in ,

Çin, Sovyetler Birliği’ndeki gibi bir çöküşten nasıl kaçındı?

Daniel Zamora’nın Isabella Weber ile söyleşisi

Dünyanın en büyük işçi sınıfı için otuz yıllık piyasa reformları ne anlama geliyor?

Çeviri: Sevil Kurdoğlu

Son elli yılın en baş döndürücü tek ekonomik hikayesi Çin’in yükselişi oldu. Devletin başını çektiği gelişme, tarihte görülmemiş patlayıcılıkta bir genişleme yarattı.

Ama şaşırtıcı büyüme kaydı serbest piyasanın bir zaferi olmaktan çok uzaktır. Massachusetts Amherst Üniversitesi’nde bir ekonomist olan Isabella Weber Çin Şok Terapisinden Nasıl Kaçtı adlı kitabında son elli yılda Çin’deki ekonomik reformların ve tartışmaların çok ilginç bir açıklamasını yapıyor.

Weber, Çin’in 1990’larda Sovyet Bloku’nu yutan “şok terapisi”ne alternatif bir yolu seçerek, devletin kapasitesinde COVID-19’u Batı için bir felaket haline getiren azalışı nasıl engellediğini gösteriyor.

Geniş tarihsel ve ekonomik orijinal araştırmadan yola çıkan Weber’in açıklaması bize Çin Komünist Partisi’nin takip ettiği biricik yola ve dünyanın en büyük işçi sınıfı üzerindeki etkisine dair zengin bir anlama imkânı sunuyor.

DZ: Bu kitabı yazmak için sana ilham veren ne oldu?

IW: 1990’larda Almanya’da büyüdüm. Sosyalizmin tarihi bize basmakalıp başarısızlık örnekleri üzerinden anlatıldı, gri ve sönük Doğu’ya yapılan seyahatlerde götürülen marka jean pantolon ve kahve hikayeleri. Genel bir zafer havası, tarihin sonu havası vardı. Ama, bu kitabın hikayesi asıl olarak Pekin Üniversitesi’ni ziyaret ettiğim zaman başlar. Çin ekonomisi hakkında öğrenmeye hevesli biri olarak, Çin’in en iyi iş yönetimi (management) okullarından biri olan Guanghua School of Management’taki derslere katıldım ve Berlin’de okumuş olduğum Amerikan ders kitaplarını okuduğumuza çok şaşırdım. Çin’in Almanya ve Amerika’dakinden açıkça farklı bir ekonomik sistemi olmasına rağmen hala aynı ekonomi pratiğine sahip olması şaşırtıcıydı. Berlin’e döndükten sonra bir vakfın Çin masasında çalışmaya başladım.

Çinli mevkidaşlarımız Doğu Almanya’da devlet sosyalizminin çöküşü deneyimiyle yakından ilgileniyorlardı. Bir keresinde, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin son başbakanı Hans Modrow ile yüksek düzeydeki bir Çin delegasyonun arasındaki bir toplantının düzenlenmesine yardımcı oldum. Toplantıdan önce Hans Modrow’un kim olduğunu bilmiyordum bile. Kısa bir zaman için o görevde kalmıştı. Unutulmuş son Doğu Alman lideri ve Çin delegasyonuyla aynı odada oturmak şu soruyu sormama neden oldu: Bu iki taraf için tarih niçin bu kadar farklı tecelli etti?

Bu beni Çin’deki ekonomik reformların can alıcı ilk on yılının -genellikle 1978-92 arası olarak tanımlanan uzun 1980’ler- entelektüel dayanaklarını araştırmaya sevk etti. Çin şok terapisinden nasıl kaçmıştı ve Çin’e özgü bu yolda ekonominin rolü neydi?

Eski Sovyet blokunda sosyalizmden kapitalizme geçişin nasıl acımasız olduğunu unutuyoruz. Bunun, nihayetinde, Rusya ve Çin arasında aynı dönemde meydana gelen kesin ekonomik ayrışmayı açıkladığını ileri sürüyorsun.

