in , ,

„Alevilerin kendi cemevlerini yapabilecek güçleri vardır“

AABK Onursal Başkanı Turgut Öker

AABK Onursal Başkanı Turgut Öker

AABK Onursal Başkanı Turgut Öker, cemevlerinin günümüzdeki durumuna ilişkin yaptığı değerlendirmede, cemevlerinin vazgeçilmez olduğunun altını çizerek, “Cemevleri gerçekliği bir bütün olarak bu ülkede hem sistemin, bugünkü devletin Alevilere toplumsal yaşamda eşit hakları vermeden her anlamda Alevileri eşit statüye kavuşturmadan çözülmez” dedi.

Alevi inancı bin yılların birikimiyle günümüze kadar dilden dile, gönülden gönüle, bin bir ırmaktan beslenerek günümüze kadar taşınmış bir inanç. Alevi inancının ibadethanesi dağ, taş, ağaç, akarsu, çeşme, hane (ev) kısacası tüm coğrafya olsa da günümüz dünyasında insanların bir araya geleceği, sorunlarını konuşacağı, sosyal ve kültürel aktarımların yapılacağı alanlar oluşturulmaya başlandı.

Köylerde köylünün bir araya geleceği evde cem erkanları yürütülürken, şehirlere yerleşen Alevi toplumu inançlarının gereğini yerine getirmek için cemevleri inşa etmeye başladı.

1990’lı yıllarda Alevi yurttaşların kendi imkanlarıyla aldıkları arsalarda daha sonra cemevleri yapıldı. Günümüzde ise daha çok belediyeler veya merkezi hükümetlerin desteğiyle cemevleri inşa ediliyor.

Belediyelerin cemevleri yapılırken verdikleri maddi desteğin sonuçları da ağır olabiliyor. 25 Eylül 2021 tarihinde Isparta Cemevinin açılışında, belediye başkanının “Bu cemevini ben yaptım” diyerek provokasyon yapması belediyeler ve Alevi kurumları ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği tartışmalarını beraberinde getirdi.

Peki cemevleri; günümüzde asimilasyonun kıskancında olan, Alevi kimliği inkar edilen, inanç merkezlerine ‘cümbüş evi’, ‘sosyal tesis’, ‘kültür evi’ denilen Alevi toplumunun inançsal, sosyal ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılıyor mu?
Hükümet ve belediyelerle doğru bir ilişki kuruluyor mu? Alevi kurumları ve inanç önderleri cemevlerini inancın gereklerini yerine getirecek noktaya taşıyor mu?

Tüm bu soruları ve daha fazlasını Alevi kurum başkanlarına, inanç önderlerine ve yazarlara sorduk.

Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) Onursal Başkanı Turgut Öker, cemevlerinin günümüzdeki durumuna ilişkin sorularımızı yanıtladı.

“CEMEVLERİNİN İŞLEYİŞİNİN NE OLACAĞI KONUSUNDA CİDDİ BİR TARTIŞMA YAPMADIK”

PİRHA: Cemevlerinin yapılma fikri nasıl doğdu? Cemevlerinin tarihsel arka planını aktarabilir misiniz?

Turgut Öker: Türkiye’de cemevlerinin ilk temel atanlarından biri benim. 1994’te Dersim Cemevi temelini Dersim’de köylerin boşaltıldığı, kurşunlandığı, Dersim halkına yönelik devletin gücünün doruk noktasında olduğu bir dönemde o cemevini o dönemin Belediye Başkanı Mazlum Aslan’la birlikte atmıştık. Onun öncesinde hatırlamıyorum ben. Onun öncesinde Türkiye’de Büyükşehirlerde bildiğimiz Karacaahmet, Şahkulu ve diğer dergahlarımız vardı. Ankara’da hiç yoktu. İzmir’de hiç yoktu. Sadece Pir Sultan’a bağlı üç şube vardı. İstanbul, İzmir ve Ankara’daydı. O dönem Hacıbektaş ismi ile faaliyet yürüten şu anki AKD’nin kökü olan örgütlenmemizin de cemevi yoktu. Başlarını soktukları dernek biçiminde buluşmalar vardı ama cemevi şeklinde yoktu. Cemevleri bizim tercihimizden kaynaklı ortaya çıkmadı, oluşmadı. Hayatın zorlamasıydı.

