Adnan Ekşigil’in düşünce dünyamızın çok özgün bir insanına saygı duruşu niteliğinde kaleme aldığı ‘Sencer Divitçioğlu-Yaşamı ve Düşüncesine Dair Notlar’ kitabı İletişim Yayınları tarafından okura sunuldu. Türkiye’de 1960’larda aydınlar, gençler ve ‘devrimciler’ arasında revaç bulan Marksizm’in öncü isimlerinden Divitçioğlu’nu tanımayanlara zengin ve karmaşık düşünce dünyasının kapısını açan kitap, tanıyanlara ise düşüncelerinin özgünlüğünü bir kez daha fark etme imkânı veriyor.
İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümünün efsane hocalarından Sencer Divitçioğlu Marksist öğretiyi, Marksizmin kavramsal araçlarını Osmanlı toplum yapısına uygulamış ve bundan özgün sonuçlar çıkarmış, tezleri akademik çevrenin dışında da yoğun olarak tartışılmış bir akademisyen, bir düşünce insanıydı.
Divitçioğlu’nun adı düşüncelerindeki ortaklık ve kesişmelerden dolayı çoğu kez Kemal Tahir ve İdris Küçükömer ile birlikte anılır. Kemal Tahir Osmanlı’da özel toprak mülkiyetinin bulunmayışının doğurduğu özgün yapıyı, bunun iktisadi ve siyasi sonuçlarını anlamayı çok istiyordu.
Bu konuyu araştırıyor, okumalarını notlar halinde defterlerde topluyordu. Âmâ ne kadar meraklı ve gayretli olsa da sonuçta araştırmalarını akademik disiplin içinde yürütmüyordu. Divitçioğlu Kemal Tahir’in bir romancı olarak gündemindeki konuyu Marksist bir iktisatçı olarak ‘Asya Tipi Üretim Tarzı’ (ATÜT) modeli üzerinden akademik bir disiplin ve teorik bir derinlikle ele aldı.
Ece Ayhan, İdris Küçükömer’in düşünce hayatımızdaki benzersiz konumunu vurgulamak için onun bir ‘uç beyi’ olduğunu söylerdi. Bu nitelemenin Divitçioğlu için de geçerli olduğunu söylemek pekâlâ mümkün. Küçükömer özellikle Düzenin Yabancıllaşması’ndaki aykırı tezlerinden dolayı çok eleştirilmiş, en yoğun tepkiyi de soldan almıştı. Divitçioğlu’nun da o denli yoğun olmamakla birlikte ATÜT çalışmalarındaki tezleri yadırganmış ve eleştirilmişti. İkisi de tezlerinin doğruluğu yanlışlığı tartışılmadan önce entelektüel özgüven ve cesaretlerinden dolayı kutlanması gereken düşünce insanlarıydı.
Aynı zamanda siyasi mücadele insanlarıydılar. Esirgenen, ellerinden alınan akademik unvanlarına kavuşabilmek için yürüttükleri uzun hukuki mücadele de siyasi mücadelelerine dâhildi. Gerçekten, Divitçioğlu Marksist kimliğinden dolayı her darbede bir mağduriyet yaşamış, akademik kariyeri sekteye uğramış, profesörlüğü onaylanmamış, üniversiteden uzaklaştırılmış, hakkını elde edebilmek için uzun hukuki mücadeleler vermek zorunda kalmıştı. Bir anlamda ömrünün hatırı sayılır bir bölümünde gasp edilen akademik unvanını alabilmek için uğraşmıştı.
Kısa bir süre önce Divitçioğlu’nun düşüncelerinin tekrar gündeme gelmesine ve yeniden tartışılmasına vesile olacak bir kitap yayımlandı. Onu tanımayanlara zengin ve karmaşık düşünce dünyasının kapısını açacak, tanıyanlara ise düşüncelerinin özgünlüğünü bir kez daha fark etme imkânı verecek bir kitap bu. Divitçioğlu’nun yakından tanıyan Adnan Ekşigil’in kaleme aldığı kitap iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde Divitçioğlu’nun özel yaşantısı anılar ve anekdotlarla anlatılıyor. İkinci bölümde ise onun akademik çalışmaları, düşence dünyası yazarın yıllar içinde biriktirdiği notlarla çözümleniyor. Okura sunulan notların sağlam akıl yürütmelere dayanan, yeni tartışmalar başlatacak, yeniden değerlendirmeye katkı sağlayacak güçte olduğunun altını çizmek isterim.
