KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’deki Özel Program’da gündemdeki konularla ilgili soruları yanıtladı. Karasu’nun değerlendirmeleri şöyle:
DEM DEMA AZADIYÊ YE HAMLESİ
Dem Dema Azadiyê ye hamlesinin 1. yılına yaklaşıyoruz. Bir yıl içinde önemli siyasal gelişmeler, toplumsal hareketlilikler oldu. 2008’de zaten bir hamle vardı. Tecridi ortadan kaldırma hamlesi vardı. Onun önemli sonuçlar yarattığını biliyoruz. Bu hamlemiz de onun ve gerillanın mücadelesinin zemini üzerinde gelişiyor. Gerçekten de AKP-MHP faşist iktidarının saldırılarının arttığı ama buna karşı da demokrasi güçlerinin ve halkın karşı bir duruş sergilediği; AKP iktidarının, bu 5-6 yıllık saldırı sonrası içeride ve dışarıda çok önemli bir sıkışma, zayıflama, kaybetme noktasına geldiği bir dönemde bu hamleyi başlattık. Bu hamlenin sonucunda Önder Apo’yu özgürleştirme, faşizmi yıkma, işgali ortadan kaldırma amacını taşıyoruz. Bu hamlenin farkı, artık geliştirip süreklileştirerek halkımızın ve Önder Apo’nun özgürlüğü sağlamayı hedefliyoruz. Bu konuda tabii ki halk önemli bir duyarlık gösterdi. Kürdistan dört parçasında katılım gösterildi. Bu yönüyle bir toplumsal ve siyasal mücadele ortaya çıktı çıktı. Türkiye demokrasi güçleri ile Kürt demokrasi güçleri, Kürt halkının mücadelesinin ortaklaşması aslında Dem Dema Azadiyê ye hamlesinin önemli sonuçlar ortaya çıkardığını, bir canlılık yarattığını, demokrasi, özgürlük mücadelesinde gördük.
ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ, DÜNYA HALKLARININ SORUNUDUR
Şunu söyleyebilirim; bu hamle daha da gelişecektir. Yani öyle görülüyor. Bu hamlenin tabii önemli amacı Önder Apo’ya uygulanan tecridi kırıp, fiziki özgürlüğünü sağlamaktır. Artık Önder Apo’nun özgürlüğü sadece Kürtlerin sorunu değil, sadece Ortadoğu halklarının sorunu değil, bütün dünya halklarının sorunu haline geldi. Bu önemli bir gelişmedir. Önderlik, 23 yıl zindana atılıp susturulmak, etkisizleştirmek istenirken 23. yılda sahiplenme, düşüncelerinin dünyada yayılması çok önemli gelişme sağladı. Önder Apo için düşüncelerinin pratikleşmesi, insanlık tarafından, demokrasi güçleri tarafından sahiplenilmesi çok önemlidir. Zaten bu olduğu takdirde Önder Apo’nun aslında özgürlüğünün yarısı gerçekleşmiş olmaktadır. Yani şu an böyle söyleyebiliriz. Önder Apo’nun özgürlüğü uzak değildir. Önder Apo’nun özgürlüğü için çok önemli bir mesafe alınmıştır. Bir devrimcinin, bir düşünürün düşünceleri bu kadar insanlık tarafından sahiplenildikten sonra uzun süre zaten zindanda tutmak kolay değildir. Önderliği uzun süre zindanda tutmak mümkün olmayacaktır.
AKP-MHP’YE KARŞI MÜCADELE ÇOK BOYUTLU
Hamle, bu bir yıl içinde faşizme karşı mücadeleyi gündemleştirdi. Şunu herkes söylüyor; AKP çok zayıflamıştır, yıkılmak üzeredir. AKP’ye karşı toplum muhalefet yükselmektedir. Demokrasi güçleri, Kürt halkı, emekçiler, kadınlar, AKP-MHP iktidarını kabul etmiyor. Bu ortaya çıktı.
Öte yandan AKP geçmiş dönemde çeşitli güçler arasındaki çelişkileri de kullanarak şuna buna şantaj yapıyordu. Bu hareket kabiliyetini de kaybetti. İşte geçen Haziran’da NATO toplantısında, NATO’ya, üyelerine yalvardı. Aslında bu yalvarış AKP-MHP iktidarının zayıflığını, çökmek üzere olduğunu gösterdi.
Diğer taraftan da zaten 23 Nisan’da başlayan işgale karşı gerillanın mücadelesi de Dem Dema Azadiyê ye hamlesinin bir parçası olarak gelişiyor. Hamle, sadece zindandaki arkadaşların, sadece demokrasi güçlerinin, sivil halkın mücadelesi değil, gerillanın mücadelesi de hamlenin parçasıdır. Çünkü AKP-MHP iktidarı bir bütün olarak Kürtlere, demokrasi güçlerine saldırıyor. Bu yönüyle de AKP-MHP iktidarına karşı mücadele de askeri, siyasi, kültürel, toplumsal, yani çok boyutlu sürüyor.
BÜTÜN İMKANLAR KULANILMALI
Artık mücadeleyi sonuca götürecek düzeyde geliştirmek lazım, çünkü karşımızda faşizm var. Her türlü imkanını kullanarak saldırıyor. Bunun karşısında tabii ki demokrasi güçlerinin, Kürt halkının da bütün imkanlarını kullanarak AKP-MHP faşizmine karşı mücadele etmesi lazım. Bütün imkanlarını ortaya koyması lazım. Evet, faşizm saldırıyor. Gerçekten ağır bedeller ödüyor halkımız, demokrasi güçleri ama bu faşizme karşı mücadelenin doğasıdır. Bir yerde faşist diktatörlük varsa ya ona teslim olunacaktır ya da bedel ödenerek, mücadele ederek o faşizm yıkılacaktır. Bu yönüyle biraz daha cesaretli, biraz daha atılgan, onun saldırısının gücünden değil güçsüzlüğünden kaynaklandığını, yıkılmasının yakın olduğunu görerek mücadeleyi daha da geliştirmek gerekiyor. Bu konuda tabii ki kadınların mücadelesi var, gençlerin mücadelesi var, emekçilerin mücadelesi var.
