir halkın dilinin yasaklanmaması için savaşmı verdim. Gerçek bir demokrasi bir ülkenin uygarlığı, insanın insan olması demektir. Diktatöryaları gördük. Sovyetler Birliği diktatoryasını gördük, çok diktatörya gördük, bunlardan bir hayır çıkmadı. Diktatöryalarda yalnızca savaşlar çıkar.
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Yaşar Kemal, bir bütün olarak Güney ve Güneydoğu Anadolu üzerine yani Toroslar ve Akdeniz arasındaki sahayı yazmıştır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ailesi ile birlikte mecbur kalıp Van Gölü kıyılarından göç edip Çukurova’nın bu kasabasına gelmişlerdir. Daha önceleri buraların yerleşik nüfusu Ermeni ve Kürtlerden oluşmaktaydı. Her zaman ailesinin geldiği yöre ile bir ilişkisi vardı. Genç bir gazeteci olarak Anadolu’nun bütün bölgeleri üzerine yazar. Van’a vardığında eski Ahtamar Kilisesi üzerine bir tehlike olduğunu yok edilmek istediğini fark eder. Liberal bir asker sayesinde Ahtamar Kilisesi’nin yıkılmasını engelleyebilmiştir, ki o zaman Türk devleti Ermeniler’e ait bu kültür hazinesini ortadan kaldırmak için hazırlık içerisindeydi. Yaşar Kemal bunu engellemiştir. Bu kilise, Van Gölü’nde güzel ve ferahlatıcı bir adacıkta yer alır ve söylediğim gibi ismi ‚Ahtamar Kilisesi’dir. O liberal asker, Yaşar Kemal’i kilise üzerine yazması için teşvik eder. O da Ahtamar üzerine etkileyici bir röportaj yapar ve Cumhuriyet gazetesinde yayınlanır. Yazı yayınlandıktan sonra Kültür Bakanı okuyunca irkilir ve bütün yıkım hazırlıklarını durdurma kararı alır. Öyle ki askeri kuvvetler de buna karşı çıkmaz ve böylece kilise yıkımdan kurtulur. Bu kilise günümüze kadar varlığını korumakta ve modern bir şekilde restore edilmiştir. Bu hususta Yaşar Kemal’e teşekkür etmek gerekiyor.
Yaşar Kemal: Bugünün Türkiye’si iyi durumda değil. İşkence vardır. Hapishaneler binlerce insanla tıka basa dolu. Bugünün hapishaneleri toplama kampları gibiler. Ülkemizde meydana gelen olaylar inanılır gibi değil.
Cumartesi Annesi Emine Ocak: Hasan’la beraber halk için çalıştı. Her yerde insanlara yardım etmeye koşardı. Bir ara mezarlıkta halka yardımcı olurken onu da katlettiler, çok vahşi bir biçimde oğlumu öldürdüler. Oğlumu kaybettikten sonra, ben de Cumartesi Anneleri saflarına katıldım. Cumartesi günleri yapılan anma etkinliklerine katıldım. Orada Yaşar Kemal’i tanıdım. Çünkü birçok kez dayanışma için gelmişti oraya. Maalesef okumam yazmam yok, fakat Yaşar Kemal devamlı bir şekilde Galatasaray Lisesi’nin önüne gelir, bizi ziyaret ederdi.
Yaşar Kemal, sadece bir kitap ve roman yazarı değildi, o olayların içinde olan bir yazardı. O, nerede insan hakları ihlalleri varsa ve insan onuru tehlike altındaysa oradaydı. O nedenledir ki Hasan Ocak’ın annesi gibi bir anne onu anlatırken yüreğinden konuşur. O yüreği yaralı anne ki okur yazar değildir ve Yaşar Kemal’in edebi eserlerini de okuyamamıştır, fakat tavır ve insani yanıyla Yaşar Kemal’in ne kadar önemli bir isim olduğunu hissetmişti. Cumartesi Anneleri, kızlarını ve oğullarını Türkiye’de faili meçhul cinayetlere kurban vermiş veya kaybettirilmiş annelerdir.
