in , ,

Tarsus Teksas: Tarsus Cezaevi’nde nasıl işkence gördüm

Aslıhan Gençay

Saat neredeyse 01.00 olmuştu, kapı tekrar gürültüyle açıldı ve bir kadın memur seslendi: ”Aslıhan Gençay, seni hemen dışarı alalım”.

Saat neredeyse 01.00 olmuştu, kapı tekrar gürültüyle açıldı ve bir kadın memur seslendi: ”Aslıhan Gençay, seni hemen dışarı alalım”. Nihayet beklenen son! Direkt aşağı yöneldim ve sakince kapıdan çıktım. Kalabalık bir güruhun ortasına yatak kıyafetleriyleydim çünkü bana hazırlanma zamanı tanımamışlardı. Koridoru geçip müdür görüşlerinin yapıldığı bölüme yaklaştığımızda tüm erkek müdürlerle evlerinden çağırılıp getirtildikleri için sivil kıyafetler içindeki erkek baş memurların orada toplandıklarını gördüm. Benim kıyafetim bu buluşma için hiç uygun değildi ve kadın memurlara “Bu kadar adamın arasına beni böyle mi çıkaracaksınız, ben gidip giyineceğim” dedim. Fakat dinleyen kim, o şekilde akvaryuma girdik. Tamam, işkence partisi benim içindi, parti kızı da bendim ama hiç hazırlanamamış, süslenememiştim!

2018’in Temmuz ayıydı ve Tarsus’ta sıradan bir gündü; aşırı kalabalık bir koğuş, aşırı sıcak ve aşırı sirkülasyon. Uzun süredir bu cezaevindeydim ve tutuklandığım 2016 Nisan ayından bu yana düzenli olarak ailemin ve ikâmetgâhımın bulunduğu İstanbul’a sevkimi istiyordum. Ama ne mümkün, CTE Genel Müdürlüğü tarafından sürekli reddedilmekteydim. Beni, beni beni niye sevmiyorlardı? Konuyla ilgili cezaevi savcısıyla görüşmek istediğimi belirten yeni bir dilekçe daha yazmıştım ve savcı cezaevine geldiğinde görüşecektim.

Neyse hâl böyleydi ve koğuşun revir günüydü, bir grup kadın koğuştan alınıp binanın üst katındaki revire götürüldük. Bir iki koğuştan daha getirilen mahkûmlar vardı ve bekleme sandalyelerine oturarak sıranın bize gelmesini bekliyorduk ki birden günün sıradanlığı bozuluverdi! Ben Tarsus’a geldiğimden bu yana kurumda baş memurluk yapan lakin hiçbir saldırı ve işkence vakasında kendisini görmediğimiz, son dönemde rütbesi indirilen bir kadın memur yanıma gelerek benimle konuşmak istediğini söyledi. Elbette çok şaşırdım, orada ayaküstü sohbet edeceğini sanarak “Tamam konuşalım” dedim. Memur beni hasta mahkûmların ve serum vs bağlananların bir süre yatırıldığı, revirin hemen karşısında bulunan odaya davet etti, merak içinde gittim ve zaten yeterince aksiyonlu geçen cezaevi hayatımın içine bomba gibi düşecek süreç o zaman başlamış oldu.

Baş memurlardan kurum müdürüne iddialar

Kadın baş memurun anlattıklarını özetlersem: Kendisi gibi görevden alınan bir kadın baş memurla birlikte sıkıntıları kurum müdüründen kaynaklanıyordu. Müdür kendi bakış açısına göre sert ve mahkûmlara kötü davranan kadın memurlardan bir A takımı oluşturmuştu. Seçilen bu kadınlar beş memur yapılmış, bu iki baş memur ise 657 sayılı kanun ve kıdemlerine rağmen onların altına verilmişti. Tesadüf o ya baş memur yapılan kadınların hepsi de genç ve güzeldi bu arada. Neyse devam edelim; mevzubahis A takımı, müdürün talimatıyla koğuşlara dair isim listeleri hazırlamıştı ve bu listeler ilgili koğuşlardaki isyankâr, idareye sorun çıkaran mahkûmlardan oluşmaktaydı. Bizim koğuşun listesinde elbette benim adım da bulunmaktaydı. Peki, neden hazırlanmıştı bu listeler? Herhangi bir hengâme veya müdahale anında listedeki kişiler memurlar tarafından koğuşlardan dışarıya çekilerek hücrelere veya yumuşak odaya alınacak, oralarda yıpratılarak eziyet göreceklerdi.