AKP-MHP İKTİDARI DOĞAYA DA DÜŞMAN
İşte ekoloji tahrip ediliyor. Gerçekten bu Türkiye’deki AKP-MHP iktidarının bir düşmanlığı da doğaya karşı. Doğayı bile bir kar aracı haline getirmiştir. Marx’ın belirttiği gibi gölgesini satamadığı ağacı da keser. Gerçekten de böyledir. Bunun sonucu işte yangınlar ortaya çıktı. Bunun sonucu seller ortaya çıktı. Gerçekten çok büyük zararlar ortaya çıktı. Bu aslında bir SOS’tir. Aslında doğanın daha büyük yıkımları, daha doğrusu doğanın cezalandırması daha da artacaktır. Önder Apo, doğa bunu cezalandıracak, diyordu. Gerçekten o duruma gelmiştir. Eğer bu ekolojik hareket olmaz, toplum ekolojik olarak örgütlenmezse insanlığın sonunu getirecek ekolojik felaketler ortaya çıkabilir.
Her şeyin başı yaşamdır. İnsanın, toplumun yaşamıdır. Toplum da doğayla yaşayacak. Doğayı sahiplenme mücadelesinin, her türlü mücadelenin üstünde olması gerekiyor. Doğa olmadan yaşam olmaz. Yaşamın olmadığı yerde diğer mücadelenin bir anlamı kalır mı? Dünya yok olacak, insan yok olacak ve diğer tabii mücadelelerin, diğer çabaların bir anlamı kalmaz. Bu yönüyle tabii ki bu ekolojik yıkımlara karşı da gerçekten mücadele verilmesi gerekiyor. Mücadelenin bu boyutunun da geliştirilmesi gerekiyor.
KÜRDİSTAN’DA BİZZAT DEVLET YAKIYOR
Türkiye’nin batısında ormanlar yandı. İklim krizi ortamında doğaya sahiplenmeyen bir hükümetin var olması bu tür afetleri ortaya çıkardı. Yine seller ortaya çıkardı. Kürdistan’da ise bizzat devlet kendisi yakıyor, bombaları atarak ormanları yakıyor. Buna karşı daha geniş kesimlerin; yani ekolojik çevrelerini, kadın hareketini, emekçileri, AKP-MHP faşist iktidarından zarar gören en geniş kesimleri, hatta inançları sömürülen mütedeyyin insanları katan bir mücadele geliştirilmesi gerekir. Bu mücadele geliştirilirse AKP-MHP iktidarının sonu yakındır. Bu açıdan tekrardan tüm halkı, demokrasi güçlerini, bu iktidarı yıkarak özgürlüğü sağlamada üstlerine düşen rolleri oynamaya çağırıyoruz. Halkımızın, gençlerin, kadınların böyle bir hamleyi geliştirip sonuca götüreceğine inanıyoruz.
ŞENGAL’DEKİ SALDIRILAR NASIL OKUNMALI?
Şengal’e saldırılar yeni değil. Türk devleti defalarca saldırdı. Bu saldırılara ne Irak’ın, ne KDP’nin, ne de Birleşmiş Milletler’in ya da hava sahasını kontrolünü yapan ABD’nin tepkisi var. Böyle olunca da normalleşiyor. Türk devleti kolaylıkla saldırıyor, saldırmaya devam ediyor. Bu saldırıyı nasıl okumak gerekir denirse, bu saldırı esas olarak 9 Ekim’de, geçen yıl KDP ile Irak arasında yapılan Şengal Anlaşması’nın kabul ettirilmesi, zorla Êzidîlere dağıtılması saldırısıdır. Açıkça ya bu anlaşmayı kabul edersiniz ya da işte Türk devleti burayı bombalar anlamına geliyor.
Bu saldırıya ses çıkarmadıklarına göre KDP ve Irak, bu anlaşmayı uygulatmak için Türkiye’yi kullanıyor. Türkiye’nin saldırılarını bir şantaj olarak kullanıyorlar. Gerçekten ilk akla gelen bu oldu. Nitekim Kazımi, bu saldırıdan birkaç gün önce bu anlaşma uygulanmalıdır, demişti. Kazımi’nin oraya gittiği zaman da bu saldırının olması utanç verici bir durum. Yani bu konuda Irak’ın ses çıkarması, tepki göstermesi lazım. Bir başbakan Şengal’e gidiyor, Şengal de Irak’ın parçası, orası bombalanıyor. Bu açıkça Kazımi’ye yapılan bir saldırı, hakarettir. Sadece Şengallilere değil, Iraklılara da yapılan bir hakarettir. Onların da hakimiyetini, düşüncesini ve politikasını reddeden, kabul etmeyen, bir nevi buranın hakimi benim, istediğim zaman vururum, istediğim zaman girerim, istediğim zaman çıkarım, diyen bir saldırı var. Buna karşı gerekli tepki gösterilmemiştir. Kazımi gittiği zaman böyle bir saldırının yapılması gerçekten manidardır. İnsan ister istemez acaba böyle bir ortaklık mı var? İşte Irak ve KDP açık olmasa da Türk devletine sen oraya saldır mı dediler bu anlaşmayı uygulamak için. Bunlar akla gelmektedir. Bu yönüyle tabii ki Şengallilerin, Êzidîlerin tepkisi haklıdır. Irak’a tepki gösterdiler. KDP’ye tepki gösteriyorlar. Yani özellikle KDP’nin bu saldırıları meşrulaştırdığını defalarca söylediler. Gerçekten de KDP sürekli orada PKK’liler var, diyor. Vurulan bir yer oldu mu PKK’nin arabası vuruldu, PKK’nin yeri vuruldu, diyerek bu saldırıları meşrulaştırıyor. Bunu zaten Êzidîler ortaya koyuyor.