Aynı anda Avrupa’da da bizim ilk kendi merkezi yerimize kavuşmamız 1995’tir. Şu anki Köln’de ki merkezimizdir. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu merkezi olan yeri biz 1995 yılında aldık. Avrupa’da mülkiyeti bize ait olan ilk Alevi kurumdur. Bunu bir süreç olarak değerlendirdiğimizde arkasından Dersim’deki cemevinden sonra fiilen benim bizzat açılışını gerçekleştirdiğim Erzincan’daki Cumhuriyet Mahallesi’ndeki Cemevi, Varto’da ki cemevi ve arkasından Sivas Ali Baba’da ki, Maraş’ta ki, İstanbul’da ki, İzmir’de ki birçok cemevinin açılışına, temel atma törenlerine katıldım.

Cemevi gerçekliğini bir bütün olarak ele almamız gerekir. Köylerde böyle bir ihtiyaç yoktu. Her ev bir cem yeriydi ve doğal olarak da Alevilerin köylerde aynı inanca mensup olan kişiler olmaları nedeniyle zaten kendilerini inançsal alanda da dağda, bayırda, sokakta neyse ihtiyaçları rahatlıkla giderebiliyorlardı. Ama 60’lı yıllardan itibaren köylerden büyük şehirlere göç ile birlikte bu zorunlu hale geldi. Niye diyeceksiniz 60’lı yıllarda, 70’li yıllarda, 80’li yıllarda cemevleri yok? Aleviler şehirlere geldiklerinde gecekondularda yaşadılar. Gecekondularda mini köy yaşamını ifade ediyor. Doğal olarak evlerinin önüne perde çektiler cenaze yıkadılar, dedeleri geldi büyük bir yerde buluştular cem yaptılar.

Gerçek anlamda büyükşehir yaşamı ortaya çıktıktan sonra, apartmanlar dikilmeye başlandıktan sonra siz cenazeyi 5’inci kata mı çıkartacaksınız? 5’inci kattaki bir dairede mi cenaze töreni yapacaksınız veya cem yapacaksınız? Avrupa açısından da aynı zorunluluk ortaya çıktı ve cemevleri gerçeği bizim irademizin dışında kendi kişisel değerlendirmeleri ve tercihlerinin ötesinde zorunlu oldu. Cemevlerinin işleyişinin ne olacağı, hizmetinin ne olacağı, cemevlerinin Aleviliğin neresinde yer alacağına dair ciddi bir tartışma yaptık mı? diye sorulursa hayır.

Orada bir esinlenme oldu Hristiyanların kilisesi var, Müslümanların camisi var, Yahudilerin sinagogları var bizimde cemevimiz olsun denildi. O anlamda içini nasıl dolduracağımız ise faaliyetlerinin neler olacağı ise konuşulmadı. Aleviliği biz orada tekrar nasıl yaşatırız, yaşatacağız diye sorulmadı. Özellikle de metropollerde, büyükşehirlerde yaşamımızda bunca değişiklik olduktan sonra ibadet biçimimizde de şeklimizde de, ibadet anlayışımızda da ne gibi değişiklikler olacak ona da kafa yormadık. Şunu anımsıyorum Dersim’de ki Cemevi’nin temel atımında orası dağlık bir yerdi, dinamit patlatmamız gerekiyordu oranın düzleşmesi için ve bir an önce bizim başımızı sokacak bir yerimiz olsun istiyorduk. Koca Dersim’de canlarımızın Hakk’a ulaşımında topluca ibadet yapacak veya cenaze erkanı yapacağımız bir yerimiz olsun dedik. Tüm olay buydu.