İlginç olan şudur ki, 2008 ve COVID-19 krizleri bağlamında, 1930’lar neredeyse yegâne tarihsel referans noktası oldu. Aslında, Rusya’da “geçiş durgunluğu” denilen şey Büyük Depresyon’dan çok daha derin ve uzundu.*

Sadece toplam hasıla üçte birin altına düşmekle kalmadı, 1995’e gelindiğinde, endüstriyel hasıla 1987 seviyesinin yarısına kadar düştü. Bu, muhtemelen, sömürgecilik sonrası zamanların en dramatik sanayisizleştirilmesidir. Rusya bir daha endüstriyel süper güç pozisyonunu asla geri kazanamadı.

Gerçek ücretler şok terapisinden önceki seviyelerinin %50 altına düştü. Rus erkeklerinin ortalama yaşam süresi yedi yıl geriye gitti, bu barış zamanında herhangi bir sanayi ülkesinin deneyimlediğinin çok üstündeydi. Lancet’teki** bir çalışma, yoksulluk ve işsizliğin fırlamasıyla meydana gelen kaosta milyonlarca fazladan ölümün ortaya çıktığını ileri sürdü. Oligarklar kamu varlıklarını yağmalarken, uyuşturucu bağımlılığı, HIV enfeksiyonu, alkolizm, çocuklarda yetersiz beslenme ve suç oranı tavanı delip geçti. 2015’e gelindiğinde, Rusya’nın %99’u gerçek yetişkin geliri açısından hala 1991’dekinden daha kötü durumdaydı. Bütün bir genç “kayıp nesil” ortaya çıkmış ve Vladimir Putin yönetiminin temelleri atılmıştı.

Elbette “Çin ilacı” Rusya’da işe yarar mıydı yaramaz mıydı kesin olarak söyleyemeyiz, ama Rusya’daki şok terapisinin Çin’de en azından Rusya ile kıyaslanabilir bir ızdıraba yol açmayacağını düşünmek zor. Hatırlamak gerekir ki, geç 1980’lerde, Çin hala çok yoksul bir ülkeydi. 1990’da, 10 yıllık bir reform sürecinden sonra, Rusya’daki kişi başına gerçek yetişkin geliri Çin’dekinin üç katı kadardı. 1990’larda Rusya’da gözlemlenenden çok daha az dramatik bir çöküş bile Çin’de korkunç boyutlarda bir felakete yol açabilirdi.

Dönüp geriye bakmanın verdiği avantajla, görebiliyoruz ki, 1980’ler dünya iktisat tarihinde çok önemli bir kavşak demektir. Rusya’nın düşüşü ve Çin’in yükselişi arasındaki açılma ile Çin’in Batılı ekonomilerle yakınlaşmasının başlangıç noktası.

Şok terapisini savunanların beklentileri nelerdi?

Şok terapisi fikri kısa bir dönem için acı çekmenin gerekli olduğu mantığına dayanır. Sıklıkla başvurulan teşbih ameliyata dair olandır; hasta uzun dönemli gelişmenin temellerini atmak için önce acı çekmelidir. Ortaya çıkan odur ki, becerikli bir doktor tarafından yapılan bir ameliyatın tersine, ekonomik şok terapisinin yarattığı acı kolaylıkla kontrol altına alınamıyor. Bütün bir ekonomik sistemi dönüştürmek bir tümörü kesip atmak gibi bir şey değil.

Başlangıçtaki şokun anahtarı fiyat liberalizasyonundaki “büyük patlama”ydı [“big bang”]. Bütün fiyatları bir gecede serbest bırakınca rasyonel bir fiyat sistemi yaratılacaktı, piyasalara dair neoklasik vizyonda gerekli olduğu gibi. Makroekonomik kemer sıkma (parasal dizginleme ve hükümet bütçelerinin kesilmesi) serbest bırakılan fiyatların tamamen kontrolden çıkmasını engellemek amaçlıydı.