KDP TEPKİ GÖSTERMEYEREK NORMALLEŞTİRİYOR
Şimdi Kazimi’nin gidişinde böyle bir saldırının yapılması aslında ciddidir. Esas olarak da saldırıdan sonra KDP’nin tepki göstermemesi bunu ciddiyetini daha da arttırdı. Tepki göstermemek, saldırıların normalleştirilmesi anlamına gelmektedir. Irak tepki göstermeyince Türkiye de tamam kimse tepki göstermiyor, ben bu saldırıları yaparım, saldırılara devam ederim, diyor. Nitekim Çavuşoğlu, Bağdat toplantısından sonra „Şengal’i öyle bırakmayacağız, Şengal’de PKK’yi temizleyeceğiz“ ve benzeri sözler söylemiş. Bu açıktan açığa asında özgür Kürt’e, özgür düşünceli insanlara yönelik saldırıdır, Êzidîlere saldırıdır. DAİŞ’tir artık. Türk devletinin yaptığıyla 2014’te DAİŞ’in yaptığı arasında fark yoktur. DAİŞ de kendi inancına uygun görmediği Êzidîleri ortan kaldırmak istedi. Türk devleti de kendi anlayışında olmayan, kendi politikasına uymayan Êzidî Kürtleri ezmek istiyor, ezdirmek istiyor. Irak’ın gerçekten ne kadar hükümdar olacağı, ne kadar iradeli bir devlet olacağı konusu biraz da bu tür saldırılar karşısındaki tutumuna bağlı görünmek durumdadır…
IRAK HEYETİ İLE GÖRÜŞMEDEN ÇIKINCA VURUYORLAR
Saldırı da şöyle gerçekleşiyor; bunlar, Iraklılarla görüşme yapıyorlar. Kazımi ile görüşmeden önce Irak’ın başka yetkililerle görüşüyorlar. Herhalde Kazimi görüşmesinin altyapısını hazırlıyorlar. Genel olarak böyle önemli görüşmelerin öncesinde bir alt görüşme yapılır. Böyle bir görüşme yapılıyor ve Seîd Hesen ile yanındakiler o görüşmeye gitmek için oradan çıkıyorlar. Yani Iraklılarla yapılan görüşmeden sonra vuruyorlar. Çünkü Seîd Hesen orada YBŞ sorumlusudur. Bu görüşmeden sonra katlediyor. Onları saygıyla anıyorum.
SANKİ TÜRK DEVLETİNİN SİVİLLERİ VURMA HAKKI VAR
Daha sonra hastane vuruldu. Hastanede de 8 insan katledildi. Bunların hepsi de Şengalli siviller. Sadece bir tanesi Şengal soykırımı sırasında Bakur’dan gelip Şengal’de hizmet etmek isteyen bir Kürt’tür. O da katledildi. Bunların hepsini tabii minnetle, saygıyla anıyoruz. Bu kadar sivil katledilmesine rağmen tepki gösterilmemesi de gerçekten ilginç bir durumdur. Sanki neredeyse Türk devletinin sivilleri vurma hakkı var. Türk devleti her yere girip sivilleri vurabilir. Buna karşı da KDP, YNK ses çıkarmadığı gibi uluslararası güçlerin de ses çıkarmama gibi bir durumu söz konusudur.
KDP’NİN ŞENGAL’E YAKLAŞIMI
KDP’nin Şengal’e yaklaşımı değerlendirilmesi gereken bir konudur. DAİŞ saldırdığında orada KDP ve Irak vardı, ikisi de bıraktılar. Êzidîleri soykırımla karşı karşıya bıraktılar. Eğer gerilla yetişmeseydi, yine YPG hızlı davranıp koridor açmasaydı şu anda on binlerce kadın DAİŞ’in elinde olacaktı. On binlerce, yüz binlerce insan katledilmiş olacaktı. Bunun sorumlusu kim olacaktı? KDP ve Irak olacaktı. Gerilla ve YPG müdahale ederek aslında KDP ve Irak’ın böyle bir töhmet altında kalmasını engelledi. Aslında KDP’nin buna teşekkür etmesi gerekir. Teşekkür etmesi gerekirken orada gerillaya sempati duyan, Önderliğe sempati duyan Êzidîleri kendisine düşman görüyor, onları hedef gösteriyor. Yasadışı güçler, diyor. YBŞ denilen oradaki Êzidî halkın çocuklarıdır. Onları HPG eğitmiş, YJA Star eğitmiş, YPG eğitmiş; Êzidîlerin öz savunma gücü haline getirmiş. Peki o savunma gücü ne yapmış? Şengal’i DAİŞ’ten kurtarmış. Şimdi KDP buna karşıtlık yapıyor. Hatta bunların kurtardığı on binlerce Êzidî şu anda KDP’nin denetimindeki kamplarda kalıyor. KDP göndermiyor. Orada yasadışı güçler varmış! YBŞ varmış ve güya engelliyormuş. Êzidîleri katliamdan kurtaran, nasıl olur da Şengal’e gelmesini engeller. Onlar şimdi yaşıyorsa HPG ve YPG’nin duruşu sonucudur. Şimdi suçlu görüyorlar. Niye Önder Apo’ya, gerillaya sempati duyuyorsunuz? Bu kadar ahlaksızlık olabilir mi? Kendisini soykırımdan kurtaranlara tabii ki sempati duyacak. Tabii ki Önder Apo’ya sempati duyacak. Önder Apo o katliamdan önce de Êzidîlerin sahiplenilmesini istedi. Êzidîler, Önder Apo’nun Êzidî hassasiyetini biliyor. Êzidîlere ne kadar değer verdiğini biliyorlar. Şimdi KDP buna karşıtlık yapıyor. Yetmiyor, Türk devletine hedef