Kâğıt tomarlarını aldı. Kararlı ve soğukkanlı görünmeye çalışıyordu. Onlar bu işi sürekli yaptıkları için endişesini anlamaları olanaksızdı. Her cümle doğruydu. Örgütlenmeye çağırıyorlardı halkı. Derin uykularından uyandırmayı… Ezilen sömürülen milletin suskunluğuna son vermeyi…
“Sokaklara gir, evlere dağıt!” demişti Hasan’la Cabbar. O kadar kolaydı yani… Kız kardeşi de yanındaydı o anda. Ben de seninle geleceğim diye tutturdu. Vay be dediler. Ne ele avuca sığmaz ufaklık. Götür götür. Bir şey olmaz. Öğrensin o da bu işleri…
Dernekten çıkar çıkmaz bu işi yapamayacağını düşündü. Kâğıtları yırtıp atmayı… Dağıttım derdi… Nerden bileceklerdi? Arkasına baktı. Takip ediyor olabilirler miydi? Bununla ilgili çok şeyler duymuştu.
Kardeşine baktı. “Hadi sen eve git!” dedi. “Hayır, seninle geleceğim!” diye direndi ufaklık. Omuzlarını kaldırıp indirmesine güldü. Sağa sola salladı başını. “ Bu iş seni aşar! Bana ayak bağı olursun. Anlamıyor musun?”
Beyaz boyalı bir evin taş basamaklarından çıktı. Kapıyı çaldı. Yüz ifadesini ayarlamaya çalıştı. Gülümsemesi çoğu zaman işe yarardı. Biri ona değer gibi oldu. Yarım döndü. “Sen hâlâ gitmedin mi?” dedi kısık bir sesle. Kapı açıldı. Kucağında bebeği, başında yaşmağı genç bir kadın… Vakit kaybetmeden bildiriyi uzattı.
“Bu ne ki?” dedi kadın.
“Bu bir bildiri! Emek sömürüsünden bahsediyor. Okuyunca anlarsınız?”
“Almasam olur mu? Almayım ben. Eşim kızıyor. Gün boyunca birileri gelip gidiyor. Yok, lokanta, yok kuaför! Almayım almayım.”
“Peki, tamam!” dedi.
Etrafına bakındı. “Biz en iyisi bunları atıp eve gidelim!” dedi. Öyle dalmıştı ki önlerinde fren yapan polis arabasını ancak fark etti. İkisinin de beti benzi attı. Şapkasını arkaya iterek pencereye yaklaşan adam; “O elinizdekiler nedir bakayım?” dedi. Genç kız;”Hiiç!” “Ne demek hiç?” “Şeyy! Davetiye… Evet, yeni bir restoran açılışı için…” “Hımm! Görebilir miyim acaba?”
Kurtuluş yoktu… Kurtuluş vardı! Elindeki kâğıdı uzatır gibi yaptı. Aniden ufaklığa döndü.”Hadi! Kaçıyoruz!” dedi. Koşmaya başladılar. İlk dönemece gelir gelmez bağırdı. “ Yukarı, yukarı!” Affan kahvesine çıkan yokuşu bir solukta aldılar. Kahvede oturanlardan birkaçı kızları fark etti. Şaşkın ve meraklı bakışları onlar ortadan kaybolana kadar izlemekle kaldı. Abla kahveye sığınmayı düşündü sonra vazgeçti. Az ilerde, kaldırımın üzerindeki kapıyı parmağını zilin üzerinden kaldırmadan çaldı. Kilit açılır açılmaz içeri daldılar. Leyla’nın bu sürpriz gelişi coşkuyla karşılaması ile olağan dışı bir durumun olduğunu kavraması aynı anda oldu.
“Ne oldu Cemi? Neden telaşlısınız? Korkuttunuz beni?”
“Pencereye Leyla! Pencereden bak ne olur?”
“Bakıyorum! Neye bakıyorum?”
“Polis! Polis arabası geçiyor mu, duruyor mu, yürüyor mu?”
“Yok yok! Öyle birileri yok, tamam mı? Hem ne oldu? Sizin polisle ne işiniz olabilir?”
İki kız kardeş salya sümük anlattılar yaşadıklarını. Ama anlayana aşk olsun.
“Çabuk elinizi yüzünüzü yıkayın. Size bir bardak su getireyim. Aslında tuvaletinizi yapın bence. Yoksa sarılık olursunuz.”
Mutfağa giderken homurdanmaya başladı Leyla.
“Ya neden böyle bir şey yapıyorsunuz. Her istenilen şey yapılır mı? Cehenneme kadar! Kim kimi sömürüyor da bilmem ne!”
Hava kararıncaya dek beklediler. Leyla aşağıya indi. Etrafı kolaçan etti. İki kardeş arka sokaklardan dolana dolana evlerine gittiler.