Candaş dolaştığı sokaklardaki yapıları incelediğinde kendisini ülkesinde hissetti. Kaldığı küçük kasaba deniz kenarında olmadığı halde evlerin dış kısımları kireç badanası ile beyaza boyanmıştı.
Evlerin yapımı geçmiş yıllara dayanmaktaydı. Bazı sokakları dardı. Küçücük bir meydanı vardı. Gündüz saat on ikiden sonra sokakta dolaşan insan gözükmezdi. Candaş buraya geldiği günlerde gördüklerini ilk önce yadırgamıştı. Sonradan bu ülkenin yaşam biçimine arkadaşlarının anlatımıyla da alışmıştı.
Kaldığı eve doğru giderken:
“Candaş Candaş…”
Sesiyle olduğu yerde durdu. Başını arkaya çevirdi. Yüzünde gülücükler açtı:
“Can sıkıntısı işte. Aynı sokak aralarını günde beş kez dolaş dur.”
Baran elini Candaş’ın omzuna koydu:
“Mültecilik böyle bir şeydir. Bugün inşaatta işime son verildi. İnce işleri var. Bana ihtiyaçları kalmadı. Başka bir iş bulmam gereklidir. Buradan gideceğim ülkeye bedava seyahat hakkı vermiyorlar.”
Birlikte yürümeye başladılar. Candaş eliyle suratını kaşıdı. Birden:
“Benim inşaat deneyimim hiç yok. Buranın dilini bile bilmiyorum. Kendimi savunacak kadar bir bilsem sorun olmaz. Mesleğim de yok. Nasıl olacak bu iş bilemiyorum?”
Baran ona baktığında:
“Yarın buraya Yorgo gelecek. Senide alırım. Türkiye’den gelen erzak torbalarını isimsiz bir çuvala koyuyor; pazarlarda satıyor.”
Candaş’ın neşesi yerine geldi:
“Bu başlangıç olsun.”
“Yorgo gençliğinde buraya ailesiyle gelmiş. Türkçesi düzgündür. Devamlı çalışacak elemanı Türkiyelilerden alıyor.”
Candaş olduğu yerde durdu. Göz göze geldiler:
“Mübadelede mi? Yoksa…”
“Bin dokuz yüz yetmişlerde ailesiyle Yunanistan’a gelmiş. İnsancıl yapısı var. Yarın kendin görürsün, kırk yıllık arkadaşmışçasına seninle konuşur. Üç saatlik işimiz var.”
Yürümeye başladılar ve tekrar durdu:
“İş yapacağımız yere biz mi gideceğiz.”
Baran:
“Burada işi veren arabasıyla ya da kasası açık arabasıyla gelip alıyor. Akşama aldığı yere bırakıyor.”
Yürüdüler. Baran evinin sokağına dönmeden:
“Yarın Mama’nın kahvesinde sekizde buluşalım.”
Candaş eve hızlı adımlarla yürüdü. Evde yaşadığı aileyle yarın işe gideceğini paylaşacaktı. Duvarı olmayan bahçeden evin kapısına yöneldi. İçeriye girer girmez:
“Yarın işe gidiyorum.” Dedi.
O gece iş konusu tekrar gündeme geldi. Evde Nazan, Hasan ve iki çocukları vardı. Nazan haftanın beş günü işe gidiyordu. Kocası işe gitmeyi sevmezdi. Gece geç saatlere kadar oturur, sigarasını tüttürürdü. Sabaha doğru yatar, öğleden sonra kalkardı. Kalksa da kendisine gelemezdi. Evde iki küçük erkek çocuğu vardı. Olup bitenden haberleri yoktu.
Candaş o gece erkenden yatağa girip yattı. Uykuya bir türlü dalamadı. İşi ve birde bu ülkeden istediği ülkeye nasıl gideceğini düşünüyordu.
Dışarısı aydınlanmaya başladığında Candaş uyandı. Başını kaldırıp pencereye, birde kolundaki saate baktı. İki saate yakın uyku şekerlemesi yapabilirdi.
Uyuyup uyumadığını anlamadan yatağından kalkıp giyindi. Kapıdan çıkıp Mama’nın kahvehanesine geldi. Kahvehane açık değildi. Kısa voltalar atıyor, durup etrafına bakıyordu. Baran karşı sokaktan çıktığında yüz yüze geldiler. Baran:
“Birazdan Yorgo gelip bizi alır.”
Konuşma esnasında yanlarına küçük kamyonet yanaştı. Yorgo arabadan inip:
“Günaydın gençler,” dedi.
“Günaydın!” dediler.
Tanışma faslından sonra arabaya binildi. Kaldıkları yerden uzaklaşmışlardı. Yol boyunca birilerini ararcasına etrafına bakıyordu. Zeytin ağaçlarını görünce geldiği kasabayı düşündü! Bir zamanlar çok zeytin ağacı vardı. Rumlardan kalmaydı. Zamanla bina uğruna zeytin ağaçları ve diğer ağaçlar feda edilmişlerdi.