gösteriyor. Sürekli orada HPG var, PKKliler var, yasa dışı güçler var, diyor. Hedef gösteriyor, TC de vuruyor. TC de ben Êzidîleri, Kürtleri vurmuyorum, PKK’yi vurdum, diyor. Sivilleri vurmak ağır suçtur. KDP de sesini çıkarmıyor. Şimdi KDP’nin bu saldırılarda ortak olduğu açıktır. Ortak değilse karşı çıksın. Şengallilerin sana ne zararı var, niye vuruyorsun, desin. Bir Kürt partisi olarak bunu demesi gerekiyor. Bunun ahlaki ve vicdani sorumluluğu da var. 2014’te sorumluluğunu yerine getirmedi. DAİŞ geldi vurdu, şimdi de Türk devleti vuruyor. Hiç değilse Türk devletine tutum almalı. Meşrulaştırıyorlar, PKK’den dolayı oluyor. Rojava’ya Türk devleti saldırıp işgal ediyor, PKK’den dolayı; Şengal’e vuruyor PKK’den dolayı, Maxmur’a saldırıyor PKK’den dolayı; Medya Savunma Alanları’na saldırıyor PKK’den dolayı, diyor. KDP’ye sormak lazım; Türk devleti saldırabilir ama sen niye meşrulaştırıyorsun? Senin üzerine vazife mi Türk devletinin saldırılarını meşrulaştırmak? Herkesin bunu sorması lazım.
ÊZİDÎLERİN BİR STATÜSÜNÜN OLMASI LAZIM
DAİŞ’e karşı Uluslararası Koalisyon var değil mi? Onlarca devlet içindedir deniyor. DAİŞ’e karşı mücadele için koalisyon kurmuşlar. Peki Seîd Hesen kim? DAİŞ’e karşı mücadelede en önde olan bir insan. Êzidîleri örgütleyip DAİŞ’e karşı savaş vermiş bir insan. Türk devleti DAİŞ’i beslerken, Türk devleti DAİŞ’in otoyolu olurken, Türk devletinin varlığı DAİŞ’i cesaretlendirir, teşvik ederken, DAİŞ’in en kirli savaşı, en insanlık dışı savaşı vermesine zemin sunarken, bu devletle her türlü ilişki kuruluyor. DAİŞ’e karşı savaşan Êzidîlerin önderleri Türk devletinin saldırısına uğruyor. Bunlara ses çıkmıyor. O zaman DAİŞ’in saldırısına soykırım demenin bir anlamı olmaz ki. Soykırım diyorsak o zaman bir daha Êzidîlerin öldürülmeyeceği, Êzidîlere saldırının olmayacağı bir statü olması lazım. Êzidîlerin bir statüsü olması lazım. Êzidîlerin kendi kendini yönetmesi lazım. Êzidîlerin yasal olarak korumaya alınması gerekiyor. Şimdi Şengal Êzidîlerin merkezi, her gün saldırıya uğruyor, niye ses çıkarmıyor? Bu gerçekten utanmazlıktır. Bu konuda Avrupa’nın, ABD’nin, Birleşmiş Milletler’in doğru tutum takınması lazım.
İNSANLIĞIN ÊZİDÎLERE KARŞI SORUMLULUĞU VAR
Êzidîler konusunda herkesin sorumluğu var. Bütün insanlığı Êzidîlere karşı sorumluluğu var. Bütün insanlığın gözü önünde soykırıma uğratılmak istendi. 5 bin tane kadın hala esir! Bu gündemleşmez mi? Herhangi bir yerde 5 bin tane Alman kadını, 5 bin tane İngiliz kadını, 5 bin tane Amerikan kadını veyahut da başka bir toplumun kadını da DAİŞ’in elinde olsa her gün gündem olmaz mı? Böyle bir topluma dünya kamuoyu sahiplenmez mi? Sıra Kürtlere, Êzidîlere geldiğinde tabii ses çıkmıyor. Anladık, her konuda çıkarınızı savunun ama hiç değilse Şengal konusunda çıkarı bir tarafa bırakın. İşte birkaç yüz binlik nüfusu kalmış dünyanın en eski inançlarından birine hiç değilse sahip çıkılsın.
BÜTÜN ÊZİDÎLER BİR ARAYA GELMELİ
Êzidîler, soykırıma uğramış bir halk. Êzidîler çalışırsa öz yönetim ve özerkliğini kabul ettirebilirler. Soykırımı bütün devletler kabul edebilir. Bu zemin üzerinden de kendilerinin özerkliğini, öz yönetimini sağlayabilirler. Bu açıdan gerçekten çalışmaları gerekir. Bir de birliklerini korumalılar. siyasi düşüncesi ne olursa olsun, şu partiye veya bu partiye sempati duyabilir, şununla veya bununla ilişkili olabilir ama bütün Êzidîlerin bu farkları bir tarafa bırakıp bir araya gelmeleri gerekiyor. Böyle bir halkın evlatlarının farklı siyasi düşüncelerle karşı karşıya gelmemeleri gerekir. Bunlar için varlık sorunu söz konusu. İlk önce varlıkları güvence almaları; özerkliklerini ve öz savunmalarını sağlamaları gerekiyor. Bizim açımızdan önemli olan Êzidîlerin bir araya gelip özerkliklerini, öz yönetimlerini, öz savunmalarını sağlamalıdır. Evet Önderliğe sempati duyabilirler, sahiplenebilirler ama işte Şengal’i bütün farklarıyla yönetmeliler. Özerklikleri olsun, öz savunmaları olsun, varlıklarını güvenceye alsın, kim yönetirse yönetsin. Bu konuda bizim söyleyeceğimiz hiçbir şey olamaz, kim yönetirse yönetsin.