Ondan sonra bunun içi nasıl doldurulur, hizmet nasıl olur, bizim inancımıza göre cenaze nasıl kaldırılır, cemevleri nasıl yönetilir buna gerçekten kafayı yormadık. Cemevlerinin Alevi dünyasında pozitif yönlerde değil negatif yönleri ile de yer almasının da bir nedenidir. İbadet yeri nasıl olabilir noktasına kafa yormadık. Aç insanın bir şeye saldırması gibi bir an önce bizim de bir yerimiz olsun dedik. Bu konuya çok eleştirel yaklaşanlar da şu gerçeği bilmiyor; 1990’larda da büyük şehirlerde özellikle Alevilerin cenazesi camilere götürüldüğünde imamlar çok ağır hakaretler yaparlardı. Cami içerisine Aleviler girip de nasıl namaz kılacaklarını bilmiyorlar ve cami imamına terkedilmiş bir cenaze düşünün. Orada çok ağır hakaretler sarf edildiğine ben tanık oldum. ‘Sağlığınızda gelmiyorsunuz leşinizi niye getiriyorsunuz?’ diyorlardı. Bu soru belirgin bir şekilde sorulurdu ve Sünni cemaatin insafına bırakılmıştı. Normal namaz saatlerinde tabut cami içerisine getirilirdi, uzaktan yakından alakası olmayan cemaatte cenaze namazı kılardı. Sonra o kişinin cenazesini oradan alırsın mezara götürürsün. Bu tür trajikomik şeyler yaşanırdı. Hakaretler diz boyuydu. O anlamda da bir yandan da bu hakaretlerden kurtulma zorunluluğu vardı. İlk etapta da şimdi belediyeleri tartışıyoruz ama ve 2000’li yıllarda mevcut belediyelerin hiçbirisi bizim kapımızdan bile geçmiyorlardı. Bu saydığım cemevlerinin temelini attığımız da o şehirlerde belediye başkanları bizim yüzümüze bakmıyordu. Cemevi açılan yerin önünden bile geçmiyorlardı. Onlara göre kırmızı çizgiydi. Cami dışında başka bir yere ibadethane olarak bakmazlardı, yaklaşmazlardı. Bu nedenle de bizim cemevi gerçekliğimiz bugüne kadar geldi.

“BİR BİNAYI YAPMAK SORUN ÇÖZMÜYOR. ÖNEMLİ OLAN İÇİNİN DOLDURULMASI”

– Yasal statüye kavuşmamış cemevleri gerçekliği var. Değişik adlar altında açılan bu cemevlerinin büyük çoğunluğu yerel yönetimler veya merkezi hükümetler tarafından yapılıyor. Bunu, yönetimsel ve inançsal yansıması bakımından nasıl okuyorsunuz?

Cemevleri bizim için vazgeçilmezdir. Alevilik kendine özgü bir inançtır. Alevi toplumuna tek adres camiler gösterilmeyecekse, camiler dışında başka bir şey var olacaksa, bunun da öğreti de bir karşılığı var bu cemevi gerçekliğidir. O anlamda da Avrupa’da da yüzlerce cemevi açtım ben kendi başkanlığım döneminde. Türkiye dışındaki ülkelerde de bizim cemevlerimiz var ama oralarda cemevimizin arsasını biz alırız, parasını biz öderiz, inşaatını biz yaparız. Belediye ve kamu görevlileri cemevlerine para vermezler. Normal ticari olmayan biçimde cemevlerini satarlar ve bize fiyat olarak ucuza verirler. Bedava bir şey söz konusu olmaz. Cemevlerinin kamusal hizmeti söz konusu olsa bile inşaatı sürecinde belediyeler yardımda bulunurlar ama bunun karşılığı Türkiye’de olduğu gibi mülkiyeti kendine ait, keyfine göre davrandığı, kendi istediği dışında biri geldiği zaman kayyum atama, görevden alma gibi bir şey olmaz.

Türkiye’de yakın tarihte bunları gördük. Belediyelerin, hukuki olarak cemevlerinin ibadethane olması konusunda mensubu oldukları siyasi partiler Meclis’te yeterli mücadele yürütmediler. Örneğin parlamentoda CHP cemevlerinin ibadethane olması noktasında soru önergeleri ile kanun teklifleri ile gerçek anlamda cemevlerinin statüsü açısından ibadethane olması noktasında ciddi çabalara girmediler. Sadece gönül alındı. Olayı parti ayrımı olarak görmek istemiyorum. Alevilerin inançsal ihtiyaçlarına uygun kendi yükümlülüklerini yerine getirme anlamında Diyarbakır’da Pir Sultan Abdal kültür Derneği’nin açılışını Osman Baydemir ile gerçekleştirmiştik. Onlar doğru yaptılar. En azından mülkiyeti belediyeye değil bizim cemevine verildi. Ama orada da zaman içerisinde sorunlar oluştu.