Yine geçenlerde adli koğuşlardan birinde kalan ve epeyce sorunlu bir kadın mahkûmun koğuşundan alınarak yumuşak odaya götürüldüğünü, oluşturulan A takımından bir kadın baş memur tarafından orada öldüresiye dövüldüğünü, döven memurun “Dur, yeter” diyen diğer kadın memurları dahi dinlemediğini, olay sonrası mahkûmun alelacele İzmir Şakran Kadın Kapalı Cezaevine sevk edildiğini, mahkûmun arayanı soranı olmadığı için olayın üzerinin kapatıldığını da ayrıntılarıyla aktardı.

Evet, itiraf ediyorum bela kokusunu aldım, “Hiç bulaşmasam mı bu mevzuya” diye de düşünmedim değil -ki annem beni hep suçluyordu bu açıdan- ama gelin görün ki mesleki dezenformasyon ve şu kediyi öldüren meraktan muzdariptim, nasıl duracaktım? Soru üzerine soruyla iddiaların ayrıntılarını öğrendim. Elbette ki bunlar sadece iddiaydı ama soruşturulması gereken iddialardı ve ben kendimi bildiğimden ipin ucunu bırakmayacaktım.

Hepsine ek olarak buraya yazmayı hiç mi hiç istemediğim durumlar da anlatılmıştı; kurum müdürü ve bir kadın İKM arasındaki ilişki, kadın memurlarla iş çıkışı gidilen meyhaneler ve kurulan rakı masaları gibi biraz da dedikodu içerikli iddialardı bunlar. Özel hayat beni hiç ilgilendirmezdi ama eğer iddia ettiği gibi eski baş memur kurum müdürüne “Ben neden görevimden alındım?” diye sorduğunda, müdür ona “E sen bana hiç rakı masası kurmuyorsun ki” dediyse durum vahimdi ve bunlar iktidarın sahip olup temsil ettiğini söylediği ahlâk anlayışına hiç mi hiç uygun düşmüyordu.
Nihayetinde tüm anlatılanları dinledim, sorularla derinleştirdim, ismi geçenleri öğrendim. Zaten cezaevinde idareden kaynaklı yeterince hak gaspı ve sıkıntı yaşamaktaydık, bunlar da üzerine tuz biber ekmişti. Aklımda tek soru kalmıştı, bunu da kadın memura sordum: “Neden bunları bana anlatıyorsun?” Verdiği cevap şöyleydi: “Çünkü senden korkuyorlar, her şeyi basına yansıtıyor, haberini yapıyorsun. Uğradığımız bu adaletsizlikte bize yardımcı olabilirsin. Biz korkuyoruz en azından sen Adalet Bakanlığı’na yazabilir, savcıya iletebilirsin.” Vay be ben neymişim dedim ama aslında bela tam anlamıyla kapımda, hatta karşımdaydı, el sallıyor, ben geldim özlemişsindir, diyordu.

Savcı ne işe yarar?

Arkadaşlarımın meraklı bakışları altında koğuşa döndüm ve düşündüm, bu iddiaları ciddiye almalı mıyım? En güvendiğim iki kadınla koğuşun en sevdiğimiz tenha ve serin bölümüne çekildikten sonra onlara her şeyi anlatıp görüşlerini sordum. Biri “Hiç bulaşma, boş ver” derken diğeri benim için endişeleniyordu. Uzun istişareler sonucu şu karara vardım; bu iddiaları savcıyla görüşmeye çıktığımda -tam da olması gerektiği gibi- soruşturma mercii olan savcılığa iletecektim ve onlar soruşturacaktı, en azından soruşturmalıydılar, değil mi? Kararımı arkadaşlarıma da anlatıp onaylarını aldıktan sonra geriye savcıyı beklemek kalmıştı.