O teorinin de bir işe yaramadığı görüldü. Boris Yeltsin’in 1991’deki “bing bang”i sürekli hiper enflasyona yol açtı. Paranın değerinin uçurumdan aşağı yuvarlandığı yerde rasyonel piyasa imkânsızdır. Panik ve acil ihtiyaçlar değişim ilişkilerinin yürütücüsü olur, bu da mal ve hizmet optimizasyonunda amaçlananın çok uzağına düşmek demektir. Rusya işlemeyen bir piyasa ile ve plansız bırakıldı, sıklıkla son çare olarak başvurulan takas usülü değişime başvuracak kadar geriye doğru düşerek.

Şok terapisinin merkezi amacının fiyatların piyasa tarafından belirlenmesi olduğunu ileri sürdüğün görülüyor. İlginçtir ki 1980’lerin sonunda gelişmekte olan ülkelere empoze edilen yapısal uyum programlarında bu geçişi gördük. Fiyat kontrolleri özellikle hedef alındı. Neoliberaller için fiyat politikaları neden bu kadar önemli?

Şüphesiz, şok terapisi sadece devlet sosyalizminden geçiş için bir politika değil çok daha geniş bir politika paradigmasıydı, bilindiği üzere Augusto Pinochet’nin Şili’sinde denendi, Margaret Thatcher’ın Britanya’sına empoze edildi ve pek çok gelişmekte olan ülkede yapısal uyum biçiminde uygulandı.

Neoliberal düşüncede serbest fiyatlar piyasanın kutsal kabıdır. Bu bakışa göre, özel mülkiyet piyasanın işlemesi için gerekli bir koşulken, piyasanın kendisi, aslında, birbirleriyle serbest fiyatlardan başka hiçbir şeyle bağlantılı olmayan bireylerin hareketlerini koordine etmek için gerekli bütün bilgiyi içeren, fiyatların serbest hareketidir. Şok terapisi yanlılarının neden bütün fiyatları serbest bırakmak için başlangıçtaki “big bang”in gerekli olduğuna inanmalarının daha derindeki entelektüel sebebi budur.

Friedrich Hayek ve Ludwig von Mises, örneğin, 1940’larda savaş zamanı fiyat kontrollerinin sürdürülmesine saldırdıklarında bu konuda çok açıktırlar. Hayek, Köleliğe Giden Yol’da ikazda bulunur, “Fiyatları veya belirli malların miktarlarını kontrol etmek, rekabeti bireysel çabaların etkin bir koordinasyonunu sağlamak gücünden mahrum bırakır.” Von Misses “Orta Yolcu Politika Sosyalizme Yol Açar” adlı makalesinde, “Hükümet sadece tek bir malın, diyelim sütün fiyatını kontrol etse bile, bu, fiyatların tahrif edilmesi kaygan zeminine ve bu da nihayetinde hükümetin fiyatlar üzerindeki tam kontrolüne ve hatta totaliteryanizme yol açacaktır” der.

Peki, neden, özellikle de işçi sınıfı için, fiyatları politik olarak düşünmek önemlidir? Bugünkü aklıselime göre, fiyat kontrolleri kıtlığa, hantallığa ve karaborsaya yol açar.

Bugünün iktisadında, fiyatların çoğunlukla aynı doğaya sahip olduklarını düşünürüz. Neoklasik iktisatta, Marksist iktisadın önemli bir kısmında, ana akım Keynesyen iktisatta da bu böyledir. Subjektif-değer teorisine inanan marjinalistlerle David Ricardo ve Karl Marx’ın emek değer teorisine inananlar arasındaki ana çekişme, farklı malların fiyatlarının doğası üzerindeki birbirinden uzaklaşmakta olan fikir ayrılığında değil, fiyatların belirlenmesi genel ilkesinde yatar. Tekel fiyatları için veya artan fiyatlarla beraber talebin de arttığı bazı lüks malların fiyatları hakkında farklı fiyat dinamikleri [olduğu] düşünceleri var. Ama, bazı fiyatların makroekonomik istikrar ve büyüme için büyük önemi olduğu hakkında çok az sistematik düşünce olduğu gibi, belirli elzem malların fiyatlarının ekonomi politiği hakkında da pek bir tartışma yok.