Emine Ana: Keşke Hasan’ım hapisten çıkmasaydı, belki o zaman öldürülmeyecekti. O dönem cezaevindeydi. Onu sürekli ziyarete giderdim. Öldürüldükten sonra Cumartesi Anneleri ile Galatasaray Lisesi önüne oturma eylemine giderdim, Yaşar Kemal’i orada tanıdım. Tanır tanımaz sevdim ve ölümüne kadar da yüreğimde yaşadı. O gönülden bizimleydi. Gördüm ki acılarımıza ne kadar içten yaklaşıyor ve bizimle sürekli dayanışma halindeydi.
Yaşar Kemal: ‚Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.‘ Bu felakete bir bakın! Bu kadar iğrenç birşey söylenemez hiçbir zaman. Bir milletin dostu olmasa o millet yok olurdu. Bir ülke halkına bundan daha korkunç bir söz söylenemez.
Zülfü Livaneli: Yaşar Kemal, sadece bir yazar olarak değil, bir insan gibi düzgün ve ilkeleri doğrultusunda yaşamaya çalıştı. Mahkum olduğu zaman da yanındaydım tabii ki, burdaydım. Mahkemeye gittik, ondan sonra 5 yıla mahkum ettiler sözlerinden dolayı. O da mahkeme heyetine; “Ben de sizi mahkum ediyorum“ dedi. Fakat dediği de şuydu; Türkiye’de barış olsun, insanlar birbirini öldürmesin, Kürtlere dilini verin, kültürel haklarını verin, onlara saygın bir halk olarak kaderini tayin hakkı verilsin, istediği gibi yaşasın. Ve bu iki halk arasında kardeş kavgası olmasın. Dediği buydu. E bundan hoşlanmadılar, mahkum ettiler. Ama Türkiye onu yapamadığı için bugün hala nerelerde sürükleniyor görüyoruz işte.
Lucien Leitess: Yazarlar hangi ulusa tabiidirler? Onlar hiçbir ulusa ait değiller. Onlar dünyanın mülküdürler. Üstelik hiç bir siyasi sınırı kabul etmezler. Burada önemli gördüğüm şey damardır, bir yazarın hangi edebi damarı eserini oluşturur. Yaşar Kemal de şüphesiz bu damar Kürtçe sözlü anlatım geleneği ve anlatım dilidir. O toplumun hikaye anlatıcılığı ve dengbêjlik geleneğidir. Yaşar Kemal o toplumda büyümüştür. O dengbêj olmak istemiştir, fakat sesi buna uygun değildir. Sesi yerine beyni daha iyi ve uygundu (Gülüyor). O nedenle yazar oldu. Ben bir halkın, bir yazarı sadece kendisinin mülkü olarak görmesini ve reklamını bu şekilde yapmasını doğru bulmam. Öyle görünüyor ki, her yöre, her kültür öğrenim kaynağı olabilir ve yazar oraya aittir, orada büyür ve gelişir, geldiği yere bir aidiyeti vardır.
Ara Güler: Yaşar Kemal, benim çocukluk arkadaşım. İstanbul’a geldiği günden beri tanıyorum. Yaşar Kemal, okunması ve dinlenmesi gereken bir yazardır. Onu da hem bizim milletimiz hem de diğer milletler yapmıştır. Yaşar Kemal, zaten bilinen bir isimdir. Yani kimsenin de Yaşar Kemal’i propoganda yapmaya ihtiyacı yoktur. Türklerin yazarı değildir, dünya yazarıdır. Türklerin de yazarıdır, ama bütün dünyanın da yazarıdır. Bir yazar bir millet için yoktur. Gothe Almanlar için mi yazdı, yada Jean Paul Sartre yalnız Fransızlar için mi vardır? Bütün dünya medeniyeti için vardır. Sanatkarlar bütün dünya için vardırlar. Politikacı, partici değildir bunlar, anladın mı?
Yaşar Kemal: Türkiye’de hiç bir zaman gerçek bir demokrasi olmadı. Hiçbir zaman Türkiye kendisini faşist bir anlayıştan kurtaramadı. Kültürlerin birbirini yok etmesi yerine birbirleriyle beraber yaşaması gerekir.