Bir de biraz diplomasi yapsınlar, biraz dünya seslensinler. Bu kadar saldırı var. Bu konuda aktif değiller, daha aktif olabilirler. Daha örgütlü olabilir. Dünyaya daha fazla seslenebilirler. Kendilerine yapılan saldırıları daha fazla teşhir edebilirler. Bunu yapmalıdırlar. Êzidîler gerçekten sağlam duruş gösterdiler. Bu anlaşmaya karşı tutum koydular. Bizim irademizi çiğneyemezsiniz, dediler. Bu duruşlarını, sadece direniş olmaktan çıkarıp en geniş Êzidîlerin birliğini sağlama bir de dış dünyaya karşı kendilerini tanıtarak özerkliklerini ve öz savunmalarını sağlama çabalarını geliştirmeleri gerekiyor.
TÜRKİYE’NİN, IRAK TOPLANTISINDA NE İŞİ VAR?
Bütün Arap ülkeleri Irak’a yardımcı olmalı. Irak’ın hem istikrarı, barışı olmalı hem de ekonomik olarak kalkınması sağlanmalıdır. Kaldı ki Irak’ın petrol gelirleri çok fazladır. Dünyanın petrol zengini ülkelerinden biri Irak’tır. Buna rağmen sadece siyasi olarak değil, ekonomik kriz de var. Bunların düzeltilmesi, giderilmesi gerekiyor, ancak Türkiye de katılmış. Şimdi Türkiye’nin katıldığı bir toplantıdan ne sonuç beklenir? Türkiye’nin tek hassasiyeti, tek düşüncesi vardır; nedir? İşte PKK’nin tasfiyesi için herkes kendisine yardım etsin. Avrupa da yardım etsin. ABD de yardım etsin. Çin de yardım etsin. Brezilya da yardım etsin. Rusya da, herkes Türk devletine yardım etsin. Kürt halkını özgürlük mücadelesi ezilsin. Türkiye’nin tek derdi bu, tek politikası bu. Böyle Irak’ın istikrarını düşünen bir devlet değil. Suriye’ye su şantajı yapıyor. Irak’a su şantajı yapıyor. Suyu şantaj olarak kullanan bir komşu olabilir mi? Dünyanın bir doğası var. O doğaya göre yerleşim olmuş, köyler olmuş, ülkeler oluşmuş, halklar oluşmuş. İşte Dicle Fırat. Irak Uruk, Babil’dir, diğer uygarlıklardır. Bunlar nasıl oluşmuş? Hepsi Fırat kenarında oluşmuş, Dicle kenarında oluşmuş. Şimdi Türkiye bu suyu kesiyor. Bu komşudan istikrar beklenir mi? Şimdi diğer taraftan sadece suyu kesmiyor. İşgal ediyor, Şengal’i vuruyor, Mexûr’u vuruyor. Sınırı geçiyor, askeri işgaller yapıyor. Irak içinde ne kadar Türk üssü var, askeri üssü var? Ne işi var bu üslerin burada? Başika’da var, çıkaramıyorlar. Irak üzerindeki en büyük şantajcı güç Türk devletidir. Bunu Kazımi de biliyor, bunu bütün Iraklılar da biliyor. Irak siyasetçileri de biliyor. Şimdi böyle bir devletin katıldığı toplantıdan Irak’ın istikrarı için, barışı için, refahı için çıkabilir. Herhalde diyeceği şudur: Bizim müteahhitlerimiz gelip Irak’ın yollarını yapabilir, yıkılan Irak’ı yeniden inşa edebilir. Yapacağı budur. Bu yönüyle o toplantıdan bir şey çıkmaz.
BU TOPLANTIYA ÇAĞRILMASI ABESLE İŞTİGALDİR
Eğer o toplantıdan Kürt Özgürlük Hareketi aleyhine, Şengal halkı aleyhine, Maxmur aleyhine herhangi bir karar çıktıysa kabul edilemez. Iraklıların bunu kabul etmemesi gerekiyor. Irak’ta istikrarı bozan Türk devletidir. Irak’a DAİŞ saldırdı, DAİŞ’in saldırısı karşısında PKK en ön saflarda çarpıştı. Bunu Irak başbakanları ve Iraklılar kabul etti. Hem Şengal’de hem Maxmur’da bizim vatandaşlarımızı korudu, dediler. Peki Türk devleti ne yaptı, DAİŞ’le ilişkisi nasıldı? Mesud Barzani bile DAİŞ saldırdığında Türkiye bize yardım etmedi, dedi. Bu yönüyle Türkiye’nin herhangi bir dayatmasına, yaklaşımına karşı yetersiz bir tavır takındıysa bu bir fayda getirmez.
