in ,

Şair Ali Şeker: FARKLI OLMAK, İNSANA KENDİNİ İYİ HİSSETTİRİR

Deneme

Yaşadığımız yerlerde, önceden belirlenmiş bir dekora nesne niyetine yerleştirilmiş zatı muhteremler tarafından, farklı olanı çok kolay namlunun ucuna sürülmüş bir kurşuna hedef haline getirmek oldukça yüksek bir ihtimal.

Değişmeyen renkleriyle, koskocaman bir ağaç bahara durmuş, yemyeşil…

Farklı olmak, insana kendini daha iyi hissettiriyor. Onun için kafalarının içi aynılaşmış, benzeş olan insanlar arasında, ne kadar çok ölürsek, o kadar daha iyidir. Ve bütün korkularımıza kapılarımızı açmış oluruz. “ Bütünsüz her parçadan biri olan sen, bütünün içindeki parçalardan, geride kalanına bakarak harikuladeliği ve kendi ben ‘ ini görebilirsin. Ve ben buna insan olmak derim…”

Memleket meselelerine dokunmak, öyle her insanın yapabildiği bir şey değildi. Konuşan, yazı yazan, şarkı söyleyen insanlardan sayardım kendimi. Kapı eşiğinden dışarı adım atamayan, karanlıkta nice insan yüzleri varken. Yanımızda: zaman dediğimiz boşlukları doldurmak için, kırmızının yürüdüğü bir tek insan yüzleri eksikti. Mesela; Bir yolculukta ya da bir hastane odasında, insanın hiç tanımadığı, birine kalbini açması ne güzel bir şey… İnsan, bir daha insan olduğunu duyumsar. Ve bunun yalnız başına bir anlamı olmalı. Yaşadığımız yerlerde, önceden belirlenmiş bir dekora nesne niyetine yerleştirilmiş zatı muhteremler tarafından, farklı olanı çok kolay namlunun ucuna sürülmüş bir kurşuna hedef haline getirmek oldukça yüksek bir ihtimal. Diyanet İşleri Bakanlığı, milli ve yerli mafyavari, hukuksal alanı tamamıyla bir kenara bırakmış, ne kadın, ne çocuk ne de doğa için hiçbir derdi olmayan, bıyıkları sarkık ya da badem, belki bu profilleri biraz daha inceltilmiş kişilikler, “ Milli Beka Hareketi “ dini değerlere hakaret tahrik ve aşağılanma iddiasıyla çok pişkin ve haklı oldukları sanıyla suç duyurusunda bulunabiliyorlar. Ötekileştirmek, aynılaştırmak, hayatımızın, duygu dediğimiz ruhun diline pelesenk olmuş bir durumuydu bu. Otoratik Hükmet Sisteminde en üst perdeden yetkili Cumhurbaşkanı “ Hazreti Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O dilleri yeri geldiğinde koparmak görevimizdir, “ diyor. Artık burada her kamusal alanın zapturapt altına alındığını alımlaya biliriz. Ömür dediğimiz zaman uzamı, yaşadığımız gün ve geceler kadardır. Yaşamlarımızın yanında, karanlıkta kalan bir takım noktalar, eni sonu bir gün, gün ışığına çıkacağını biliyoruz. Çünkü gerçekliğin üstü hiçbir koşulda kapatılamaz. Toprakta yürüyen bir karıncaya hiç birimiz yoktur diyemeyiz. Ama yaptığımız bütün kötülüklere, Allah bana ya da şeytan bana yaptırıyor, imgesine sığınmak ne kadar sırıtıyor, memleketin ortalık yerinde. “ Dinler, insanların olmak istedikleri imgeye Tanrı adını vermiş. “ Neale Donald Walsch. Gerçek olan şu ki, iyilik yapanda kötülük yapanda Tanrı ‘ yı kullanarak yapıyordu. İster bu bir inanç merkezinde bir imam, ister sıradan bir insanın sokakta yaptığı bir hırsızlıkta olabilir. Takriben