Derken savcı cezaevine geldi ve beni görüşe çağırdı. Ama o da ne, genelde yalnız görüştüğümüz odada kurum müdürü de oturmaktaydı. Sakince sevk talebimi iletip, 2016’dan bu yana ailemden ve ikâmetgâhımdan uzak cezaevlerinde tutulduğumu, bu yüzden görüşlerin ailem ve arkadaşlarım için tam bir eziyete döndüğünü, babamın sağlık sorunlarından dolayı onu 1,5 yıldır göremediğimi anlattım. Sonuç yoktu tabii: “Dilekçe yaz.” E zaten yazıp duruyordum da reddediliyorlardı.

Sonra geldik belalı konuya… Başlamadan önce savcıya özel konuşmak istediğimi, kurum müdürünün dışarı çıkmasını talep ettiğimi söyledim. Zaten beni ‘çok fazla seven’ kurum müdürü, çatık kaşlar ve nefret dolu bakışlarla bana bakarak dışarı çıktı (Bu müdür, bir önceki yazımda anlattığım, Suriyelilerle ilgilenmemem için beni tehdit eden kişiydi tabii ki). Baş memurların iddialarını olduğu gibi savcıya aktardım ve soruşturmasını talep ettim. Önce mırın kırın etti, memurları suçladı, oysaki ortada iki eski baş memurun soruşturulmayı hak edecek kapsamda iddiaları vardı. Ardından gelen “Sana niye anlatıyorlar?” sorusuyla karşılaşacağımı gayet iyi biliyordum elbette. Korktuklarını düşündüğümü, benimse sadece kendisine, yani savcıya ilettiğimi ekledim. Notlar aldı, anladı, ya da ben anladığını düşündüm, ama fena yanılmıştım. Bela artık kucağıma oturmuş, hatta bana sarılmıştı oysa ve ben sonraki karanlık günlerde bunu acı bir şekilde anlayacaktım.

Bela geliyorum demişti

Şimdi bakınız, bu görüşme tahmini Perşembe günü oldu ve Cumartesileri bizim koğuşun telefon görüşü günleriydi, görüş dediysem, abartılmasın; sadece 1. derece akrabayla ve on dakika. Pazartesi ise açık görüşümüz vardı, hani şu ayda bir kere 45 dakika olanlardan. Günlerden Cumartesi olduğunda ve telefon görüşüne çıktığımda annemden, yakın dostum, hatta kız kardeşim, arkadaş görüş listemin her daim en başında yer alan Melek Bengü Şahin’in ziyaretime gelemeyeceğini öğrendim. E kolay değildi ki İstanbul’dan çıkıp Tarsus’a gelmek. Peki, sadece ben mi öğrenmiştim? Tabii ki hayır! Telefonları dinleyenler de bu bilgiye vakıf oldu anında. Bunu niye söylüyorum, sonra olacakların daha iyi anlaşılması için elbette.

Geldik Pazar gününe, yine Tarsus’ta sıradan bir gün, saat gece yarısı, yemekhanede oturmuş TV’de yayınlanan “Görevimiz Tehlike” filmini izliyor, yanımdaki arkadaşlarla Tom Cruise’un neden hiç yaşlanmadığını ve aksiyon sahnelerini dublörsüz çektiğini konuşuyoruz… Birden koğuşun cezaevi koridoruna bakan ana kapısıyla havalandırma kapısı aynı anda açıldı ve içeriye sert kovboy tavırlarıyla “Herkes havalandırmaya!” diye bağıran onlarca kadın gardiyan giriverdi. Neye uğradığımızı şaşırmıştık, normal şartlar altında aramalar mesai saatleri içinde yapılır ve koridora bakan ana kapı açılır, gece yarısı havalandırma kapısından da girilip tüm koğuş havalandırmaya çıkartılmazdı. Açık seçik operasyon çekiyorlardı. Üzerimizde Tarsus sıcağında gece yarısı ne giyilebilirse onlar vardı. Bu tür anormal durumlarda inanılmaz soğukkanlı olabiliyordum neyse ki ve yine öyle oldu. Gayet sakin havalandırmaya çıkarken bir yandan da “Hayırdır parti mi var?” diye sordum. Memurlardan biri “Her taşın altından çıkıyorsun Aslıhan Gençay” demez mi, o anda anladım, bu gece yarısı baskını benim içindi. Bilgi notu: Koğuşlarda havalandırmalar yazları akşam 20.00 gibi kapatılır ama şimdi açıktı, öyleyse bu hengâmenin içinde ben ve arkadaşlarım hiçbir şeyi umursamadan gece havalandırmasının keyfini çıkaracaktık. Hummalı bir faaliyet hâlindeki memurlar, aramaya gözlemci olarak konuya çok da vakıf olmayan bir mahkûmun girmesini istediler, oysa yine normal şartlar altında biz belirledik katılacak gözlemcileri. Ama şartlar hiç normal değildi ve geliyordu gelmekte olan.