Bu açıdan biz bu toplantıdan çok ciddi sonuç çıkacağına inanmıyoruz. Kuşkusuz Arap ülkeleri, Mısır katılmış, Ürdün katılmış. Biz Mısır’ın, Ürdün’ün tabii ki Irak’ta istikrar isteyeceğini düşünüyoruz. Bunlar tabi Arap ülkeleridir. Irak da bir Arap ülkesidir. Arap ülkesinin tabii ki barış ve istikrar içinde olmasını isterler. İsteyeceklerini düşünüyoruz ama Türkiye’nin işin içinde olduğu, Türkiye’nin rol aldığı hiçbir toplantıdan hiçbir ilişkiden Ortadoğu halkları açısından da, Irak halkı açısından da hiçbir hayır gelmez. Fırsatını bulursa Musul, Kerkük benim, diyor; işgal edecek yani. Bunu Iraklılar bilmiyor mu? Bu kafada olan bir Türk devletinden barış ve istikrar beklenebilir mi? Daha doğrusu böyle bir toplantıya çağrılması bile abesle iştigaldir. Böyle bir toplantıya çağrılması ne anlama geliyor? Suyu şantaj olarak kullanman normaldir. Şengal’i vurman normaldir. Sınırı geçip işgal yapman normaldir. Maxmur’u vurman normaldir. Türkmenler’i bir şantaj olarak kullanman normaldir, anlamına geliyor. Türk devletinin politikalarını normalleştirmek, kabul etmek oluyor. Bilemiyoruz, şöyle dediler mi: Askerini çek, Şengal’i vurma, Maxmur’u vurma, Türkmenleri̇ gerekçe yapma, Başika’dan hemen çık. Bu kadar askeri üssün var, bunlardan çık. Dedilerse tamam, diyeceğimiz bir şey olamaz ama yok bu konularda tutum takınmadılarsa o toplantı boş bir toplantıdır. O toplantının hiçbir anlamı ve değeri yoktur.
KÜRTLERİN TOPYEKUN MÜCADELESİ GEREKLİ
AKP-MHP iktidarı, hem Kürt düşmanıdır hem demokrasi düşmanıdır. Kürt düşmanı derken de sadece Bakur içinde Kürtlerin düşmanı değil, dört parçada Kürt halkının düşmanıdır. Demokrasi düşmanı derken sadece Türkiye’deki demokrasi güçlerine düşman değil, bütün Ortadoğu’daki demokrasi güçlerine düşmandır. Demokratik her eyleme düşmandır. Bu nedenle kadınlara düşmandır, çünkü demokrasi dinamiği. Kürtlerin ortak tutum takınması gerekiyor. Bakur’da, Başûr’da Rojava’da, Rojhilat’ta ortak tutum takınması gerekiyor. Bütün Kürtlerin AKP-MHP faşizmini yenilgiye uğratmak için çaba göstermesi gerekiyor. Rojova’da kazanımların güvencede kalıcılaşması, Başûr’daki kazanımların güvencesi, bütün Ortadoğu’da Kürt sorunun çözümünün kalıcılaşması için soykırımcı sömürgeci Türk devletinin ve onun bugünkü temsilcisi AKP-MP faşizminin geriletilmesi, yenilgiye uğratılması gerekiyor. Yoksa hiçbir Kürt kazanımı güvencede değildir. Bunu herkesin bilmesi gerekir. Rojava’nın da bilmesi gerekir, Başûr’un da bilmesi gerekir, bütün Kürtlerin de bilmesi gerekir. Bu açıdan AKP-MHP faşizmine karşı bütün Kürtlerin tutum takınması gerekiyor. Topyekun bir tutum konulması gerekir. Eğer Kürtler bunu anlamıyorsa tarihi bir gaflet içindedir, demektir. Parçalı olduğu için AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede zayıflıklar ortaya çıkıyor. Kürtler bir bütün tutum takınsa bu iktidar kısa sürede yıkılır gider. Bu soykırımcı zihniyet yenilgiye uğrar. Rojava da rahatlar, Başûr da rahatlar. Ortadoğu’da bütün Kürtler de rahatlar. Bakur’da da Kürt sorununun demokratik çözümün önü açılır ama bu iktidarın gitmesi gerekiyor.
DEMOKRASİ GÜÇLERİ İLE ORTAK MÜCADELE ÖNEMLİDİR
Bütün demokrasi güçlerinin, bütün Kürt güçlerinin ortak hareket etmesi gibi ortak tutum takınması gerekir. Güçlerini birleştirmesi gerekiyor. Küçük büyük demeden her türlü eylemi yapması gerekiyor. Hem siyasi tutum koyması hem de siyasi tutumun gereği olarak harekete geçilmesi gerekiyor. Bunun kesintili olmaması gerekiyor. Süreklileştirilmesi gerekiyor. Çünkü faşizm diyoruz, yani herhangi bir yanlışlığa karşı, herhangi bir kötülüğe tutum koymuyoruz. Faşizm sürekli saldırıdır. Sürekli kötülüktür. Sürekli zulümdür. Sürekli bir soykırım saldırısı politikasıdır. Bu açıdan demokrasi güçlerinin de Kürt halkının da bütün güçlerini birleştirerek ortak mücadele yürütmesi gerekiyor. Bu yönüyle Kürt halkıyla demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi çok çok önemlidir. Sadece Kürtlerin mücadelesiyle olmaz. Türkiye’de de Ortadoğu’da da demokratikleşme bütün halkların mücadelesiyle gelir. Eğer Kürtler, biz sadece kendi mücadelemizle AKP-MHP iktidarını yıkarız, Türkiye’yi demokratikleştiririz, Kürt sorunu çözebiliriz derlerse bu yanılgı olur. Türkiye’deki demokrasi güçleri, Kürt halkı ile ittifak yapmadan Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmadan Türkiye’nin demokratikleşeceğini, AKP-MHP iktidarını yenilgiye uğratacağını düşünüyorlarsa bu da bir gaflettir. Dolayısıyla bütünlüklü mücadele edilmesi gerekiyor.
