in ,

Ali Şeker: GÖZLERDEKİ IŞILTI VE ETİKETLER

Deneme

“ Yetişkinlerin ağızlarından hiç eksik etmediği o para sözcüğü, bugünlerde popülerliğini yitirmiş. Ve yalnız başına hükmü olmayan sıfırın etiketlerdeki varlığı ise tüm hızıyla devam ediyor…”

Her şeyin aynı anda var olduğu bir dünyada, kendi elleriyle kusurlarını birbirine bulaştıran insan seli. Hep farklı ve hep aynı biçimde hayata akıp gidiyor, yekpare bir varlık olarak… “

Yarın: bu hayat bize ve gençlere birbiriyle tamamen tutarsız iki evreden oluşmuş gibi görünecektir. Ve yine de kötü yasalar ve suskun kalabalıklar, insanların hepsi belirsizliğe terk edilmiş etiketlerin sabit bir seviyede gitmesini bekleyecekler. Çok hızlı geçen ve her gün ancak telafisi, ortak mücadele isteyen, toplumsal endişeleri ne yapacağız!. Ezbere bildikleri için hafızalarında yıpranmaya başlamış olan konuyu yani ekonomiyi yeniden gözden geçirirmiş gibi bir tavır takınacaklar. Gözlerindeki ışıltıda ne bir ifade, sesinde ne bir vurgu, ellerindeki hareketse üstenci bir dil. Aralık ayının 26‘sı günlerden Pazar. İşte şu an hissettiklerim. Evet, demokrasi! Evet, mutluluk! Evet, ekmek herkese! Bütün bunları siz hükümet olduğunuza göre, hizmet olarak halka geri vermelisiniz. Evet, gözlerinize bakıyorum. Gözlerinizdeki ışıltı bunu tanımlamaya çalışmıyor. Sen ne kadar aşağıdaysan onun o kadar yukarıda olması dışında, bütün toplumda senin gibi kendini farklı hisseden illaki birileri vardır. Şu saatte kendisiyle hem fikir olan bakanlarıyla görüşüyor ya da açlığa batırılan ekmeği, hangi sarayda ne yemek yiyeceğini düşünüyordur. Öyle işte… Bu güzel güneş, güzel bir çiçeğin ilkbaharda rüzgârla oyun oynaması. Şehrin havası ve gürültüsüyle birlikte, açık olan pencerelerin her halinden özgürce içeri giren ışık huzmeleri kısa sürede evlerin her yanından fışkırıyor. Kendi mesleğindeki insanlarla aynı fotoğraf karesinde olmanın da, kendilerine bir yararı olduğunu yine onlardan öğreniyoruz. İşleri güçleri teselli etmek, her şey yolundaymış gibi şirin göstermek, sıradan vatandaşın dolarla ne işi var, hayatı bunun üzerine inşa etmek de onların görevi ve genel çıkarı. Belki de, işi gücü olanların iyi gün saati hep aynı saati gösteriyordu… Benden önce, açık havada, kaldırımlarda, keyiflerince dolaşan kaç kişi. “ Ellerimizde kelepçeler olmasa da, nasıl çözüldüğünün farkına varmadığımız anlar var, bu bana tiksinti veriyor. “ İmkânsız görünen olanı, yani özgürlük coşkusunu düşünen, benden başka kaç kişi var, mutlu ve mutsuz zamanlarında… Ve bizimse payımıza sonradan gelen günlerde, karanlıkla – ölü bir toprakla geçen bir yaşamın bir bütün tekrarı kalırdı. İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullardan bazen bir sesin, sesine ses vermesi de, bu umutsuz havayı dağıtabileceğini sanır. Halka açık bir caddede yürürken, insan kendisini bir an için özgür ve mutlu hissedebilir. Dışarı gidip – gelmek tekrar güneşi görmeye devam etmekti. Belki de, yürüyüş alanları, geçiş ücreti ödemediğimiz yerler arasında olmadığından dolayıdır, bu sevincimiz. Evde kaç kursağın aç ya da tok olduğunun bile ayrımına varamayabiliriz. Ani ve şiddetli resmî bir kahkaha seni o anki düşlerinden uyandırabilir. “ Doğrudur, hayat uyumadığımız zamanlarda yaşanandır. Korkarım ki, size kin besleyecek kadar vaktimiz yok, bizim. Benim sessizliğimi ancak senin çığlığın bozabilirdi…”