Ancak, birkaç anahtar tarihsel episod bazı hayati fiyatların yüksek politik doğasına işaret ediyor. Fransa’daki sarı yelekliler hareketi petrol fiyatlarının yükseleceği beklentisiyle tetiklendi; Arap Baharı yakıtını yükselen ekmek fiyatlarından aldı; bazılarının fikrine göre yükselen tahıl fiyatları Fransız Devrimi’nin patlamasında rol oynadı. Bunun temellendiği anlaşılır bir mantık var: eğer enerji ve temel gıda maddeleri fiyatları düşük gelirli hanelerin harcamalarının büyük bir kısmını meydana getiriyorsa, gerçek ücretler dramatik biçimde düşer. Bu durumda fiyat isyanları en düşük düzeydeki geçim koşullarının köşesine veya altına sıkışmış olmaya karşı bir direniş şeklidir. Aynı zamanda da elzem tüketim mallarını istikrara kavuşturmak veya fiyat desteği vermek halkın piyasa dalgalanmalarına karşı kırılganlığını azaltmaya doğru bir adımdır.

Çin’de, “tahıl arzının istikrarını sağlayan ambarlar” (İngilizcesi “ever-normal granaries” olan bu ambarlar M.Ö. 1. yüzyıldan beri Çin’de var olagelmiş ve tahıl kıtlığı/açlık olduğu zamanlarda tahıl arzı için kullanılmışlar; -ç.n.) denilen ambarların uzun bir geleneği var. Kamusal tahıl ambarları çok eski zamanlardan beri, hasattan sonra fiyatlar düşükken tahıl alarak ve arz yetmez hale gelince, özellikle açlık zamanlarında, tahıl rezervlerini açarak fiyat istikrarını sağlamışlar. Birleşik Devletler’de Yeni Anlaşma (New Deal) sırasında, Henry A. Wallace’ın insiyatifiyle tesis edilen Commodity Credit Corporation (Emtia Kredi Şirketi), Çin’deki “tahıl arzının istikrarını sağlayan ambarlar”a benzer bir programdır.

Sömürgecilik zamanlarından beri, hammadde ve tarımsal mallar ihracatına bağımlı olan pek çok yoksul ülke için, emtia fiyatları stabilizasyonu önemlidir. Fiyatlardaki göreli küçük dalgalanmalar, ihracatı az sayıdaki emtiadan oluşan bir ekonomiyi kargaşaya sürükleyebilir.

2. Dünya Savaşı sonrasında dünya düzeni yeniden dizayn edilirken fiyatları istikrarlı kılmak için ünlü uluslararası emtia tampon stoklarını kullanma önerisi John Maynard Keynes’in de aralarında olduğu pek çok kimse tarafından desteklenmiştir. Bu öneri hiçbir zaman gerçekleştirilmedi, ama ekonomileri daha dayanıklı hale getirmek etrafındaki güncel tartışma ile yeniden gündeme gelmeyi hak ediyor. Ekonomik milliyetçiliğe geri çekilmek yerine, elzem malların dünya ölçeğinde yedek stoklarının yapılması uluslararası bir alternatif sunmaktadır. Bunun içinde, örneğin, büyük miktarda tıbbi malzeme de olabilir. Böylesi yedek stoklar, pandemiyi kontrol altına alabilmek için en çok ihtiyaç duyulan yerlere kaynakları yönlendirmeye yardımcı olabilir.

Bugün, devlet öncülüğünde piyasa yaratmakla geçen on yıllardan sonra, Çin dünyadaki en büyük kamusal tahıl stoklarını yönetmektedir. COVID-19 pandemisinin erken fazındaki aşırı sıkı ilk kapanma, kısmen, devletin ticari ajanslarının, normal yiyecek arzı kanallarının kesintiye uğradığı bir zamanda yiyecek piyasalarının yeniden yaratılmasına yardımcı olması sayesinde oldu. Diğer bir örnek domuz eti fiyatlarının stabilizasyonudur. 2019’da domuz vebası domuz eti arzını büyük ölçüde yok etmişti. Domuz eti fiyatlarının hızla yükselmesini engellemek için, devlet kendi donmuş domuz eti rezervlerini açtı ve devlete ait şirketler domuz eti ithalinin genişlemesinin örgütlenmesinde rol aldılar.