Yarım saat kadar sürdü arama ve memurlar koğuştan ayrıldı. Yatakhaneye çıktığımızda sadece benim dolabımla yatağımın allak bullak edildiğini ve didik didik arandığını, özellikle yazılı her şeyin okunduğunu gördük. Aramada bulunan kadın mahkûm da bunu doğruladı, evet arama benim için yapılmıştı. Herkes merak içinde bana bakıyor, bense hiçbir şey yokmuş gibi sakin sakin dinliyor, izliyordum, ne de olsa konuyu koğuşta sadece üç kişi biliyorduk. Saat neredeyse 01.00 olmuştu, kapı tekrar gürültüyle açıldı ve bir kadın memur seslendi: ”Aslıhan Gençay, seni hemen dışarı alalım”. Nihayet beklenen son! Çıkmak için direkt aşağı yöneldim, arkadaşlarımdan biri beni tuttu: “Gitme, vermeyiz seni” “Yok, gerek yok, eninde sonunda alırlar, saldırırlar, niye siz de zarar göresiniz ki” diyerek sakince kapıdan çıktım. Kalabalık bir güruhun ortasına yatak kıyafetleriyleydim çünkü bana hazırlanma zamanı tanımamışlardı.
Koridoru geçip müdür görüşlerinin yapıldığı akvaryum bölümüne yaklaştığımızda tüm erkek müdürlerle (ne garip kadın cezaevinde kadın müdür yoktu) evlerinden çağırılıp getirtildikleri için sivil kıyafetleri içindeki erkek baş memurların orada toplandıklarını gördüm. Benim kıyafetim bu buluşma için hiç uygun değildi ve kadın memurlara “Bu kadar adamın arasına beni böyle mi çıkaracaksınız, ben gidip giyineceğim” dedim. Fakat dinleyen kim, o şekilde akvaryuma girdik. Tamam, işkence partisi benim içindi, parti kızı da bendim ama hiç hazırlanamamış, süslenememiştim!
Odaya girer girmez oturdum tabii, yerinde duramayan, hızlı hızlı volta atan kurum müdürü memurlara avazı çıktığı kadar bağırdı: “Kaldırın onuuu!” İzbandut gibi iki kadın memur beni kollarımdan tutup kaldırdılar ve sonra kollarımı hiç bırakmadılar. Adam sinir krizi geçiriyordu sanki, herhangi bir mantık çerçevesine sığmayacak her şeyi avaz avaz bağırarak söylüyor, sürekli beni suçluyordu. Örnek vereyim: “Ben terörle mücadele ediyorum, sen benim ayağımı kaydırıp müdürlükten aldırmak istiyorsun, yerime genç, tecrübesiz birini getirteceksin ve terör faaliyeti yapacaksın. Sen beni takip de ettiriyorsun, çocuklarımı da takip ettiriyorsun. Sen örgüt kurdun sırf beni düşürmek için… ”Ben neymişim gerçekten diye düşünüp sakin sakin dinleyip, bu deli saçmalarına güldükçe adam daha çok sinirlenmekteydi. Yorulup sustu nihayetinde ve sıra bana geldi; “Buraya bu şekilde hukuksuzca, gece yarısı operasyonuyla uygunsuz kıyafetle getirilmem yasa dışıdır, koğuşa götürülmezsem hepinize dava açacağım. Hemen savcıyı aramak istiyorum, ona anlattıklarımı soruşturacağına size anlatmış, hep beraber beni susturmaya çalışıyorsunuz, demek iddialarda doğruluk payı varmış ki bu kadar baskıya maruz kalıyorum.” dedim. “Ayrıca ben hangi örgütü kurmuşum merak ediyorum, ortada bir örgüt varsa adı da olmalı değil mi” diye sordum. Müdür bir süre durdu, düşündü, iki kadın baş memurun adını da ekleyerek misal “Ayşe Fatma Aslı örgütü” dedi. İnanamıyorsunuz biliyorum ama inanın hakikaten bunu dedi. Sinirden ve durumun saçmalığından kahkaha attım, güler misin ağlar mısın, yeni bir örgütle karşı karşıyaydım ve kurucusu da bendim, buyurun buradan yakın!

