Zülfü Livaneli’nin Ege’nin sakin sularında geçen ve çağın kanayan yarası göçmenlik başta olmak üzere pek çok soruna değindiği romanı okuru etkilemeye devam ediyor.
Tutkusuyla Ernest Hemingway’e, çevre duyarlılığı ile Halikarnas Balıkçısı’na selam gönderdiği romanında günümüzün en önemli problemlerinden biri olan göçmenlik sorununu insani bir bakış açısıyla ele alan usta edebiyatçı, toplumu değiştiren ve şekillendiren trajedileri de merceğine alıyor. Romanda balıkçı Mustafa, Mesude ve Samir bebeğin o güne dek televizyonlarda şahit oldukları haberlerden ibaret olan “göçmenler”in hayatları, Livaneli’nin kalemi ve gerçeğin saf özüyle sayfalarda yerini alıyor. Kitabın sonunda ise okurları, usta edebiyatçıyla yapılan özel bir söyleşi bekliyor.
“Okuru Etkileyebilmek Derindeki Hikâyeyi Anlatmakla Olur”
Göçmenlik ve toplumun hafızasında yer alan pek çok konuyu yazdığı yeni kitabı Balıkçı ve Oğlu’nu değerlendiren Zülfü Livaneli, mesaj vermek için roman yazmadığını vurguluyor. “Roman, roman olmalı” diyen Livaneli, bunun için de karakterlerin yaşaması gerektiğini söylüyor. Tıpkı Balıkçı ve Oğlu’nda olduğu gibi roman karakterlerinin yaşadıkları çevreden etkilendiklerinin altını çizen usta kalem, insanla beraber var olan konuların romanında yer aldığını belirtiyor. İnsanların yaşamlarına derinden bakan her yazarın bir köyle bütün dünyayı anlatıp evrenselliğe ulaştığını söyleyen Livaneli, bu noktada okuru etkileyebilmek adına da yüzey yerine derindeki hikâyenin anlatılması gerektiğini ifade ediyor. Romanında işlediği rant, ekolojik dengenin bozulması ve diğer insani meselelere de “Hep beraber dünyamız acı çekiyor, yok oluyor. Doğamız yok oluyor, insanlarımız çeşitli acılara gömülüyorlar” sözleriyle atıfta bulunan Livaneli, değişimin ise kadınlar eliyle olacağını söyleyerek şu cümleleri kuruyor: “Kadınların, mutlaka toplumda daha fazla söz sahibi olması gerekiyor. Ben çözümü, kadınların güçlü olmasına bağlıyorum, güçlenmesine bağlıyorum”.