Piyasanın katılımı ile gerçekleştirilen bu cinsten bir fiyat stabilizasyonu yoluyla, Çin devleti elzem tüketici ve üretici mallarındaki dalgalanmaları yatıştırmaktadır. Bu prosedürler genel olarak fiyatların stabilizasyonundaki parasal politikayı tamamlamaktadırlar. Gerekli fiyatların böylesine hedeflenmiş bir stabilizasyonu, böylece, enflasyoncu baskıları ortadan kaldırarak mali genişleme için alan yaratmaktadır.

Fakat, geç 1980’lerde Çin kendi fiyat stabilizasyonunu ve şok terapisini uygulamanın kıyısında değil miydi?

Deng Xiaoping, iyi bilindiği gibi, Kültür Devrimi’nin “politikanın kumandası” sloganını, “ekonominin kumandası” sloganıyla değiştirdi. 1980’li yıllar boyunca, dünyanın her tarafından ekonomistler arasındaki değişimi hızla genişletti. Dünya Bankası ve Ford Vakfı bunda önemli bir rol oynadı. Erken yıllardaki tanınmış ziyaretçilerden bazıları Şikagolu ekonomist Friedman; reform ekonomisti ve Oskar Lange’nin öğrencisi Polonyalı göçmen Wlodzimierz Burs; Prag Baharı’nın ekonomik reform planlarının sürgündeki mimarı Otaka Şik idi.

Von Mises ve Hayek’in rasyonel bir sosyalist sistem olasılığına saldırmalarına karşılık olarak, sosyalist hesaplama tartışmasında, Lange piyasa sosyalizmi altında rasyonel fiyatların başarılabileceğini göstermişti. Doğru fiyatları elde etmek vurgusu olan böyle bir reform düşüncesi hattının neoliberalizmle bir ortak yönü var.

Hatta Friedman, Çin’deki bir konferansında, Lange tarzı piyasa sosyalizminin serbest ekonomiye giden yolda en iyi ikinci çözüm olarak büyük bir dönüm noktası olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. Böylece, Çin’de mevkilerine iade edilen ekonomistler arasında piyasa reformları için gelişmekte olan vizyon, fiyat reformunu bütün çabaların merkezine koydu ve toptan fiyat liberalizasyonu olmadan (bazı versiyonları fiyat ayarlamaları hesaplanmış ve vergi ve ücret reformu ile birleştirilmiş olarak hazırlandı) piyasa reformlarının başarısızlığa uğramak zorunda olduğu ileri sürüldü.

Bu akademik değişimler evrilirken, ekonominin disiplini Batı’daki örnek üzerinden yeniden modellendi. Fiyat reformları için iddialı planlar teorize ediliyor ve kaleme alınıyordu, kırsal reform başını alıp gidiyor ve bir deneyimselci piyasa yaratma reform paradigması ortaya çıkıyordu. Kırsal reformlar pek çok bakımdan çok radikaldi. Bu reformlar Maoist Çin’in anahtar sosyal, ekonomik ve politik kurumu olan halk komünlerini ortadan kaldırıyordu.

Ancak, burada bile tedricilik vardı, yani kırsal reform, kırsalın, planlama kurumlarının tahıl ve pamuk gibi anahtar tarımsal ürünlerin belirlenmiş olan fiyattan talep edilen kotayı teslim etmesi taahhüdünü sürdürecek şekilde ilerledi. Ama şimdi, hanehalkı kotanın kendilerine düşen kısmını teslim etmekle sorumlu hale getirildi, bu taahhütlerini yerine getirdikten sonra piyasa için üretebilirlerdi. Daha da öteye, bu “hanehalkı sorumluluğu sistemi”ne geçişte önce deneyimsel bir tarzda ve elzem tarımsal ürünlerin üretiminde önemli bir yeri olmayan kırsal topluluklarda tolere edildi. Hanehalkı sorumluluğu sistemini marjinal komünlerden kırsalın bütününe yaymakta tarama araştırması anahtar bir rol oynadı.