Sonra klasik tehditler başladı: ”İtiraf et, sen beni düşürmeye çalışıyorsun. Sen bu cezaevinden çıkamayacaksın, sana dava açacağız örgüt kurmak ve yönetmekten 20 yıl ceza yiyeceksin, ömrünün sonuna kadar buradasın, bunu istemiyorsan itiraf et” Hayır, neyi itiraf edeceğim o da belirsiz.

Artık benim de sabrım tükenmişti avaz avaz bağırma sırası bendeydi “Terörist de sensin, örgütü de sen kurmuşsun. Ben bir vatandaşın yapması gerektiği gibi hakkındaki iddiaları savcıya ilettim, burada suç yok. Sen bana dava açtığında bu deli saçmalarına inanıp bana ceza verecek hâkim çıkarsa da vay adalet sisteminin hâline. İşkencecisin sen ve şu anda bana bir saattir işkence yapıyorsun…”

Sırada tecrit işkencesi var

Bu bağırış çağırış içinde, ki sesim kısılmıştı artık bağırmaktan, müdürün talimatını duydum: ”Hücreye alın” Her ne kadar ”Hayır, bu hukuksuz, beni koğuşa götüreceksiniz” desem de ne fayda, sıkmaktan kollarımı morartmış gardiyanlarım tarafından sürüklenerek tekli hücreye götürüldüm ve üst kattaki hücrelerden birine konuldum.

İçeriye ilk baktığımda gördüğüm, yerlerin su içinde olduğu yatak ve nevresimlerin özenle bu suyun içine atıldığı ve hücrenin benim için önceden “sevgiyle” hazırlandığıydı, zaten söyledim ya müdür beni çok severdi! Banyoya baktım hiçbir şey yok. Direkt kapıya vurmaya başladım, içme suyu, sabun, peçete, düzenli kullandığım astım ilaçları, doğru düzgün nevresim, yatak, yastık istiyordum. Kapıya gelen A takımı memurlarından her defasında aynı yanıtı aldım: “Müdür Bey’in talimatı var, yasakladı.” Sabun talebime dahi bunu dediler, efendim su neyime yetmiyormuş, “Ha” dedim, “Demek siz tuvalete falan girdikten sonra ellerini sabunlamayanlardansınız”. İşte bunlar hep sevgiden…

Tam anlamıyla Orta Çağ koşullarındaydım ya da “Görevimiz Tehlike” filmini izlerken uyuyakalmıştım, bunlar aslında olmuyordu. Artık uyku haramdı ve sabaha kadar hücre kapısına vurup ihtiyaçlarımı talep ettim, tabii bu arada diğer hücrelerde uyumakta olan kızlar da uyanmış olanları dinlemekteydiler, o gürültüde nasıl uyuyacaklardı ki. Verdiğim geçici rahatsızlık izin çok özür dilerim. Sabaha doğru uyuyabildim ancak. Pazartesi olmuştu artık ve hâlen aynı koşullardaydım. Öğlen yemeği geldi, etli yemek, e ben vejetaryenim, kadın içeri itiyordu yemeği, ben dışarı. “Ne güzel işkenceler bunlar, aç bırakmanın 1001 yolu var ne de olsa” dedim ve almadım. Bu arada her konuşmam ve hareketim el kamerasıyla çekiliyordu, düşünün sürekli yüzünüze doğrultulmuş bir el kamerasına konuşuyorsunuz, sanırsınız “Paranormal Activity” seti.