Bir binayı yapmak sorun çözmüyor. İçinin doldurulması önemlidir. Cemevleri gerçekliği bir bütün olarak bu ülkede hem sistemin, bugünkü devletin Alevilere toplumsal yaşamda eşit hakları vermeden her anlamda Alevileri eşit statüye kavuşturmadan çözülmez. Yapın ama ben görmeyeyim deniyor. Yasal statüsü hala bugün tanınmıyor ve çarpık zihniyet devam ediyor. Cemevleri zorunluydu. Bizim irademizin dışında toplumsal bir ihtiyaç bugün. Bugünün koşullarında başka hiçbir alternatif yok. Ya asimile olacaklar adres cami olacak ya da cemevi olacak. Kendisi olmak istiyorsa bu zorunlu. Sadece tabela asmakla cemevi olunmuyor. Cemevi tabelası astıktan sonra da camileri taklit ederek cemevi olunmuyor.

Şu an Türkiye’de statü olarak bir yanlış yol var. Belediyeler yapıyor, ekonomik olarak destek de bulunuyor ama normalde belediyenin birimleri gibi oluyorlar. Bazı yerlerde olduğu gibi mülkiyetini bizim derneklere verse bile bu kez de yapmış olduğu katkıdan dolayı en son Isparta örneğinde olduğu gibi Alevilerin gözüne sokuyor, başına kalkıyor. ‘Ben yaptım ben ettim’ diyor. Hangi parti yaptıysa, cemevinde onun onaylamadığı bir yönetim olursa da kayyum atıyorlar, görevden alıyorlar. Bu çarpık bir zihniyet. O anlamda belediyelerin bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, ibadethane olması nedeniyle bir ihtiyaca cevap vermesi amacıyla cemevleri inşaatının kolaylaştırılması için katkı sunmak zorundalar. Cemevlerine arsa vermek zorundalar ama bütün bunlar sadaka gibi, dilenciye bir şeyler vermek gibi algılanmaması gerekir. Bu bir görevdir. Bir başkasının insafına veya o anda yönetici olan partinin inisiyatifine bırakılacak bir olay değil veya yapıldığında da onlara minnettarlık duyulacak bir şey değil. Bu bir görev ve bunu yerel yönetimler yerine getirmek zorunda.

“CEMEVLERİNİ CENAZE YIKAYICILIĞI GÖRÜNTÜSÜNDEN UZAKLAŞTIRMALIYIZ”

-Belediyeler tarafından yapılan cemevleri henüz açılma aşamasında dahi sorunlar çıkıyor. Belediyeleri yapım aşamasına katmadan, Alevilerin lokmalarıyla mütevazı cemevleri yapılamaz mı? Ayrıca Alevi toplumunun çok sayıda ve büyük cemevlerine ihtiyacı var mı?

Bizim cephemizden de bu cemevlerinin içinin doldurulması, sünniliğin taklit edilmemesi, Aleviliği kendi felsefesi üzerinden var edebilecek kendi öğretisi üzerinden var edebilecek faaliyetleri öne çıkartmamız gerekir. Şu an ki gerçekliğinde neyi görüyoruz? Cemevi var ama büyük oranda sadece cenaze kaldıran yerler haline dönüştü. Bütün herkesin de vurguladığı gibi orada yapılanların camilerden bir farkı yok. Sonuçta camideki bir hocanın hizmet olduğu gibi cemevinde de aynısı yapılacaksa bunca masrafa ne gerek var? Cemevi inşa etmenin ne anlamı var? O zaman camilerde kalsalardı. Dolayısıyla bizim her anlamda öğretimizin kendimize özgü olan bu inancı İslam içerisinde eritmeden ve onu kopyalamadan onun camideki uygulamaları neyse aynısını cemevlerinde gerçekleştirmeden, kendi felsefesini, kendi özünü hayata geçirecek çalışmalar olması lazım. Sadece cenaze yıkayıcılığı görüntüsünden uzaklaştırmamız gerekiyor. Eğitsel alanda, kültürel alanda, sosyal alanda toplumsal açıdan bir merkez haline gelmesi lazım cemevinin. Eğitim merkezleri olması lazım. Hangi bölgede hangi ilçede faaliyet yürütüyorsam, sadece Alevilerin değil dar zamanda, zor zamanda başlarını sokabilecekleri, hem paylaşım anlamında hem dayanışma anlamında o bölgede yaşayan insanların ortak üretimlerine de hizmet edebilecek buluşma yerlerine dönüşmesi lazım.

