Yılbaşı sabahıydı, gözlerimi yeni bir yıla umutla açmak için, önce içimden güzel şeyler dileyerek başlamıştım güne.
Henüz hayallerime gölge düşmemişti. Sınırsız hayal kurma özgürlüğüm vardı. Umut bir sonraki güne sabırsızlıkla uyanmaktı benim için, uyanırken apar topar kalkmazdım. Önce esnetirdim bedenimi, güne öyle hazırlanırdım. Uyanan bedenimi! Sonra kendimi dinlerdim. Gözlerimi açtığımda karanlık beyazla öpüşmüstü. Her yer aydınlanmıştı. Gece karanlığını bembeyaz bir örtü ile karşılamıştı. Heyecanlandım! Yılın ilk karı yağmıştı. Daha bir ay önce sonbaharda sararan yaprakları havaya atarak dans etmiştim. Doğa bana her ay yeni bir oyuncak hediye ediyordu. Sararmış yaprakların üzerine dökülen yağmur toprakla birleşince bitmişti, oyun. Artık sırada bembeyaz örtülerle buluşmaktı hayalim. Doğa ile oynamak ne büyük lütuftu. Uyandım! Kahvaltımı yapmadan Önce, sıkı sıkı giyindim. Sonra, beyazla buluşmanın keyfini, çıkarma zamanıydı. Bunu hiçbir şeye değiştiremezdim. Oturduğumuz evin çatısı yoktu. Babam damda biriken karları temizliyordu. Böyle eğlenceli bir işte geri kalamazdım. Küçük bir faraşla koyulmuştum işe, biriken karları aynı yere atıyorduk. Sıradaki oyun kardan adamla oynamaktı. Damın üzerindeki karları temizledikten sonra annem kahvaltının hazır olduğunu haber veriyordu. Oldukça kalabalık bir sofrada kar sohbetleri yapıyorduk. Abim kapının önünü temizlemekle görevlendirilmişti. Ablam, ben ve küçük kardeşim. Evin temizliği ile görevlendirilmiştik. Kar yağdığında evde kilimlerin üzerine biriken tozları karla temizlerdik. Kilimleri topladıktan sonra 15 santimetrelik karın yağdığı yere sererdik kilimlerin üzerindeki tozlar biz zıpladıkça, karla karışıyordu. Kilimler temizlenirken biz alabildiğince eğleniyorduk. Zıplıyorduk, bazen de yuvarlanarak dans ediyorduk. Çok eğleniyorduk! Yarını düşünmeden. Günün tadını çıkartıyorduk. Kilimi her defasında ters düz yaparak, iyice temizlerdik. Donmakta olan ellerimiz umurumuzda olmazdı. O kadar soğuk olmasına karşın, kolay hastalanmıyorumduk. Kilimlerimizi iyice temizledikten sonra, içeri girer sobaya atılan meşe odunları ile ısınıyorduk.
Kızgın yanan sobanın karşısında yanaklarımız al al oluncaya kadar ısınırdık. Biraz ısındıktan sonra bir sonraki oyuna geçiyorduk. Kayak ya da kardan adam yapmaktı. Sonra da desenlerini yitirmiş eski ayakkabıları giyinerek kayardık. Kimi kızakla, kimi naylon leğenlerle, kimi, poşetle kayardı. Kayak pistinde kaymak için, farklı objelerde kayan amatör kayakçıların, birbirleri ile çarpışmasına bile, aldırış etmezdik. Düşe kalka oynardık. Annemin haydi akşam oldu, eve gelin artık! Diyen sesiyle, günün bittiğini anlardık, ertesi gün kardan adamlar yapardık, en güzelini en büyüğünü kim yapar diyerek yarışırdık, günler haftaları kovalayınca, cılız parlayan güneş, öpüyordu beyazı kucağına alarak ve sonrasında daha da parlayarak, kuşların şarkısını fısıldıyordu kulağımıza. Doğa baharı müjdeliyordu bize. Doğa yarışmıyordu. Orda her mevsim birbirini kucaklayarak yer değiştiriyordu. Görevini yapan mevsim sahneyi bir sonraki mevsime devrediyordu. Biz dört mevsimin güzelliğini yaşıyorduk. Bizde her mevsimin güzelliğine ve zorluklarına karşı gerekli önlemleri alıyorduk. Elbette yılda dört mevsimi yaşayacağımızı biliyorduk. Doğayı kendi akışında izliyorduk. Yıllar yılları kovalayınca doğanın kafası karışmıştı mevsimler iç içe geçmişti ne yazı ne baharı, ne kışı, ne de Sonbaharı tanıyamaz olduk. İnsanoğlu doğanın işine karışıyordu. Doğa bize çok kızmış kendini insanoğluna teslim etmişti. Ne tehlikeli bir oyundu bu… Doğa onun işine karışmamza çok kızmıştı. Salmıştı kendini o da insanoğlunun merhametine! Zaman geçtikçe insanoğlunun kafası karışmıştı. Güzel olan her şey bir bir yok oluyordu. Dogal afetler kıtlık iklim değişimi birbiri ardına yaşanırken doğanın fısıldadığı şarkılar duyulmaz olmuştu. Tokat yemiş gibi afallanmıştı insanoğlu. uyanmıştı aniden! Yeniden doğaya sarılmıştı. Doğaya verilen tahribat nasıl düzeltilebilirdi, Bir yerden başlanmalıydı elbet. Bir kez daha düşünmeliydi bir hata daha yapmadan…