Öğleden sonra kapı açıldı ve ziyaretçim olduğu söylendi. Büyük sürpriz!
Gelen Melek Bengü Şahin’di. Benim onu tarif ettiğim gibi üzerine peri tozu serpilip dünyaya atılmış insanüstü bir varlık olduğunu kanıtlarcasına, nedensizce gelmeye karar vermiş, görüşümüz sabah saatinde olmasına rağmen o saate kadar da beklemişti. Tabii ne beklemek! Bengü’ye ”Aslı’nın koğuşu ve görüş günü değişti. Bugün görüş yok” diyerek, onu başlarından savmaya, kandırmaya çalışmışlardı. Oysa dinledikleri telefon görüşmesine göre gelmeyecekti Bengü ama gelmişti işte ve bir sonraki Cumartesiye kadar dışarıdan kimsenin haberi olmadan bana hücrede eziyet etme planları bozuluvermiş, hatta bunu hiç bilmeden Bengü bozmuştu. Kendisine söylenen yalanlara ikna olmayan arkadaşım, ısrarla kapıda tartışmış, beni görmeden bir yere gitmeyeceğini kararlılıkla ifade etmiş ve nihayetinde öğleden sonra görüşe girmeyi başarmıştı.

Perişan hâlde hücreden çıktım, yine el kamerası sürekli dibimde, yüzümdeyken, adli mahkûmların görüş yaptığı bölüme geldik, herkes bana bakıyordu zira insanlar görüş için giyinmiş hazırlanmışken ben kameralar eşliğinde sanki şantiyeden geliyorum. Orada Bengü’yle kavuşmamızı, sarılmamızı hiç unutmam. Hayatta vefalı dostlarınız olmalı denir ya, hakikaten öyle. Sanki cehennemden cennete yatay geçiş yapmış Melek Bengü’yle buluşmuştum. Ve fakat doğru düzgün konuşamıyorduk çünkü bir kadın memur araya kamerayı sokmuş benim her dediğime müdahale etmekle meşguldü. On beş dakika kadar süren görüşmede kavga dövüş Bengü’ye her şeyi anlattım, avukat istedim vs. O da bana sımsıkı sarıldı ve “Sakın merak etme, hepsini halledeceğim” dedi, halletti de. Biz onla ne badireler atlattık şu son beş yıllık tutsaklığımda (Konu dağılmadan şu anda İBB’de psikolog olarak çalışan can dostum, özel ve güzel insan, kız kardeşim Melek Bengü Şahin’e çok teşekkür ederim).

Evet, artık bana yapılanlardan dışarıdaki dostlarım, avukatım ve ailemin haberi olacaktı, rahatlamıştım. Artık hücredeki zamanım, tüm devlet makamları ve insan hakları kuruluşlarına dilekçeler yazarak olanları anlatmakla geçebilirdi, öyle de oldu. Hatta bir defasında yazdığım dilekçeleri bana geri getiren memur, ”Bunları gönderemeyiz, idareyi eleştirmişsin” dedi. Ben de kameraya bakarak ”Kaydedin, yasal hakkımdır ve dilekçeleri de engelliyorsunuz, almıyorum geri” cevabını verdim ve dilekçeler yerine ulaştı.

Ertesi gün ifadeye çağrıldım, kurum müdürü yine karşımda oturuyor ve aynı saçma iddialarını bu sefer daha kendine güvensiz olarak tekrarlıyordu. Elbette kabul etmedim. Saatlerce manevi baskı gördüm, aynı tehditlerle bana deli saçması kurgularını kabul ettirmeye çalıştı. Bense doğruları, yaşananları anlattım ve koğuştaki iki arkadaşımı da şahit gösterdim. Nitekim onlar da benden habersiz olarak çağırılıp ifadelerinde yaşananları aynen olduğu gibi anlatmış, bizim doğru söylediğimiz iyice netleşmişti. Müdürün, beni çok sevdiğinden, üzerimde kurmaya çalıştığı kumpas çökmüştü böylelikle.