Cemevleri sadece 4 semavi dinlerde olduğu gibi mevcut dinsel faaliyet ile sınırlı çabalar içerisinde olmamalı. Kaldı ki şu an camilerde eski camiler değil, sinagoglarda değil, kiliselerde değil. Bunlar da insana dair her faaliyeti yapmaya başladılar. Alevi öğretisinde bu zaten temel bir olay. Yaşam sadece dinsel dürtülerden, dinsel ritüellerden ibaret değil ki. O anlamda da cemevi hem bağımsız olmalı, öz gücümüz olmalı. Kimseye muhtaçlık içinde olmamız gerekir. Biz önceki cemevlerini kendi gücümüzle yaptık. Dersim’deki, Maraş’taki, Sivas’taki cemevlerine önemli aktarımlar da bulunduk, destek verdik. İnsanlar isteyerek paralar verdiler. Siz oraya ibadethane diyeceksiniz, kutsal bir misyon yükleyeceksiniz, kaynağı nereden geldiği belli olmayan bir parayı oraya aktaracaksınız.

Alevilerin kendi cemevlerini kendileri yapabilecek güçleri var. Bugüne kadar dediğim gibi 8 – 10 şehirde kendi öz gücümüzle gerçekleştirdik. Bugün de ben o anlamda belediyelerin anahtar teslimi cemevi yapmasını doğru bulmuyorum. Bizim kendi Alevi kurumlarımızın fedakarlık içine girmeden, yaratıcılık içerisine girmeden hazıra konmalarını doğru bulmuyorum. Belediye bütün her şeyi veriyor. Biz de onların inşa ettiği yer üzerinden hava atıyoruz. Bu doğru bir şey değil bence.

“ALEVİ KÜLTÜR MERKEZLERİ MODEL OLARAK GEÇERLİLİĞİNİ KORUYOR”

-Avrupa’da benzer sorunlar var mı yada var mıydı? Sorunlar nasıl çözüldü? Cemevleri Alevilerin inançsal ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılıyor mu? Karşılamıyorsa neler yapılmalı, nasıl yol izlenmeli?

1988’de Hamburg’da ilk Alevi Kültür Derneği’ni kurduktan sonra diğer bütün şehirlerde de Berlin, Frankfurt gibi büyük şehirlerde de Alevi Kültür Merkezleri kuruldu. Ve gerçekten biz Alevi Kültür Merkezleri’ne dair ciddi anlamda tartışma yürüttük kendi aramızda. Öyle yazı tura atarak oluşan bir tanımlama değildi. Biz o zamanlar da Aleviliğin toplumsal yaşantımızda bütün alanlara hizmet eden kurum olması gerçekliğinden yola çıktık. Bu nedenle de bilinçli bir şekilde dernek demedik. Alevi Kültür Merkezi dedik ve işin inançsal yönüyle ve diğer tüm toplumsal yönleriyle de insanların beklentilerinin de hayata geçmesi, bu çerçevede hizmet sunulması gerekliliğine dikkat çekmek amacıyla Alevi Kültür Merkezi adını koyduk. Bu kapsamda ben bugün Alevi Kültür Merkezlerinin model olarak hala geçerliliğini koruduğuna inanıyorum. Yani dernek anlamında Türkiye’de biliyorsunuz yüzbinlerce dernek var. Bir kurumdur dernekler. Çok fazla hayatı orada göremezsiniz. Resmi devlet dairelerinin bir yansımasıdır, başka bir versiyonudur dernekler.