Yaşar Kemal’in 13 romanını Türkçe’den Almanca’ya çeviren Alman dilbilimci ve çevirmen Cornelius Bischoff, Yaşar Kemal’in eserleriyle nasıl tanıştığını şöyle anlatmaktadır:
“1951 yılında arkadaşım olan Türk fotoğrafçı Orhan Peker bana onun bir romanını takdim etti. Çok iyi hatırlıyorum, Orhan şöyle demişti: “Bu kitabın yazarı, kitabı 22 yaşındayken yazmış.” Sonra, “Bu sempatik gencin adı Yaşar Kemal ve öyle inanıyorum ki büyük bir yazar olacak” demişti. Bischoff, elinde tuttuğu kitabı göstererek; “Bu kitap o dönem Orhan Peker’in bana verdiği roman, ‚Teneke‘ isimli bir roman. Benim Türk Edebiyatı ile tanışmamda ‚Teneke‘ ilk eserdir. ‚Teneke‘, Yaşar Kemal’in ilk eserlerinden biri, ama aynı zamanda daha sonra dünya çapında bir edebiyat ve sanat eseri olarak kâbul görür. Yine Avrupa’nın en önemli operalarından biri olan, „Scala de Milano“ bu eseri opera tarzında sahnelemiştir.“
Cornelius Bischoff: ‚Teneke‘ isimli roman Türkçe okuduğum ilk eserdi. Okuduktan sonra onu Türkçe’den Almanca’ya çevirmeye karar verdim. Şüphesiz ki kitap baştan sona Anadolu’yu anlatmaktadır. O kadar hoşuma gitti ki çeviriyi gözardı edemezdim, neden? Çünkü doğuya ait orojinal bir eserdi. O zamanlar Türkiye ve Ortadoğu hakkında Almanca’ya çevrilmiş pek çok kitap vardı, fakat ‚Teneke‘ başka bir şeydi. Roman, beni çok etkiledi. Kısaca şunu söyleyebilirim, çok çok iyi bir kitaptı.
Yaşar Kemal: Ne kadar doğa ve canlılardan uzaklaşırsak o kadar da kendimizden uzaklaşırız.
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Yaşar Kemal’in insan ve doğa katliamından kastı, sadece Ermeni ve Ezidi’lerin katlimamından ibaret değildir. Jön-Türkler’in, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında sebep oldukları o kargaşa ve göçertmeler sonucunda, bu insanların sürgünleri ve oluşan yeni durumları da içeriyor. 1923 yılında yapılan Türk ve Rum mübadelesinde yaşananların bütünü insan hakları ihlalleriydi. Bu insanların doğup büyüdükleri yerlerden koparılıp başka yerlere sürgün edilmeleri suçtu. Bu zorlu göçerttirmeler ve doğal yaşama alanlarının zorla tahrip edilmesi, aynı zamanda bilinçli bir hareketti. Yaşar Kemal için doğa özel bir konudur. Doğa sadece Yaşar Kemal’in romanlarında bahsettiği ve bu insanların göç ettikleri yerler değildir. Doğa aynı zamanda onları kucaklayan ve bağrına basan bir olguyu da simgeler. Ana kucağı denilen şey, doğanın da bir parçasıdır, insan kendisi doğayı bozduğunda, aynı zamanda kendi yaşamının devamını da tahrip etmektedir. Bu hususta Yaşar Kemal’in “Kuşlar da Gitti“ isimli çok iyi bir romanı var. Romanın kendisi, Anadolu’yu anlatmaz ve olaylar İstanbul’un merkezinde gelip gider. İstanbul’daki sokak çocuklarını anlatır, kuşları yakalayıp satan ve bir kısım kazanç elde etmek isteyen gençleri. Fakat dünyanın doğa sorunu ekseninde kuşlar başka bir tür olarak İstanbul semalarında uçmaktalar. Ben romanı okuduktan sonra, eşimle birlikte İstanbul’da Yıldız Parkı’nda otururken bir kuş sürüsünün gökyüzünde uçuşuna tanık oldum, sersemleştim. Direkt o konuya gittim. Ya da Marmara Denizi’nde balık ve balıkçılık konusu.
