in ,

İzin

Öykü

Ciddiyetini bozmadan merakla bakıyordu öğretmene…

Kendine çeki düzen verecek zaman yoktu. Mantosunu giydi. Vali konağına doğru yürüdü. Yumuşak bir rüzgâr vardı. Önemli olan validen randevu koparabilmiş olmasıydı. Yüz yüze konuşmak başka şeydi.

Sekreter beş dakika sonra içeri girebileceğini söyledi. “Mantonuzu şuraya asabilirsiniz.”dedi. Gülümsüyordu. ‘İnsanı rahatlatan bir yüzü var’ diye geçti zihninden. Kazağına, pötikare eteğine baktı. Nefes aldı. Kapıyı çaldı.

Yaşı olsa da son derece zarif ve hoş adamdı vali. Çok şıktı. Ciddiyetini bozmadan merakla bakıyordu öğretmene… Pencereye yakın deri koltuğu işaret ederek;

“Buyrun, buyurun lütfen.” Dedi. Tok bir sesle.

O konuştukça genç öğretmenin yanakları kızarıyor, avuçlarının içi terliyordu. Hafif arkaya doğru taranmış gümüş rengi saçlarına, kolunu hareket ettirdikçe açığa çıkan beyaz gömleğinin manşetine takılıyordu gözleri. Losyon mu, parfüm mü? Mis gibi. Tüm odayı saran taptaze ve sportif… Adamın ısrarlı bakışlarından nefesi daraldı. Dudakları titriyordu.

“Doğrusu sizi görmek için sabırsızlanıyordum. Telefonda söylediklerinizi bir de sizden duymak istedim.”

“Haklısınız. Biraz tuhaf bir konu… Saçma gelmiş olabilir.”

“Yo, yo! Bakın tam tersi şu ana kadar duyduğum en anlamlı nedenle gelen birisiniz. Dürüstlüğünüz yüzünden buradasınız, bunu bilin.”

“Anlıyorum. Aslında evet. Sizin için ‘kimseye izin vermiyor, boşu boşuna başvurma’ demişlerdi.”

Vali ayağa kalktı. Pencereye yaklaştı. Dalgın dalgın dışarı baktı. Adınız… Sariye diye okudum ama…”

“Doğru. Hayret adımı ilk seferde doğru söyleyebilen tek kişisiniz.”

“O halde adınızın anlamını da öğrenmeyi hak ediyorum, öyle değil mi öğretmenim?”

“Şey… Rica ederim. İki gece üst üste yağan yağmur bulutuna deniyor.”

“İskenderunlusunuz?”

“Evet, İskenderunluyum.”

“Ben Antakya’da görev yaptım yıllar önce. Bilirim oranın insanlarını. Sizin Arapçanız var mı?”

“Var ama! Sonradan öğrendim. İdare eder diyelim.”

“Hım! Biliyor musunuz aslında siz… Siz bana orta doğunun romantik güzelliğini hatırlatıyorsunuz.”

“Efendim? Anlamadım”. Bu defa kulağından ateş fışkıracak gibi oldu. Huzursuzca kıpırdadı. İstemsiz bir tebessümle ayrıldı dudakları. Muhteşem övgüsünü Sariye duymamış gibi yineledi.

“Teşekkür ederim, çok naziksiniz.” Dedi Sariye. Öğretmenin kulaklarına dek kızardığını fark eden vali asıl konuya geldi.

“Yani, yanlış anlaşılma varsa düzeltin lütfen. Şimdi siz henüz nişanlandınız. Ve nişanlınız Belçika’da N ATO görevlisi olarak askerliğini yapacak.”

“Evet efendim. Aynen öyle.”

“Tam bir yıl yurda dönmeyecek… Doğru mu?”

“Evet efendim. Doğru.”

“Onu uğurlamak üzere Ankara’ya gitmek için hafta sonu ile birlikte toplamda üç günlük izin istiyorsunuz.”

“Evet, mümkünse?”

“Anlıyorum. Ben size dürüstlüğünüze dayanarak dört günlük izin vereceğim. Umarım beklemenize değer biridir. Şanslı olduğunun farkında olmasını dilerim… Her neyse şu formu doldurun önce.”

“Çok teşekkürler vali bey. Yalnız; izin sebebi bölümüne, size söylediğim gerekçeyi, olduğu gibi yazsam tuhaf karşılanmaz mı?”

“Hayır efendim! Olduğu gibi yazın. Gerekçeniz mantıklı. Onu bir yıl beklemeniz konusunda aynı şeyi söyleyemem tabii.” Sariye, valinin şu ana dek ilk kez gülümsediğini görüyordu. Muzip bir ifadeden çok gizemli bir anlamdı yüzüne yayılan. Formu doldurdu, imzaladı, masanın üzerine bıraktı.

Tam çıkacağı sırada vali beyden bir soru, daha çok rica geldi. “Bazen çeviri gerektiren durumlar oluyor, sizi arasak gelir miydiniz?”

“Elbette, gelirim.” Dedi. Sevinçle çıktı dışarı. O dönem kimselere verilmeyen izni almıştı. Orta doğunun romantik güzeli olmak kaç kişiye nasip olabilirdi ki. Sırılsıklamdı. Geçmişten bir sevgili miydi ona anımsattığı? Ya da yaşına başına bakmaksızın bencilce bir arayış mı? Kim bilir?

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

RSF und Investigativjournalisten klagen gegen Reform des Verfassungsschutzrechts

Türkei kann an wichtigen EU-Programmen für Forschung, Innovation und Bildung teilnehmen