Kültür Devrimi sırasında gönderildikleri köylerde gençliklerini geçiren öğrenciler etkin bir güç olarak ortaya çıktılar. Deng Liqun ve Du Rusheng gibi deneyimli anahtar liderlerin desteğiyle, tarımsal reform deneylerinden elde edilen dersleri değerlendirmeye ve sistematik hale getirmeye yardım eden Kırsal Kalkınma Grubu’nu (Rural Development Group) kurdular. Kırsal reform Deng’in geniş reform ajandasının anahtar dönüm noktası oldu ve [daha sonra] başbakan ve genel sekreter olan Zhao Ziyang’ı öne çıkardı. Bu genç entelektüeller devrimci neslin reformcu liderlerleriyle sıkı bir ittifak kurdular.

Fakat Çin’i şok terapi yolunda daha ileri gitmekten tam ne alıkoydu?

Kritik kavga, Sovyet ideali olan “tek bir büyük fabrika” temeli üzerine kurulmuş kentsel endüstriyel sistemin çekirdeğinin nasıl piyasalaştırılacağı üzerinde koptu. Kırsaldaki komünlerin tersine, her bir endüstriyel birim kendi başına sürdürülebilir bir ekonomik entite değildi. Basitçe söylersek, devletin tespit ettiği fiyatlarla merkezi komutaya bağlı olarak üretim yapıyorlardı, fiyat sistemi sektörler arasındaki yeniden dağıtımı sağlıyordu. Bisiklet, radyo, saat gibi elzem olmayan tüketim malları maliyetin üstünde fiyatlandırılmıştı ve böylece tüketiciden fon elde ediliyordu, tahıl ve çelik gibi elzem mallar ise maliyetin altında fiyatlandırılmıştı. Bunun sonucu olarak da tasarlandığı üzere, kârlılık çok eşitsizdi.

Reformcular, piyasa fiyatı ve planlanan fiyat demek olan ve zaten kendiliğinden bir şekilde ortaya çıkmakta olan, aynı iki-izli sistemin (dual-track system; -ç.n.) endüstriyel sektörde de uygulanabileceğini ileri sürdüler. İşletmeler kendilerine verilen kotayı teslim ettikten sonra artık ürünü piyasaya sunabilirlerdi. O zamana kadar göreli olarak pasif bir rolü olan kamu ticaret ajansları tedarikçilerle yeni müşterileri bir araya getiren anahtar piyasa yaratıcıları oldular. İki-izli sistem yoluyla, üretim birimlerinin kendileri, bunun gerektirdiği genel revizyondan geçerek, piyasa-yöneltimli işletmelere dönüşeceklerdi.

Kritik olan hem tedarik sıkıntısı çekilen hem de fiyatı maliyetin altında tutulan enerji ve metaller gibi elzem endüstriyel girdilerde bu sistemin planlanan fiyat ile piyasa fiyatları arasında büyük farka yol açmasıydı. İki-izli sistem reformcularının perspektifinden, ucuz girdilerin tedarikini garanti etmek için kota üzerinde uygulanan devlet kontrolünü sürdürmenin önemini vurguladı, diğer yandan yüksek piyasa fiyatları işletmeler için teşvik oldu ve üretimlerini hangi yolla olursa olsun arttırmaya çalıştılar. Doğru fiyatı elde etmeye odaklanmış reform ekonomistleri ise, tersine, aynı ürünün fiyat farkındaki bu önemli farklılaşmayı olası en büyük irrasyonalite olarak gördüler. Bazıları iki-izli sistemin eski planlanmış sistemden daha kötü olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti.