Lucien Leitess: Yaşar Kemal, Almanya’da büyük bir edebi başarı kazandı. Eserlerinin yayınlanmasından sonra iyice tanındı. 1997 yılında Almaya’da Kitap Barışı Ödülüni aldı, o artık tümden tanındı. O ödül insanın Almanya’da alabileceği en büyük ödüldür. Bu ödülün aynı zamanda siyasi ve medyatik etkisi de oldukça fazladır. Okuyucular arasında da, Almanya’da yüz, hatta ikiyüzbin yeni okuyucu da Yaşar Kemal’i tanıma imkanı buldu. Elbette daha önce de Yaşar Kemal’in kitapları Almanca’ya çevrilip bir kısım okuyucuya ulaşmıştı. Halk eserlerinden haberdardı. Almanya gibi büyük bir sayıda Türk göçmenlerinin yaşadığı bir ülkede Yaşar Kemal’in gözardı edilmesi mümkün değildi. Soru şuydu: “Bu göçmenlerin ülkesinde büyük bir yazar var mıydı?“ Bundan sonra yayınevi olarak ta, bizim için de Yaşar Kemal ile artık yıllar sürecek bir edebi süreç başladı. Evet, zor bir işti, kolay olmadı. Fakat artık Yaşar Kemal dünya edebiyatında kendine yer edinmiş büyük bir isimdi.
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Bugün sadece Türkiye’de değil, birçok yerde aynı korku var; siyasi hareketler ve muhafazakar islamistler bir tepki hareketi olarak modernizmi kötü bir şey ve hareket olarak reddedip geriye götürmek istiyorlar. Şüphesiz islamistler bütün yönleriyle modernizme karşı bir hareketlilik içindeler. O nedenledir ki bu hareketlere karşı yazan yazarlar Türk bile olsalar Kemalizm’e karşıdırlar, her ne kadar Kemalizm seküler de olsa, din ile devleti birbirinden ayırmış bile olsa, birçok yazar var ki, Yaşar Kemal de onlardan biri, şiphesiz onlardan önceki kuşak ta, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, bu yazarlar o döneme kadar Kemalizmi övdüler ve dediler ki; İyi idi, Osmanlıların yüzlerce yıllık egemenliği son erdi, ve Türkiye modern bir devlet olarak doğdu. Fakat sözümona bu modern ülke, işleyişi itibarı ile ve yaptıklarıyla milliyetçi, militer, monokultürel ve baskıcı bir ülke oldu. Onlar cesurca bu devleti reddettiler, fakat yeni oluşan devlet de sorunlu bir vücut gibi. Bu yanıyla Antikemalist olduğunu söylemek mümkün, fakat Osmanlı’nın geri dönüşü anlamında değil, birçok Türk aydınının istediği şekilde, henüz hazır olmayan bir modernizmi amaçlayarak. Modernizmde olan özellikler ne o zaman, ne şimdi, ne de Yaşar Kemal’in yaşadığı dönemde doğru bir modernizm değil.
Ünlü Alman yazar Cornelius Bischoff şöyle der: „Ben sadece Yaşar Kemal’in kitaplarını çevirmedim. Biz bir birimize çok yakın iki arkadaştık. Öyle bir arkadaşlık ki Bischoff bunu “hayat arkadaşlığı” diye adlandırır. Bischorff, Yaşar Kemal ile tanışmasını şöyle anlatır:
Cornelius Bischoff: 1950’li yılların İstanbul’u. O zamanlar Yaşar Kemal, Bakırköy’de ben ise Yeşilköy’de yaşardık. Yaşar Kemal, her zaman yaya olarak Bakırköy’den Yeşilköy’e kadar yürürdü. Dayı ve amca çocuklarım da o zaman İstanbul’da yaşarlardı. Onların vasıtasıyla Yaşar Kemal’i tanıdım. Nasıl mı? Onlar bana Yaşar Kemal’den söz ettiler: Yazar Yaşar Kemal her sabah Bakırköy’den Yeşilköy’e doğru yürüyüş yapar. Gider ve sonra geri döner. Günlük bir iş/alışkanlık olarak yapardı. Yaşar Kemal’i bu şekilde yeğenlerim sayesinde tanıma fırsatı buldum. Fakat tam olarak ne zaman tanıştık hatırlamıyorum. Sadece onu dayı ve amca çocuklarım sayesinde tanıdığımı hatırlıyorum.
