Baskıların, küçük yalanların ve hantal bürokrasinin yol açtığı felaketleri, Doğu Anadolu’nun küçük bir okulundan anlatarak koskoca bir ülkenin resmini çekebilen bir film Okul Tıraşı. En İyi Film, Senaryo ve Kurgu dallarında Altın Portakal’dan ödüllerle dönen ve hem seyircinin, hem eleştirmenlerin hem de jürinin tartışmasız en çok beğendiği Okul Tıraşı filminin mimarlar ile tanışmanızı istedim. Bu ikili bir şeyleri fazlasıyla doğru yapıyor ve tam da bu yüzden senarist Gülistan Acet ve eşi yönetmen Ferit Karahan’a onları daha yakından tanımaya ve anlamaya yönelik bazı sorular sorduk.
Sizce bir yönetmenin en önemli özelliği nedir?
Ferit Karahan- Ritim duygusu… Eskiler buna yönetmenlik kumaşı derdi. Bir de insanın olumsuz bir durum karşısında iyimserliği ve kendini ikna etme yeteneği. Kendinizi ne zaman ikna ettiğiniz, sahnenin iyi olup olmadığını belirler. Sonra kurguda “Bu neden kötü oldu?” diye düşündüğünüzde köklerini o anda ve o duyguda bulursunuz. Geçmiş olsun, çok pahalı bir dersi almışsınızdır; çünkü kendinizi zamanından önce ikna ettiniz.
Kurgu dediniz. Ne tür kesimler kullandınız? Yorumlar mısınız kurgu dilini?
Ferit Karahan- Filmin kurgusu uzun bir sürece yayıldı. Bunun nedeni iki ayrı kişiyle kurgu yapmam ve film kurgusunda kendime özgü bir yaklaşım geliştirmem oldu sanırım. Filmin kurgusundayken “Stretchthe time / Zamanı genişletme” diye adlandırdığım bir teori geliştirdim. Bir sahnede kesmelerle zamanı genişletebileceğimi fark ettim. Filmde bir nedeni ya da anlamı olmayan tek bir plan kullanmadık. Şimdi dönüp baktığımda, hesabını veremeyeceğim tek bir kare yok.
Senaryo entelektüel olarak size meydan okudu mu? Veya zihinsel olarak?
Gülistan Acet – Bu senaryo, hakim olduğum bir coğrafyada geçmesi ve benim gibi orada doğup kısmen orada büyümüş çocukların hikayesini ele almaktan ötürü cepten yemeye çok müsaitti. Yatılı okul okumamış olsam da onların maruz kaldığı öğretmenlere ve eğitim biçimine maruz kalmamın yanı sıra öğretmenlik de yapmış biri olarak dinamikleri çok iyi biliyordum. Yani konunun iki zıt kutbunda da bulunmuş biri olarak işim kolay sayılırdı. Senaryo, entelektüel ve zihinsel olarak değil; ama duygusal olarak meydan okudu diyebilirim.
Profesyonel olmayan oyuncu ile çalışken durumu nasıl yönetiyorsunuz? Filminizdeki çocuklar ile çalışırken mesela.
Ferit Karahan- Birçok yöntem deniyorum. Kişiden kişiye ve durumdan duruma farklılık gösteriyor. Amatör oyuncular, sizin elinizde nasıl şekillendirdiğinize göre biçimlenen akışkan birer malzeme. Çok dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Mesafeli durup arkadaş olmamayı tercih ediyorum. Çünkü sette insanlar bunun üzerinden sizin yumuşak karnınıza dokunmak isterler. Onları objektif olarak görmezsiniz. Fellini yöntemi, bende çok belirgin. Sürekli onlara yapacak işler yaratmaya çalışıyorum ve sahnede değil de sanki yaşamlarına devam ediyorlar hissiyatı oluşuyor. Bu da, filmi doğallaştırıp yalınlaştırıyor.
Filmin ülkemizin sinema tarihine bıraktığı miras nedir? Filminiz neden önemli?