DEMOKRATİKLEŞMEDEN EKONOMİ DÜZELMEZ
Şimdi bir konuya da ben gerçekten burada belirtmek istiyorum. Evet, Türkiye’nin ekonomik sorunları var. Yoksulluk var, ancak bunları gidermenin yolu Türkiye’nin demokratikleşmesinden geçer. Türkiye’de demokratikleşme mücadelesi verilmeden hiçbir ekonomik sorun çözülemez. Kendini aldatma ve kandırma olur. İşte asgari ücret şu kadarken 10 fazlalaşır, 20 fazlalaşır. Gerçek anlamda bütün ekonomik sorunların, toplumsal sorunların, kültürel sorunun çözümünün demokratikleşmeyle olması gerekiyor, buna odaklanmak gerekiyor. Ücret sorununu çözecek, asgari ücret sorunu çözecek, yoksulluğu çözecek, işsizliği çözecek. Hepsi demokratikleşmeyle olur. Siyasal demokratikleşmenin yanında ekonomik demokratikleşme de olması gerekiyor. Ekonomik demokratikleşmenin yolu da siyasal alanda demokratikleşmeden geçiyor. Bu yönüyle AKP-MHP faşist iktidarıyla mücadele ederken esas boyutun siyasal mücadele olması gerekir. Demokratikleşme mücadelesi olması gerekiyor. Yoksa işte AKP’den, iktidardan, devletten ekonomik iyileşme talep etmek gerçekten de oyuna gelmektir. Topyekün ve sürekli bir mücadele olması lazım. Şimdi parçalılık var. Güçler bir bütün olarak AKP üzerine sürülemiyor. Parça parça mücadele var. AKP-MHP’ye karşı mücadele etmeyen çevre yok ama parçalıdır. Ortak olarak güçleri hedefe yöneltilmiyor bu bakımdan da bundan AKP-MHP iktidarı yararlanıyor, kendisini yaşatıyor. Bu yönüyle mücadelenin daha bütünlüklü, daha süratli biçimde geliştirilmesi gerekiyor. İktidar zayıflamış zaten, iktidar zayıfladığı için saldırıyor. Aslında saldırarak kendisine karşı daha geniş çevreleri karşıt hale getiriyor. Her gün, her hafta, her ay AKP karşıtları çoğalıyor. Bunları işte bir araya getirip mücadele içine çekmek lazım. Bu bakımdan en geniş demokrasi güçlerini harekete geçirmek lazım. Tabii bazı şeyler var. CHP illa da demokrasi cephesinin içine gelecek. Gelmiyorsa o zaman diğer demokrasi güçlerinin bu mücadeleyi geliştirmesi lazım. CHP’nin muhalefet yapma biçimi, gerçekten de demokrasi güçlerini AKP-MHP’ye odaklayan, hepsini birleştirip üzerine sürülmesini sağlayan bir politika olmadığı gibi bunu engelleyen bir yaklaşım oluyor. Bu açıdan ne kadar aktif olan demokrasi güçleri varsa harekete geçirmek gerekiyor.
KÜRTLERE, AFGANLARIN KÜRDİSTAN’A YERLEŞTİRİLMESİNE KARŞI ÇIKMALI
ABD, Taliban’la bir anlaşma yaptı. Taliban, ABD’ye bazı sözler verdi. Böyle bir çekilme oldu. ABD, ‘ben çekileyim Taliban’la Çin, İran ve Rusya uğraşsın’ diyor. Taliban’ın buralardaki İslam toplulukları etkileyebileceği, onlara sorun yaratabileceğini düşünerek böyle bir şekilde plan yaptı. Zaten Taliban’ı ortaya çıkaran ABD’dir. Elbette Taliban, hemen İran’a, Rusya’ya ve Çin’e sorun çıkarmaz. İktidarını pekiştirmek isteyecektir fakat Taliban’ın varlığı etkileyecektir. İdlib’de Türk devletinin beslediği çeteler bayram yaptılar, birçok yerde böyle bir motivasyon ortaya çıkacak. Orada istikrarın kısa sürede sağlanacağı zaten beklenemez. Afganistan etrafındaki güçler, esas olarak ABD karşıtı olan güçler. İstediği gibi olmuyorsa o zaman başkalarına sorunu olsun, deyip çekildi.
Taliban’ın propagandasını şimdi AKP yapıyor, Erdoğan yapıyor. DAİŞ’e de zemin sunan Erdoğan’dır, Türkiye’dir. El Kaide’ye de El Nusra’ya da böyle sapkın düşünceli kesimlere zemin sunan AKP iktidarıdır, Erdoğan’dır. Bunu söylerken gerçekten İslam’a inanan, siyasi ve toplumsal olarak bu konuda düşünce sahibi olan, böyle bir yaşamı hedefleyen kesimleri kastetmiyorum. Ben hepsinin hamisiyim, yani çetelerin hamisi olduğunu söylüyor. Bu yönüyle Taliban’la ilişkisi de gerçekten böyle. Yaralanmak istiyor ve yararlanırken de bu tür eğilimleri okşuyor, teşvik ediyor. Bunu herkesin görmesi gerekiyor. Tabii umduğunu bulamadı. Orada havaalanını koruyacaktı, havaalanını korurken ABD para verecekti ama olmadı. Şimdi de havaalanını işleteyim, diyor. İlla bir şey koparacak, çakal yani. Belki eroin kaçakçılığı yapacak.
Öte yandan mülteciler gelecek. O mültecilerden yararlanacak. Mülteciler üzerinden Avrupa’ya şantaj yaparak para koparmaya çalışacak. Burada şunu belirtmek istiyorum. Mülteciler gelecek. Bu mültecileri nereye yerleştirecek? Hemen Kürdistan’a yerleştirecek. Bunu Kürtler kabul etmemeli. Evet, mülteci karşıtlığı yapamayız ama gelip oraya yerleşmemeliler. Demografik değişiminin aracı olmamalı Afganlar. Bu bakımdan bütün Kürtler karşı çıkmalı. Bütün Kürtler derken sadece HDP oy veren değil, AKP’ye oy veren, CHP’ye oy veren, İYİ Parti’ye oy veren, başka Kürt partilere oy veren varsa hepsi bu politikaya karşı çıkmalı, Afganların Kürdistan’ı yerleştirmesini kabul etmemeli.