26 Eylül Pazar günü birkaç adres ve yer değişikliğinden sonra nihayet anne ve babamın ömür sürdürdüğü, ebediyete uğrulandıkları, çocuklarımın büyüyüp kendi hayatlarına devam etmeye karar verip, başka hayatlara kulaç attıkları eve tekrar taşındım. Arkası kasalı bir kamyonetten “ oduncu – oduncu – meşe odunu var. “ meşe odunu satmak isteyen bir sokak satıcısı adamın gayri ihtiyari sesini duyup, sokağın herkese açık kapısına gidiyorum. Bakar mısınız, beyefendi? Odunun tonunu kaç paraya veriyorsunuz? Efendim, odunun tonu size yedi yüz TL‘ye olur. Eğer almak isterseniz, tartı aletimiz var, tartıp hemen kapıya bırakırız. Gayet nazik bir üslupla sözünü noktaladı. Kırk üç kış, kırk üç yaz ve diğer mevsimlerini geçirdiğim bir kentte, ilk defa oturduğum evin çatı katı balkonuna, gözlerini ilk güneşe açan yerine stok değil de küçük bir tedbir. On beş torba kömür, beş torbada sobayı tutuşturmak için adı tahta olmaktan ziyade inşaatlarda kalıp işlerinden kama olarak kullanılan arta kalan paslı – çivili tahta parçaları. Daha önceleri beş torba kömür, beş torba tahta alıp balkonumun bir köşesine koyardık. Bu sadece ısınma gereksinimi olan bir davranıştı. Bittikçe yerine yenisini alıp aynı şekilde kış mevsimini kendimizce koyu bir sıcak çay içimi, bize göre gayet rahat diyebileceğimiz sıcaklıkta geçirirdik. Gökyüzü ve yerin arasında insan bedeni ve yüreğiyle ne kadar yer tutar. İnsanoğlu bu yer küre üzerinde yerini bulabilmiş mi? Bu sorunun cevabı herkesin metafizik heybesinde değişkenlik gösterebiliyordu, çoğunluğun belirlediği bir cevapsa hep yanlıştı. Dışarıda aralık ayının en uzun gecesi, ince ve insanın içine işleyen bir yağmur, hava donduruyor. Her şey çok hızlı bir şekilde iyiye doğru değil de, bireysel bir çerçevede kötüye gidişatın ipuçlarını bugünden ele veriyor. Kendisine ait bir meydana bile toplanacak cesaret ve yüzü göremedikleri günlere hep birlikte eklemleniyorduk. Sanki bu gidişat sonsuza denk böyle sürüp gidecek gibi karamsar bir hava. Güneş görünmeyecek, herkes bu yaşanan toplumsal çıkmazı alçak sesle konuşacak. Yan komşu, kapı komşu her şey mekanik bir robot süpürgesinin sesine dönüşmüş. Bir ay önce bıraktığımız hiçbir şey eskisi gibi değil, değişmiş ruhsuz – tuzsuz bir tat almış. Artık geleneklerde, hediyelik eşya günlerinde sergilenen kitaplara olan tanıklığımız da sanatın çöküşünü izler, adı demokrasi meydanı olan bir meydan, kusursuz yalnız… Ellerindeki bezlere motif işleyen kadınlar alış – veriş, bir Pazar halinde. Benimse başımı kaşıyacak ne bir tırnağım, ne de kolumda zamanı gösteren bir saatim var. Bu arada alım gücümüz gitgide tükeniyordu. Mahalle bakkalı da çoktan kura endeksli dolara uyum sağlamış. Eylül ayında aldığımız bir koli yumurta yüzde yüz zamlanarak bakkalın gelişi güzel raflarında yerini almış, müşterisini bekliyor. Korkumuz artık kendi içinde öfkeyi de barındırıyordu, ama toplumsal bir eyleme dönüşmüyordu. Çalışanlar ve yoksullar için mücadele edenlere söylenecek bir sözümüz yoktu…