Ferit Karahan- Baskının hüküm sürdüğü ortamlardaki şiddet veya şiddet ihtimali, insanı küçük yaşlardan itibaren tetikte olmaya ve yaşamda kalmak için her yolun mübah olduğu bir davranış biçimi geliştirmeye zorlar. Bu yüzden masumiyet, dostluk ve hatta merhamet gibi duygular yerini temel yaşam ihtiyaçlarına bırakır ve çoğu zaman bu ihtiyaçları gidermek için yalana başvurulur. Okul Tıraşı, anı kurtarmak için başvurulan küçük yalanların nasıl büyüyüp bir felakete dönüştüğünü ve bu durumun küçük bir okuldan hareketle ülke haline bürünmesini gösterdiği için önemli görüyorum.
Nihai ürün, sadece kafanızda var olan versiyona benzemez denilir, senaryo ne kadar değişti?
Gülistan Acet- Yazım aşamasında kafanızdakilerin kağıda aktarılırken çok büyük kayıplar verdiğini düşünüyorum. Söz, fikri herkesçe anlaşılır hale getirirken derinliğinden çok şey yitirir; ama çekim aşaması için aksini düşünüyorum. Ferit çekim aşamasından senaryoya birebir sadık kaldı. Sette doğaçlama olarak çekecekleri bir sahneyle ilgili bile uzun uzun konuşup nasıl hikayeye yedirilip ona hizmet edebileceği üzerine kafa yorduk. Genel olarak sinemanın yazılandan çok daha etkileyici bir şekilde ete kemiğe büründüğüne şahit oldum her projemizde ve bu, benim için gerçekten sihirden farksız.
Film sizi değiştirdi mi? Nasıl?
Ferit Karahan- Çok. Öncelikle yatılı okul benim en büyük travmam. Filmi bitirdiğimde neredeyse uzun bir terapi seansından çıkmış; ama bu terapiyi dayakla almış gibiydim. Bir haftanın sonunda Gülistan, “Eşim nereye gitti?” diye sordu. Uzun süre kendime gelemedim. Sonra kurguya başladığımda büyüdüğümü ve artık yatılı okulda olmadığımı anladım. Bir de daha özenli bir insan yaptı beni.
Okul Tıraşı’nın önemli politik boyutları ve eğilimleri neler?
Ferit Karahan- Birçok politik katmanı olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyetin kökleri 1890’ların başlarına dayanıyor. O tarihten bu güne, aslında militarist bir toplum olageldik. Başlangıçta gerekliydi çünkü savaşlar vardı. Hamidiye Alayları’nın 1930’lara kadar sürmesi ve hemen akabinde ikinci dünya savaşıyla birlikte bu süreç, bir hayli uzadı. 1950’lerdeki iki kutuplu dünyadaki Amerikan müdahaleciliği, ülkeler içinde sürekli kutuplar yarattı. Türkiye örnekleminde darbeler, tamamen bunun ürünüdür. Fakat sonra, 90’ların başlarıyla birlikte; yani aslında Kürt sorununun alevlendiği dönemde, şiddetini kendi içine yönelten bu toplumsal militarizasyon her tarafı sardı ve günümüzde hala çok yoğun. Bu film, temel olarak militarist aklın ve ahlakın eleştirisidir. Diğer bir katman, Kürt sorununa post-kolonyal bakışı gözler önüne sermeye çalışırken, sınıfsal sorunları da zeminine oturtur ve en önemli mesele de, sadece ülkemizde değil, aynı zamanda dünyanın da- kapitalizmin etkisiyle – eğitim politikalarını eleştiriyor.
Ne tür bir sinema ya da yönetmenlik tarzını seviyorsunuz?
Ferit Karahan-Sert, gerçekçi, orijinal ve cesur hikayeler daha çok ilgimi çekiyor. Herhangi bir türe bağlı kalmayan ve sürekli türler arasında dolaşan sinema deneyimleri bana daha heyecan verici geliyor.
Tüm zamanların en sevdiğiniz filmi hangisi? Ve nedeni nedir?