dört ya da beş yılına girmek üzere olan, Yaşar Gağan ‘ nın yazdığı “ Şahane Bir Şey Yaşamak “ isimli bir şarkının yorumladığı sözleri üzerine “ Sezen Aksu “ bazı kesimler tarafından alenen linç edildi. Kişiye özel mahrem yerler dediğimiz haneler önünde tehditleri devam ede dursun. Sezen Aksu için suç duyurusunda bulunan grup: Dillerini keseceğiz, beyinlerine sıkacağız. Artık eski Türkiye yok… RTÜK Başkan yardımcısı müzik yayını yapan kanalları arayarak cezayı yaptırım ve uyarılarda bulunuyor. Evet, bizde biliyoruz artık Türkiye eski Türkiye değil, ötekiysek, farklıysak, sizde korkularınıza hapsolan bir çoğunluksunuz. Aynı keza bir Çerkez atasözüne atıfta bulunarak, ironi yapan, her hangi bir saraya tek adam diktasına dair, düşüncelerini bir televizyon kanalında söylemesi nedeniyle “ Büyükbaş hayvan bir saraya girdiğinde o kral olmaz, o saray ahır olur. “ Bunun üzerine gazeteci, entelektüel, Dr. Sedef Kabaş Cumhurbaşkanına hakaret suçuna istinaden bir gece yarısı gözaltına alınıp ardından tutuklanıyor. Konuşmak, yazı yazmak, tiyatro yapmak, ağır bir iştir bu coğrafyada. İşte insan davranışları tekrar – tekrar farklı düşüneni yok saymak, dört duvara hapsedip, aynı deneyimleri yaşıyor. Bu nedenle hem insanları seviyor hem de yok ediyoruz. Sürekli aynı korkulardan dolayı bir duygudan diğerine gidip geliyoruz, birbirimizi ötekileştirerek. Bir Tanrıya inanarak da, inançlı, düzgün bir insan olduğunuzu düşünebilirsiniz, ama iyi bir insan olduğunuzu gösteren bir toplumsal ya da bireysel bir davranışta bulunmadıkça, iyi bir insan olmanız bir söylemden öteye gitmez. Sadece inançsal bir kavram olarak kalır. Yine bir insana sevgiyle “ Çemberinizin dışındakine “ yaklaşmadıkça elimizdeki, sevgi, kendimiz hakkında bir metafizikten başka bir şey ifade etmez. Bende burada tekrar ediyorum. “ Selam söyleyin o cahil Adem ve Havva ‘ ya “ Yemek masalarında envayi çeşit yemekle yetinemeyen sarıklı fesli şahsiyetler, yaşamın süreğenliği içerisinde inançsal, düşünsel anlamda farklı olana, kendi korkularını, yaşam tarzlarını resmi bir ağızla topyekun dikte etmek hakkını kendilerinde bulma cesaretini gösterebilirler. Özellikle demokrasi kırıntısının bile rafa kaldırıldığı bu Otokratik Hükümet Sisteminde parlamentonun mebus ambarına dönüştüğü bu günlerde, yönetenle aynı dilin dışına çıkamayan bir muhalefet klasiği. Muhalefeti de bir korkudur almış başını gidiyor, kamusal alan dediğimiz sokakları da kendisine yasaklayabiliyor. Türkiye ‘ de sandıklı demokrasinin deneyimi oldum olası, çoğunluğun istek ve talepleri için dört veya beş senede bir başvurulan değişmeyen bir devir daimdi. Yönetime talip olan partilerin genel düşüncesi demokrasiyi toplum yararına geliştirmek üzerine değil de, devletin bütün toplumsal aygıtlarını ele geçirmek üzere kurulu, “ Sadece bir başkasına, farklı olana cehenneme kadar yolunuz var ‘ ın “ kendi kitlesini hoş tutmanın bir aracı olmasıydı. Bir birey ve bu ülkenin bir insanı olarak, birbirinin devam niteliği olan mevcut