Yaşar Kemal: Ben sabah 7’de kalkar Abant Gölü sahiline giderdim, 7 kilometre yol yürürdüm, düşünür ve roman yazardım. Sonra gider bunları kağıda dökerdim. Sanırsam 9 romanımı bu gölün sahillerinde yazdım.
Cornelius Bischoff: Platon da öyledi, gezgindi, gider gelirdi, Yaşar Kemal de. Yaşar Kemal de prepatetiker bir yazardı, gider gelir, yürüyüş yapar ve hareket içindeydi. Bu hareketlilik içerisinde yazardı. Bir kere Yaşar Kemal’e sordum; “neden bu kadar yürüyüş yaparsın, peki ne zaman yazmaya imkanın oluyor?“ diye.
Bana şu yanıtı verdi: “Eğer yürümezsem yazamam da. Ben o geliş gidişlerde, yürüyüşlerde yazarım ve sonra onları kağıda dökerim“ dedi. Yani o da Platon gibi prepatetiker idi. Platon da Atina’nın cadde ve sokaklarını dolaşır, halk ta arkasına takılır, o şekilde düşünce ve felsefe dünyasını yazardı. ‚Söz‘ Yunanca’da yürüyüş anlamına gelir, yürüyüş için yola koyulmak ‚prepato‘ anlamına gelir.
Yaşar Kemal, anılarında anlatır: “Oktay Rifat, güzel sözlü bir adamdı. Ona yazmak istediğim konuları anlattığımda derdi ki; ‘Kemal bütün bunları yalnız bir ömür boyunca mı yazmak istiyorsun?‘ Bundan yıllar sonra birgün Oktay’ın eşi Sabıha Rıfat’a coşkuyla ‚Demirciler Çarşısı Cinayeti‘ romanımdan bahsederken, gülümseyerek şöyle dedi: “Sen bu romanını bir ömürde mi yazmayı düşünüyorsun?“ diye. Evet, Yaşar Kemal öyle bir romancıdır ki, tüm eserlerini ve romanlarını o tek bir ömürde yazmış, öyle bir ömür ki doğaya ve insan onuruna sundu bunları, doğanın ve yaşamın korunması için aynı zamanda eşitliğin sağlanması ve birlikte bir yaşam için yazdı.
Yaşar Kemal: Ben Van’dan uzak yaşadım, fakat destan, kilam ve Kürt dilinin varlığını bilinç ve beynimde hep yaşattım.
Prof. Dr. Norbert Mecklenburg: Yaşar Kemal, Kürtçe yazma konusunda kararını henüz vermemişti. Roman yazabilecek kadar da Kürtçe’ye hakim değildi. Fakat yine de başlangıçta kilam ve şarkı sözlerini derlemiş, toplamıştı. Ama edebi yazıma başlarken bilinmeyen sebeplerden dolayı Türkçe yazar. Bilinçli olarak kendine has bir Türkçe ile yazar, öyle bir üslupla yazar ki, bu tarzından yararlanılsın diye. Özellikle de amaçları Türkçe dilini modernleştirmek istiyen kesime dönük. Amacı, bu dilin ulusalcı bir ideoloji tarafından engellenmesine dönüktü, amacı yine bu alanda dilin zenginliği, Anadolu dillerinin zenginliğini anlatımlarına yansıtmaktı. Onun kullandığı dil, yirminci yüzyılda Türk yazarlarının kullandığı dilin çok üzerindeydi. Onun bu yazım serüveninde Kürt dili de az ve zayıf da olsa bir şekilde yer buldu. Fakat onun kafasındaki tasavvur oydu ki, ilkin genel bir çerçevede Türkiye ve Anadolu insanının yaşadıklarını anlatabilmekti. Ta başlangıçtan itibaren o Kürt meselesinden bahsetti. Henüz gençken cezaevine girip işkence gördü, korkutuldu. Bunu ona faşist bir devlet yaptı. Tüm bunları neden ona yaptılar, çünkü olması gerektiği gibi Kürtlerin varlığını tanımamış ve yazmamışlardı. Yaşar