AFGANİSTAN İÇİN DE ÇÖZÜM DEMOKRATİK ULUSTUR
Şimdi Afganistan’da yaşananlar şunu gösterdi. Afganistan işte Taliban gibi örgütlerle, iktidarlarla istikrara kavuşamaz. Daha önceki benzer iktidarlarla istikrara kavuşamaz. Modernist işbirlikçi güçlerle; ABD, Avrupa’nın uzantısı olan siyasi güçlerle de Afganistan istikrar kazanamaz. Afganistan’ın sosyal, kültürel, tarihsel yapısına uygun, bir siyasi anlayışın ortaya çıkması lazım. Bir siyasi yaklaşım ortaya çıkması lazım. Bu da demokratik ulustur. Önder Apo’nun çizgisidir. Bugün Ortadoğu’daki bütün sorunları çözebilecek paradigmadır. DAİŞ’in Araplara ne çektirdiği ortada, El Kaide’nin ne getirdiği ortada, El Nusra’nın ne yaptığı ortada. İhvan-ı Müslimin Araplar için ne sonuçlar getirdiği ortada. Daha önce Arap milliyetçiliği vardı. Arap milliyetçiliğinin Araplara kazandırdığı hiçbir şey olmadığı ortada. Bu yönüyle Önder Apo’nun demokratik ulus paradigmasına ihtiyaç var. Ortadoğu kültürüne, tarihselliğine dayanan; buranın inancını, kültürünü benimseyen ama bunu demokratik temelde özümseyen bir çizgiye ihtiyaç var. Bu öyle dincilik ve milliyetçilikle olamaz. Bu demokratik ulus anlayışla olur. Önderlik, ‘Demokratik İslam’ dedi, buranın kültürel değerlerini tanımlamak açısından. Afganistan da ancak bu yaklaşımla çözülebilir. Bunun dışındaki her yaklaşım Afganistan’da sorun yaratır, istikrarsızlık demektir. Bu tür çatışmalar sürmesi demektir. Afganistan’da 4-5 tane halk var. Sadece Sünnileri yok. Şiiler de var. Şimdi böyle çok kültürlü, çok inançlı bir Afganistan’da istikrar, ancak Önder Apo’nun kadın özgürlükçü, demokratik ekolojik toplum paradigması ile olabilir. Bu her geçen gün daha da iyi anlaşılıyor. Bu bakımdan biz Afganistan’da mevcut Taliban anlayışının istikrar sağlayacağını düşünmüyoruz. Belki bir dönem baskı yapar. Zorla, baskıyla toplumu susturabilir ama bu anlayışla bu yaklaşımın istikrar getirmesi mümkün değildir.
BEŞAR ESAD’IN SİSTEM AÇIKLAMASI
Biz bu açıklamaları olumlu karşıladık. Biz bu tür açıklamaların teşvik edilmesinden yanayız. Tabii bu tür açıklamalar hemen sorunu çözmez ama önemlidir. Önemli görmek lazım. Bize göre Rojava’daki Kürtlerin, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye yönetiminin, bu açıklamayı teşvik etmesi gerekiyor. Bu önemli bir zemindir. Zaten başka yolu da yok. Sorunlar Suriye içinde çözülecektir. İşte bugün zaten bir model var. Arap, Kürt, Süryani herkesin birleştiği bir model var. Şu andaki mevcut yönetimde böyle bir dönüşüme uğrarsa sorun çözülebilir. Sorun Türkiye’nin desteklediği çetelerle çözülmez. Onların anlaşışıyla çözülmez. Bu yönüyle biz olumlu görüyoruz. Şunun için de olumlu görüyoruz; Hafız Esad Kürtlere gerçekten dostluk besledi. Önder Apo orada 20 yıl kaldı. Kürt halkı örgütlendi. Böyle bir devrim gerçekleşti ama bu devrimin gerçekleşmesinin ideolojik toplumsal zemini, Önder Apo’nun Hafız Esad zamanında kaldığı 20 yıl sürecinde zemini döşendi. Biz Kürtler ile Suriye halklarının, Arap halklarının kardeşçe yaşayacağı inanıyoruz. Biz doğrusunun bu olduğuna inanıyoruz. Bir uzlaşma bulmalıdırlar. Kürtler nasıl ki bugün orada Süryaniler ile Araplarla bir uzlaşma içinde yaşıyorlarsa, ortak olmuşlarsa bu Suriye’nin geneli için de gerçekleşebilir. Biz böyle Kürtlerin kimliğiyle kültürüyle belli bir özerkliğe kavuştuğu bir sistemde böyle bir temelde demokratik Suriye’nin gerçekleşeceğine inanıyoruz. Zaten böyle bir değişim Kürtlerin kimliğiyle, kültürüyle varlığını kabul etme Suriye’nin sınırları içinde zaten doğrudan Suriye’nin değişiminde etkide bulunacaktır. Mevcut rejim de şunu görüyor: 2011 öncesine dönülemez. Dönülse çözüm gelmez. Bu bakımdan biz de rejimin bazı gerçeklerini görerek mevcut Suriye yönetimi gerçekleri görerek kendini değiştirip Kürt halkıyla diğer demokrasi isteyen Arap toplumları, Süryani toplumlarla bir uzlaşma sağlayarak yeni bir süreci yaratacağına inanıyoruz. Umuyoruz bu tür gelişmeler olur.