İki-izli sistem aslında büyüme için kuvvetli bir ivme yarattı, ama aynı zamanda yolsuzluk için eşverişli bir zemin de yaratmış oldu. Geç 1980’lerde, reformlar hakkında başlangıçtaki coşku solarken eşitsizlik yükseliyor ve piyasa izleğindeki fiyatlar genel fiyat artışlarına sebep oluyordu. Sosyal ve politik gerilim artıyordu. Bu bağlamda, big bang fikri (kemer sıkma politikaları empoze ederken bütün fiyatların hepsini birden bir hamlede serbest bırakmak) “Batılı” bilimsel iktisadın otoritesini de taşıyan, cazibesi giderek artan bir opsiyon olarak görünmeye başladı. 1986’da böyle bir program bir keresinde hazırlanmıştı. Ama, daha önce Yugoslavya ve Macaristan’da yapılan önemli fiyat reformları teşebbüslerini araştıran Sistem Araştırma Enstitüsü (System Research Institute) ekonomistlerinden ve benzer zorluklarla karşılaşılan 2. Dünya Savaşı sonrası dönüşümlere aşina olan Alman ve Çinli ekonomistlerden gelen uyarılarla bundan geri dönülmüştü.

1988’de, reform politik bir çıkmaza girince, Deng Xiaoping’in kendisi “fiyat reformu bariyerini kırıp geçmeye” karar verdi, tipik şok terapisi retoriği ile, kısa süreli acının uzun dönemli eziyetten daha iyi olduğunu ileri sürdü. 1988’in yazında devlet televizyonundan yapılan kapsayıcı fiyat reformu ilanı paniği ateşledi. Bankalara koşuşturma ve dayanıklı tüketim mallarını stoklamak arkasından geldi. O yıl, Çin’de 1949’daki devrimden beri ilk kez fiyatların tamamen kontrolden çıktığı görüldü. Komünistlerin milliyetçilere karşı savaşta en büyük ekonomik başarılarından biri fiyatları stabilize etmek olmuştu.

Ama çok geçmeden Çin liderliği yönünü tersine çevirdi. İlk devrimci nesle mensup bir lider olan Deng Xiaoping piyasalaşma adına ağır bir bedel ödemeye hazırdı ama Komünist Partisi’nin hükümet etme istikrarını feda etmek istemiyordu. Ekonomik olarak, iki-izli sistem bing-bang’den ricat ederken yedek çareyi devreye sokma opsiyonunu tanıyordu. Politik olarak, 1988’deki gelişmeler 1989 ayaklanmasının ve Tiananmen Meydanı’ndaki acımasız bastırmanın zeminini hazırladı.

Senin kitabın Çin’in ekonomik modeline dair ana akım anlatıdan ayrılıyor. Sıklıkla, Komünist tek-parti devletiyle vahşi neoliberalizmin bir birleşimi olarak sunuluyor; David Harvey’nin “Çinli karakteristikleri’ olan neoliberalizm” dediği şey. Bu açıklama neden yanlış?

Neoliberalizm fiyatların özel mülkiyetçe mümkün kılınan serbest hareketi üzerine kuruludur. Bu devletin cesameti hakkında bir fikir vermez; devletin piyasanın kurallarını tesis etmesi ve polisliğini yapması beklenir, kendi ajandasıyla ve sosyal, politik veya ekonomik hedeflerine uygun olmasını sağlayacak yollarla fiyatları hareket ettirmek belirgin hedefiyle aktif olarak piyasaya katılması değil. Çin devleti ikincisini yapmaktadır.

Bu cinsten piyasa-katılımcı (market-participating) ekonomik yönetişim aynı zamanda devletin metalaştırmanın önemli bir yürütücüsü olması demektir. Çin muhtemelen ABD kadar piyasalaşmıştır. Her şey için bir piyasa var ve bu piyasalar (ödemeler de dahil olmak üzere) yüksek derecede sayısallaştırılmıştır ve aşırı hızlı bir tempoda iş görürler.

Dizme oyunu Jenga’yı düşün. Neoliberal şok terapisi tamamen yeni bir evin eskisinin tahta bloklarından yeniden inşa edilmesi için ilk önce eski Jenga kulesinin tamamen yıkılmasını söyler; halbuki Çin’deki “piyasa yaratımı” yaklaşımı seçtiği tahta blokları kuleden uzaklaştırmakla işe başlar ve sonra onları aynı yapı üzerinde başka bir yere taşır. Yapısı kökten değişirken kule büyür. Boş alanlar, en sonunda, başlangıçta ellenmeden bırakılan blokların doğasını dönüştüren bir dinamiği harekete geçiren piyasa etkinlikleri ile doldurulur.