ALEVİLİĞİN ÜRETİLMEDİĞİ YERLER ALEVİLİĞE HİZMET ETMEZ

O anlamda biz hemen Madımak Katliamı sonrasında kitleselleşme ile birlikte cemevi gerçekliğini gördük. Ve sonra Alevilerin toplumsal yaşamdaki değişikliğini de görerek derneklerin adını biz örneğin Aleviler Birliği kurduk, Alevilere özgü olan, Alevilerin ihtiyaçlarını karşılayan bir tanımlama oldu. Alevi Kültür Merkezleri yerini Aleviler Birliği, Aleviler Federasyonu’na bıraktı. Bir toplumun varlığını sürdürebileceği, bir öğretiyi kuşaktan kuşağa aktarabilecek model neyse onu hayata geçirmeliyiz. Bu nedenle bu durumun dernekçilik ile olmayacağı çok açıktır. Türkiye’de görüyorum Dernekseniz ayda yılda bir sadece yönetimsel olarak toplantılar yapıyorsunuz. Sadece kurullar toplantısı yapılır, sadece resmi buluşmalar yapılır derneklerde. Alevilik kendisini yeniden üretmiyor ki derneklerde. Gençlerin, kadınların gelmediği, büyüklerimizin, yaşlılarımızın, dedelerimizin, analarımızın Aleviliği var eden bütün katmanların kendisini tekrar üretemediği yerler Aleviliğe hizmet etmez. O anlamda dernek modeli Alevilikte yanlış bir modeldir. Bu Aleviliği kurulaştırır, darlaştırır, Aleviliği tekrar var edemez. O nedenle de cemevleri kaçınılmazdır. Fakat cemevi derken de cami taklitçiliği ile bir cemevini kastetmiyorum. Normal hayata dair her şeyin olduğu buluşma yerleri olması lazım. Bir cemevi hangi semtte ise o semtteki halkın bütün toplumsal dokularına hizmet eden, onlara dokunan, insanların her türlü ihtiyaçları neyse ona yönelik hizmetleri yerine getirmelidir. Kuru kuruya cenaze kaldırmak, 40 yemeği vermek, sadece ayda yılda bir kere ibadet yapmakla olmaz. Böyle yerler olamaz cemevleri. Cemevleri gerçekliğini toplumsal ihtiyaçlara göre zenginleştirmemiz lazım.

“CEMEVLERİNİN MİMARİ OLARAK ÖĞRETİYE UYGUN BİR MODELİ OLMALI”

-Cemevleri yapılırken mimari tarzına yönelik bir tartışma yürütülüyor mu? Yapılan cemevlerinin mimarisini nasıl görüyorsunuz? Nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Avrupa’da da burada da çok insan bu noktada bir rahatsızlık duyuyor. Uzaktan baktığınızda bir yerin minaresini görüyorsanız, bir yerin çanını görüyorsanız diğer ibadethanelerin kendine özgü mimarisini görüyorsanız, niye Aleviliğinde olmasın. Bu mimari sorusu 20 yıldır haklı olarak gündemimizde yer alıyor. Bu konuda bugüne kadar mimari yarışmalar da yapıldı.

Aleviler gerek Türkiye’de olsun gerek Avrupa’da olsun bir merkezden yukarıdan aşağı doğru örgütlenen bir topluluk değiliz. Lokal örgütlenmeler ön planda. O yüzden doğal olarak bir bölgede cemevi yapmak istiyorlar ve oranın ihtiyaçlarına göre başımızı sokacak bir yer olsun diye düşünülüyor. Ama öğretiyi sembolize eden, dışarıdan bakıldığı an mimari olarak da öğretiye uygun bir model olmasını doğru buluyorum. Son dönemde görüyoruz. Büyükşehirlerde gerçekten taklitçilik var. Beton yığınına bakıyorsun insan ürperiyor. Kocaman kocaman inşaatlar ama içinde insan yok, insan ruhu yok, faaliyet yok. Cıvıl cıvıl çocukların olmadığı, kadınların, yaşlıların, o bölgede yaşayan halkın olmadığı yerlerde siz 50 katlı bir yer bile inşa etseniz bunun hiçbir anlamı yok.

Öğretimizde betonun kutsallığı yok, çimentonun kutsallığı yok, insanın kutsallığı var, canların kutsallığı var. Bu nedenle de ben gereksiz yere, görgüsüz bir şekilde, sonradan görme şekilde büyük büyük yerler inşa etmeyi de çok anlamlı bulmuyorum. Öğretiyi yaşatacak, öğretiye canlılığını verecek, öğretinin sevecenliğini verecek yerlere ihtiyaç var.

Melis CİDDİOĞLU- Diren KESER/PİRHA

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Flughafen stellt 2.000 Sicherheitswesten für Kita-Kinder

EU-Strategie „Vom Hof auf den Tisch“