partilerle seçime gidilmesi durumunda Türkiye ‘ de bir şeylerin değişeceğine hiçbir zaman inanmadım. Mevcut partiler her sıkıştıklarında. “ Demokrasinin ya da Avrupa’ya girmenin yolu Diyarbakır ‘ dan geçer, tekrarına sarılır, ama yıllardır deney imlediğimiz hiçbir somut veri maalesef elimizde yok. Neredeyse Kürt yoktur ‘ a indirgenen bir algı ile kitleler manipüle edilmiş bir vaziyette. Büyük metropoller de açık bir mikrofona ben Kürt ‘üm diyemenin mahcubiyetini hepimiz yaşıyoruz. Kürtçe diye bir dilin olmadığı tezini, orta yerde kendi – kendine savunup duran adı sanı profesör olanları saymıyorum. İç ve dış politikada ister iktidar isterse kendini muhalefette konumlandıran partilerin birbirinden farklı bir düşüncelerinin olmadığını aklı başında olan bir insanın inanmadığını biliyoruz. Toplumsal sorunları: Daraltan içe hapseden, her şeyi gizleyen biriktirerek yığan, topluma zarar veren bir enerjileri var. Evet, bütün dünyada yönetenler sahip olduklarına sımsıkı yapışırlar, hatta ülkeyi bile bir iç savaşın eşiğine getirmekten de geri durmazlar. Bu parmak sallayışlarına günbegün il başkanlarının ya da muhtarlar toplantısında, bir toplantı salonundan tanık olabiliyoruz. Biz yinede bütünsüzün içinde sahip olduklarımızı paylaşarak sevgi ve hoşgörüyü birlikte paylaşarak büyütebiliriz.. İnsan doğası gereği yaşamına giren herkesten bir şeyler öğrenir. Besbelli, öleceği aklının ucundan geçmiyordu. Genç bir kadın soğuk havada kolsuz tişörtüyle coşkulu bir şekilde geziyor. Bir öksürük sesiyle irkilen, küskün bir çiçek gibi birbirine bakınan insanlar. Bedenlerini giysilerle sararak örtünen insan kalabalığı, kent dekoru, kaldırımda kuruyup kalmış ölü palmiye ağaçlarını andırıyordu. Açık olan caddenin kapısında, üşüyüp olduğumuz yerde kala kalıyoruz. Bedeni her türlü şeyden habersiz, mesut bir gülümseme yanaklarımda çiçekleniyor. Kadına bakarken bende üşüyorum, içime soğuk bir ürperti düşüyor. Daha da üşüyorum. O özgür kadına bakan kalabalık adeta şaşkınlık içinde, kendi kendilerine gülenleri saymazsak. Sonra durağa yanaşan körüklü bir belediye otobüsüne binip, tekerlek homurtuları arasında uzaklaştı…

Belki birileri okur diye, size bugün bir canlıyı anlatmaya çalıştım. Yazdıklarımız her zaman bizden geriye kalan düşün gelgitleridir. Tekrara düşmekten korkmuyor, ama yazı yazmak dürtüsünün önüne de geçmek istemiyorum. Ne diyelim, sağlık olsun. Oturma odasının yarım karpuzlu lamba ışığının altında, yazmak gerektiğini düşünerek, gelecek için, bugün yine bir şeyler yazmayı umut ediyorum. İşte bu konu başlıklı deneme yazısı ortaya çıktı…

Bu geniş dünyada: bir bahara kapısı açık, bir parmak ötede, birbirine benzeyen ovaları seyretmek istiyorum. Bakalım kimler toprağa bir tohum düşecek. Yoksulu bol memleketim. Senin de yarına karışan rengârenk ilkbaharların olmalı. Hiç vazgeçmeyen gündoğumu ve günbatımı arasında…

Ali Şeker

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

BORUSAN SANAT’TA BU HAFTA

Berke Koçyiğitoğlu: Druk (Another Round)