Divitçioğlu 1976’da yayımlanan ‘Değer ve Bölüşüm’ başlıklı kitabıyla neoklasik paradigmayla Marksist bir iktisatçı olarak hesaplaşmaya girişmişti. Ekşigil, Divitçioğlu’nun bu noktadan itibaren önemli bir nitelik edindiğini belirtiyor: Güncel ve konjonktürel olguları izlemekle yetinen ‘bayağı iktisat’ ile karşıtlık ilişkisi içinde olan, ona alternatif oluşturan ‘Yüksek Teori’ye bağlılık. Divitçioğlu’nun Marksizm ile yakın teması 1950’lerde doktora için gittiği Paris’de başlamıştı. 12 Eylül darbesinde üniversiteden uzaklaştırıldığında gittiği ve iki yıl kaldığı Paris’den dönüşünden bir süre sonra bu yakın teması koptu. Marksizmden bağlarını kopardığında uzmanlık alanı iktisadı da terk ederek tarih ve antropolojiye geçti, kadim Türk toplumları üzerine çalışmaya başladı.
Divitçioğlu’nun çalışmalarında tarih başlangıçtan beri vardı. Ekşioğlu tarihin bu daimi varlığından dolayı ATÜT çalışmalarını ‘birinci tarih dönemi’, kadim Türk boyları konuşundaki araştırmalarını ‘ikinci tarih dönemi’ olarak adlandırıyor.
İkinci dönemin bir özelliği de tarihin yanına antropolojinin katılması. Ekşigil, Divitçioğlu’nun eski Türk boyları üzenine yaptığı araştırmalarda yer yer Marksist kavramlara başvurmuş olmasından dolayı onun Marksizm’e ‘radikal anlamda’ sırtını döndüğünü ileri sürmenin zor olduğunu belirtiyor. Bu ‘Türkler Dizisi’ne ilgi duymuş ve çalışmaları okumuş olan çoğu kimsenin kesinlikle onaylayacağı bir tez. Özetle, Ekşigil’in çalışması düşünce dünyamızın çok özgün bir insanına bir saygı duruşu. Yazarın notlarının hemen hepsi yeni tartışmalar açacak nitelikte.
OSMANLIYI ‘DAİREYİ ADLİYE’ İLKESİ ÜZERİNDEN OKUDU
Divitçioğlu’nun 1967 tarihli ‘Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu’ adlı çalışması ise akademi dışında da tartışma yarattı. Sol cenahta yazarlar, düşünce insanları tartıştılar. Yoğun tepki de verdiler. Ne ki Ekşigil’in de hatırlattığı üzere Osmanlı tarihçileri bu tartışmaların uzağında durdular. Ekşigil bu uzaklığın muhtemel iki sebebi olabileceğini öne sürüyor. Ekşigil’e göre birinci neden Divitçioğlu’nun ‘tarih alanında kestirme çıkarımlarda bulunması’. Örneğin ‘Daireyi Adliye’yi bütün Osmanlı toplum yapısını ve devlet yönetimini anlamada bir anahtar sayması. ‘Daireyi Adliye’ adil bir devlet yönetimini öngören bir ilke. Osmanlı devlet geleneğinde de yeri vardı; ancak asırlar boyunca tek bir ilkenin bütün bir devlet yönetiminin açıklayıcısı saymak gerçekten kestirme bir çıkarsama. Ekşigil bunun yanısıra Divitçioğlu’nun matematiğe yer vermesinin, hatta fazla yer vermesinin de Osmanlı tarihçilerinin tartışmaların dışında kalmalarının bir diğer nedeni olabileceğini belirtiyor.