Ferit Karahan- Büyüdüğüm ve okuduğum şehirlerde sinema yoktu. Üniversitenin ilk yılında da şehri gezmekten fırsat bulamamıştım. 2. sınıftayken içinde bulunduğum siyasi yapı, yeni gelen öğrencilerin birbirleriyle ilişki kurması için bir etkinlik yapmak istiyordu. Ben de toplu halde sinemaya gitmeyi önerdim. Kadıköy’de merdiven altı bir sinema buldum. 30-40 kişi sinemaya gittik; fakat makinist iyi bir sinefildi ve o zamanlar Tarkovski filmleri oynatıyordu. Her defasında da diğer arkadaşlar sıkılıp çıkıyordu ve ben görev bilinciyle yalnız seyrediyordum. En az 10 kere Ayna’yı izlemişimdir. Benim için çok özel bir yerde duran bu film, ilk sinema deneyimimdi.
Bu filmdeki karakterlerden herhangi biri sizi sinirlendirdi mi? Bize nedenini söyler misiniz?
Gülistan Acet- Hiçbirimiz pür iyi değiliz. Bazılarımız yeterince insana temas etmemiş, yeterince insanı memnun etmek zorunda kalmamış, yeterince insana hesap vermek zorunda kalmamış ve başkalarından daha az kirlenmiş hissediyor olabiliriz yalnızca. Beni sinirlendiren şey, sistemin kendisi. Sistemin çarkları arasında ezilen küçük insanlara sinirlenmeye hakkım olmadığını düşünüyorum.
Çok uzun sürdüğünü söylediniz filmin süreçlerinin tamamlanmasının. Kültür Bakanlığı tarafından birkaç kez reddedilmiş hatta Köprüde Buluşmalar başvurunuz da olumsuz sonuçlanmış. Bu reddedişlerden sonra her taraftan tam not alıp ödüllendirilmeyi nasıl yorumluyorsunuz?
Ferit Karahan- Kültür bakanlığı fonunu ayrı bir yere koymak gerekiyor. Birkaç kez ret alsam da nihayetinde 2009’da bize senaryo yazım desteği, 2017’da proje desteği ve 2019’da da yapım desteği verdiler. Bakanlığın fonu, sürekli değişen kurullarla yapılıyor ve zaman içinde projeyi beğenmeyen ya da beğenen oluyor. Köprüde buluşmalar hakkında aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Arkadaşları olmayan kimseye destek vermiyorlar. Son 10 yılın destek almış projelerine baktığınızda bazı insanları neredeyse maaşa bağladıklarını göreceksiniz. Hakkaniyet ve yeni keşiflerden uzak, kan davası güden bir yapı karşımızdaki. Bu çürüme sinemaya zarar veriyor. Köklü bir değişim geçirmeleri gerekir.
Gülistan Acet- Kültür bakanlığı gibi yapılarda sanatsal değerlendirmenin önüne geçen bazı kaygılar belirginleşebiliyor. Bizi asıl şaşırtan, kendisini bağımsız gören kurumların değerlendirmelerinde kriter olarak projenin değil ilişkilerin ön planda tutulması. Bakanlıktan yazım desteği alan “Bütün Annelerim” adlı projem, Altın Portakal’dan “En İyi Senaryo” ödülü aldıktan hemen sonra Köprüde buluşmalar tarafından reddedildi. Destek alan herkesi itham etmek istemem ama Köprüde Buluşmalar’da 15 yıldan fazla bir süredir verilen bu desteklerin çoğunun her sene neredeyse aynı yapımcılara verilmesi ve alanın da verenin de memnun olması en büyük sorun. Okul Tıraşı, senaryo aşamasında da başarı potansiyeli öngörülebilir bir filmdi. Kurumlar proje aşamasındayken bunu görmezden gelmek isteyebilirler; ama doğru dinamiklerle işlenmiş, doğru bir bakışı olan bir film, eninde sonunda seyircisine ulaşır, hak ettiği ilgiyi görür.