Yol uzadıkça Candaş’ın canı sıkıldı. Yorgo’ya baktı. Elleri direksiyonda, gözleri yoldaydı. Araba virajı döndüğünde kendisine geldi. Yerleşim birimine gelmişlerdi. Evlerin dış boyası burada da beyaz kireç boya kullanılmıştı. Tek ve iki katlı evlerin arasından yol aldıklarında hafiften yokuş yukarıya doğru çıkıp, düz yolda araba yoluna devam ediyordu.
Sağda tek katlı evin önünde araba durdu. İner inmez demirden yapılma siyah boyalı kapıyı Yorgo açıp gelenleri ilk önce içeriye aldı. Girişin üzerinde asma ağacının dalları vardı. Üzerinde üzümleri yoktu. İçerisi genişçe bir bahçeydi. Hafiften yukarı meyilli toprak üzerinde bir ev daha vardı.
Yorgo ekmek arası dilimlenmiş kaşar peyniri ile domatesi tepsinin üzerinde getirdiğinde, bardaklarda dolu olan ayranı ikram etti. Boş çuvalları yukarıdaki evden getirdi. Üzeri kapalı olan naylonu kaldırınca sekiz tane Türkiye yazılı dolu çuvalı gördü. Candaş ses çıkarmadan olanları izliyordu. Dayanamadı:
“Bunlar Türkiye’den gelmiş. Neden değiştiriyorsun?”
Yorgo gülümsedi:
“Türkiye’den gelen çuvalı pazara çıkardığımda nasıl bir tepki alırım bilemiyorum? Siz orada fasulyeyi, nohudu, pirinci, bulguru pahalı alırken buraya gümrük yoluyla ucuza geliyor.”
Candaş çuvalın ağzını açıp, hafif yukarıya kaldırdığında Yorgo elindeki şaşulayı* fasulye çuvalına daldırdı, boş çuvalı doldurmaya tüm enerjisiyle devam ediyordu. Baran Candaş’ın tuttuğu çuvalın diğer ucundan tutarak yukarıya doğru kaldırıp indirdiler. Yorgo hızını kesmeden çuvalın yarısını doldurdu. Yorgo ile Baran karşılıklı elleriyle çuvalın altından, diğer elleriyle ağız kısmından tutup yukarı kaldırdılar. Candaş’ın tuttuğu torbaya boşalttılar.
Tüm dolu çuvallar yazısız çuvallara aktarıldı. Tekrardan duvar dibine dizildi. Neskafelerini içtikleri sırada:
“Sen ne zaman geldin?”
“Altı ay oluyor.”
“Sende kapağı istediğin ülkeye atarsın! Mültecilerin çoğu burayı geçiş kapısı olarak görüyor.”
“Zaman ne gösterir bilemem?”
Candaş evin bahçesine, duvarlarına tekrardan bakıyordu. Birden:
“Çok güzel Türkçe biliyorsun?”
“Evet ailemde Türkçeyi iyi bilir. İstanbul’daki komşularımız Türk’tü. Zor günlerimizde bizleri evlerinde saklayanlar oldu.
Ailemiz buraya geldiğinde hepimizin yüreğinde kor ateş yer etti. Ateşimiz hiçbir zaman yok olmadı. Toprağa verdiğimiz canlarımız sönmeyen ateşiyle gitti.
Yunanistan’a geldiğimizde polisin takibi ailemizin üzerinde bir yıl sürdü. Mahalleli bize karşı önyargılıydı. Türkiye’de ‘gavur’ burada ‘ajan’ kuşkusuyla baktılar. Senin anlayacağın ne oralı ne de buralı olduk. Ortada kalakaldık. Şu an bile hakkımızda göçmenler diye söyleyenler var. Yeni nesil bize daha sıcak bakıyor.”
Baran elini dizine koydu:
“Kendi ülkemizde farklı dili konuşuyorum diye bölücüydüm.”
“Dünyanın çivisini çıkaranlar bir avuç barbarlardır. Birlikte yaşayacağız. Türkülerimizi sınırları aşarak farklı dillerde korkmadan söyleyeceğiz.”
Yorgo, Candaş ile Baran’ı aldığı yere bırakmak için direksiyondaydı. Geldikleri yerleri tekrardan geçiyorlardı. Candaş Yorgo’ya baktı. Aslında soracağı sorular çoktu. Sorsaydı onun acılarını da deşmek vardı.
05.09.2021
*Şaşula Çeşitleri
Şaşulalar, çok çeşitli sektörlerde kullanılan metal malzemeden imal edilmiş olan küreklerdir. Tahıl ve kuru baklagil tarzı ürünleri, ölçekli olarak alıp doldurmaya yarayan küçük kürektir.