Kemal bütün yaşamı boyunca hatta ölümüne kadar da bu tavrından vazgeçmedi. Fakat açıklamalarında, eserlerinde ve anlatımlarında Anadolu’nun diğer etnik unsurlarına ve diğer gruplara da vurgu yapmıştır. Devletin yoğun bir şekilde bu unsurları yoketme veya eritme çabalarına rağmen o Çerkezlerden, Alevilerden, Ermeni ve Ezidilerden bahsetmiştir. Ola ki duygusal bir şekilde onlardan bahsetmiş olsun. Oldukça duygusal bir üslupla yazdı ki Türk okurlar ürkütmesin. Fakat öyle bir şekilde anlattı ki herkes o sesleri, o çığlıkları duysun. Olan bitene kulaklarını kapatmayanlar bunu rahatlıkla görebilirler. Aynı zamanda Türkiye’de Ermeniler’in toplu katliamını hasas bir şekilde anlatan tek yazardır.
Ayşe Baban: Kitaplarımı okuyanlar katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Hiç kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan hükumetlere, devletlere olanak verilmesin. Kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki bir kültürü yok etmeye çalışanların kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar. Yoksulluk bütün insanlığın utancıdır.
Yaşar Kemal: Bugün dünya da, ülkemiz de barışa susamıştır. Tekrar ediyorum, Türkiye, en çok barışa susayan ülkelerden biridir. Küçük savaş diyorlar, savaşın küçüğü olmaz. Bir insanın bile bir insanı öldürmesi savaştır. Ne büyük mutluluktur ki dünyamız hala onbinlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Her kültürün bir rengi, bir kokusu vardır. Dünyamızın bir çiçeğinin koparılması, dünyamızdan bir rengin, bir kokunun yok olmasıdır. Bu insanı insanlıktan çıkaran bir durumdur. Her kültürlü bir dünyada insanlığın halini bir gözönüne getirelim. Tek çiçeğe kalmış, tek renge, tek kokuya kalmış bir insanlık ve tek dile kalmış bir dünya hapı yutmuştur. Öyle bir dünya cehennemden daha beterdir. Eşek gibi böyle bir dünyanın arkasından gitsinler. Rezil olacaklar.
Lucien Leitess: Yaşar Kemal, beni her zaman şaşırtırdı, beni siyasi tavrıyla kendisine hayran bırakırdı. Entellektüel bir çerçeveden bahserdersek, o henüz eğitimini tamamlamamıştı. Fakat Yaşar Kemal bilinçli bir insandı, çok şey biliyordu. Çok okumuştu, inanılmaz bir siyasi bilinci vardı. O sadece toprağın sesini duymazdı, yükselişte olan siyasi eğilimleri de bilir, düşünürdü. 20 yıl önce bana şunu söyledi: “Türkiye’nin yol haritalarına bir bak. Neden Türkiye Suriye’ye yönelik bu kadar yol yapmış? Ne var orada? Kimse var mı? Bir şey var mı? Zaten birşey yok orada. Bu kadar yola ihtiyaç yok ki. Fakat takip et, bir gün gelecek göreceksin ki o yollara düşüp o topraklara saldıracaklar.” Yaşar Kemal bunu bana 20 yıl önce söyledi.
Yaşar Kemal ve Sirwan Rehim arasındaki konuşmadan:
Sirwan: Hocam, Kürtçe konuşmayı çok istiyorum
Y. Kemal: Sen Kürtçe biliyor musun?
Sirwan: Evet çok iyi biliyorum.
Y. Kemal: Sen nerenin Kürdü’sün?
Sirwan: Ben Kerkük Kürd’üyüm…
“Her insan toprağın sesini duyamaz, duymak için kulak gerekir”