Tabii ki avukatım Tugay Bek beni hiç yalnız bırakmadı o hücrede, her zamanki gibi yine yanımdaydı, görüşüme geldi, savcıyla ve müdürle hücreden çıkarılmam için görüştü. Fakat nafile çabalar oldu bunlar, ben yine hücredeydim, akıbetim de belirsizdi ama artık kamuoyu olanları duyduğundan insani ihtiyaçlarım karşılanıyor, günde 3 saat açık spor salonuna tek başıma götürülüyor, çay kahve için gereken sıcak suya ulaşabiliyordum. Bu arada cezaevi savcısı başka bir ilçeye nakledilmiş, kuruma yeni savcı atanmıştı, bunu da yeni savcı hücreleri teftişe geldiğinde öğrendim. Gezerken yanındaki müdürlere ”Buraya mı hücre diyor, ama bunlar tek kişilik oda.” diyordu. E gelip sen kalaydın o zaman Sayın Savcı… Biliyordum, o da beni sevmişti.

Ve sürgün…

On beş gün süren tecrit hayatımdan sonra bir sabah aniden hücrenin kapısı açıldı ve “Sevk oluyorsun” dendi. Eşyalarımı toplamam için tanıdıkları süre on dakika bile değildi, bu arada eski koğuşta kalan eşyalarım yalap şalap toparlanmış ringe yüklenmişti bile, tabii eşyalarımın bir kısmı orada değildi. Sonrasında bunları götürüldüğüm cezaevine getirtmek için onlarca başvuruda bulunup dilekçe yazdım ve bayağı uğraştım ama sonunda aldım.

Nerede kalmıştık, hücreden alınıp mahkûm kabul bölümüne geldiğimde askerler de, ring de hazırdı, tek eksik bendim, ringe binecek ve nereye gittiğimi bilmeden yollara düşecektim. Tam ringe binerken memurlar elime alelacele bir kâğıt tutuşturdular. Yoldayken okuyabildim ancak, saçmalık sürüyordu ve bana disiplin cezası verilmişti: Üç ay ziyaret yasağı. Gerekçe neydi peki? “Kurumda kötü söz söylemek” Yol boyunca güldüm. Sonrasında komutana “Ben nereye gidiyorum?” diye sorduğumda “Kayseri” yanıtını aldım.

İşkencecilere takipsizlik

2018 Ağustos’unun ilk haftalarında artık Tarsus Cezaevi’ndeki arkadaşlarımdan vedalaşamadan ama kesin olarak ayrılmış Kayseri Cezaevi’ne getirilmiştim. Oradayken öğrendim ki Tarsus Kadın Kapalı Cezaevi’nden getirilen tüm mahkûmlar, Tarsus Cezaevi idaresi hakkında iddialarını iletiyor ve şikâyetçi oluyorlardı. Bakanlık dahi Tarsus Kadın Kapalı Cezaevi’nden illallah etmişti sanırım. O zaman bu durumda ne yapacaklardı, bu iddialar soruşturulacak, işlenen suçların üzerine gidilecek, sorumlular ceza alacak mıydı? İşte ondan emin değildim zira bizzat benim yaşadıklarımla ilgili yaptığım tüm başvurular ve suç duyurularının akıbeti takipsizlik oldu ve bahsettiğim kişi bildiğim kadarıyla hâlen Tarsus Kadın Kapalı Cezaevi’nde müdürlük yapmakta. Peki, şimdi ne olacak bunlar, bu işler Adbülhamid Bey? Hakikaten merak ediyorum bana neden bunlar yapıldı ve yapanların yanına kâr kaldı?

Unutmadan bana verilen cezaya mı ne oldu, itiraz ettim ve İnfaz Hâkimliğinde çıktığım ilk duruşmada hâkim bana “Aslıhan Hanım, siz bir suç işlememişsiniz, yaptıklarınız suç değil, o yüzden bu cezayı kaldırıyorum” dedi. SEGBİS odasında yanımda duran Kayseri Kadın Kapalı Cezaevi’nin kadın memurlarından biri de en az benim kadar sevindi ve birbirimize sarıldık. Olamaz demeyin, böyle bir kadın dayanışması da bazen, bazı kişilerle olabiliyor. Belirtmeliyim ki, anlattıklarım yaşadıklarımın sadece özeti, ‘bu nasıl uzun bir özet’ demeyin, inanın bana daha fazlası oldu.

Bir dahaki bölümde Sivas’a, Sivas’taki Cezaevlerine, oralardaki baskılara, karanlıklara ışık tutacağız, bekleyiniz.

Gazete Davul

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Flag Football WM

Internationale Partnerschaft mit Südafrika für eine gerechte Energiewende auf den Weg