Gözlerimizin; gidip gelip gökyüzü niyetine baktığı bu mavilik, her yerde… Güzel kırmızı bir çiçek güneşte parlıyor. Bu güzel çiçek artık bir yüzün rengi gibi canlı. Soğuk bir sonbahar sağanağında, toprağın giysileri üzerine düşen sarı yapraklar, ilkbaharda dirimi çağrıştırır. Bulutların arasından ara sıra sızan güneş ışınları bir delik açabilir, bu ilk yere düşen güneş ışınlarına bakmaktan kendimizi alamayız. Güneş ve ilkbaharlar… İki mavi renge kanadı değen martılar, güneşe yüzünü dönen ayçiçekli tarlalar, kül rengi yağmur yüklü bulutlar, rengârenk yel yaprakları asılı ölü ağaçlar, bir inancın kendine özgü ritüeli. Bir arada çok kalabalık, ağaç topluluğu bir orman gibi, şairin eğriltilmesi kardeşçesine. İnsanlık tarihi adına biat edenlerin daha fazla suç işlediğini görüyoruz. Onların sık kullandıkları dil ve eylemlerinde çok hoş ve masum olduklarını söyleyemeyiz. Yalnız ağaç – darağacı: İpte sallanan aykırı bir adam, gözlerindeki ışıltı hem asi hem de mağrur. Biraz sonra ilk düşecek baş. Bir gün benim için gelenlerin birçoğu bir gün buraya başka biri için gelecekler. Her ayrıntıda insan kendi acısını taşırmış, bütün gözlerin ağırlığı üzerimde gezinmesi ne kötü bir şey. Dışarıdaki kalabalığın sessiz ve soğuk esintisi daha da artıyordu. “ Bu bir düşüncenin meydan okumasıydı. “ Doğa, özgürlük ve en önemlisi yeni hayata uyanan hayatlar, bütün bunlar artık bizim mi? İktidar kendini güzel gördüğü nas ve bakara surelerine sarabilir. Ama kendisi her zaman narsistir. Varsın yönetenler dolarla mı maaş alıyorsunuz? Söylemini basın toplantılarıyla halka alenen söylemeye devam etsinler. Kur sebep, faiz sonuç tekerlemesi ağızlarından ve göz mimiklerinden hiç eksik olmasın. Ama yurdumun insanı: çoktandır, dolarla yani kur para birimiyle satış yapmaya başladı. Temel gıda maddeleri, giyecek, tarımsal ürünler, sanayi ürünleri, sağlık ve medikal ürünleri, dahi etiketlerde TL‘nin değerini gösteren hiçbir rakamı etiketlerde görmek mümkün değil. Sessiz kalabalıklardan çalınan çeyrek asra yakın bu suskunluğun karşısın da, bize düşen tek şey insanca yaşamak için, demokratik komünal bir toplum inşa etmek olmalıdır, diye düşünüyor…

Yetişkinlerin ağızlarından hiç eksik etmediği o para sözcüğü, bugünlerde popülerliğini yitirmiş. Ve yalnız başına hükmü olmayan sıfırın etiketlerdeki varlığı ise tüm hızıyla devam ediyor…”

Ali Şeker

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

EĞİTİMDEN ÜRETİME BURS FONU 4. YILINDA

Mit 3.700 Euro gehören Singles zu den einkommensreichsten zehn Prozent