Bu, düşük ücretli sektörlerdeki korkunç emek koşulları gibi, metalaştırmanın bütün çirkin yan etkilerini getirir. Kır ve şehir arasındaki farklar da devasa eşitsizliklere katkıda bulundu. Tarımsal reformlar 200 milyonluk bir yüzer gezer göçmen işgücünün ortaya çıkmasına yol açtı. Toplumsal cinsiyet ilişkileri de geriye gidiyor.

Çin modeli herhangi bir şekilde romantikleştirilmemeli. Sosyalizmin şanlı bir örneği kesinlikle değildir. Ama geniş bir el hareketiyle etiketlemek yerine dikkatli bir şekilde incelenmeyi hak ediyor. Kitapta saptamaya çalıştığım özgün reform yolu, pek çok peşin hükümlü nosyonu yeniden düşünmeyi gerektiren yeni cinsten bir ekonomik sistem yarattı.

Pek çok yıldır Çin modelinin çökeceği beklenmekte. Uçuk tahminlere girmeden, Çin’in ekonomik tarihinin, bizi onun uzun dönemli büyümeyi ve inovasyonu sürdürmekteki varsayılan kabiliyetsizliği hakkında daha şüpheci kılması gerektiğini düşünüyor musun?

1949’daki devrimden beri Komünist Çin’in çökeceği tahminleri yapılmakta gibi bir his var. Çin Komünist Partisi’nin hayatta kalamayacağı nosyonu, şüphesiz, 1990’larda ilan edilen “tarihin sonu” bağlamında yeniden ilgi görmeye başladı. Bu argümanın versiyonları modernizasyon teorisiyle benzerdir: Çin’de, eninde sonunda demokratikleşme talep edecek olan bir orta sınıf ortaya çıkacak ve rejim değişikliği meydana gelecek. Sol’da, bilindiği gibi Çin bir “işçi hoşnutsuzluğunun ortaya çıkmakta olan merkezi” olarak tanımlanmaktadır. İşçilerin ulusal gelirden aldıkları pay, küresel eğilimlere benzer şekilde, 1990’ların ortalarından beri düşmektedir. Bu işçi sınıfı direnişini tetikledi ama geçtiğimiz yıllarda solduğu gözüküyor, ücretler hızla artıyor. 2019’da bildirilen işçi sınıfı huzursuzluğu olayları 2016’dakinin yarısına düştü, 2020’de ise keskin bir şekilde düştü. Bu Çin’deki sınıf ilişkilerinin herhangi bir standarda göre uyumlu olduğu anlamına gelmiyor. Ama, şu anda Çin işçi sınıfı direnişin merkezi olarak gözükmüyor.

Ana akım medya sıklıkla, eğer Çin’deki büyümede yüzde bir veya iki puanlık bir düşüş olursa bunun Çin Komünist Partisi’nin hükümranlığını zedeleyeceğinden bahsediyor. Geçen sene, pandeminin başında, bir kere daha, memnuniyetsiz yurttaşlar yüzünden Çin hükümetinin zor durumda kalacağı fikrinin ortaya çıktığını gördük. Bence bu argümanlar Çin’in kırk yıldan fazla bir zamandır reformlardan geçtiğini ve dikkatli bir şekilde kalibre edilmiş bir yönetişim yarattığı gerçeğini görmezden geliyorlar. Bu süreç ekonomik gelişmeye ve politik istikrara odaklanarak yönetildi.

Sovyetler Birliği’nin çökmesi muhtemelen modern tarihteki en dramatik rejim değişikliğidir ve Çin liderliği bunu büyük bir dikkatle inceledi. Çin’de böyle bir rejim değişikliğinin olmasını önlemek Çin Komünist Partisi yönetiminin merkezi akidesidir ve liderlik sınırsız devlet şiddeti kullanmak da dahil olmak üzere, ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduğunu defalarca gösterdi.

Çevirenin notları:

* 1930’larda Sovyetler Birliği’nde de 1928’deki Birinci Beş Yıllık Plan’la başlayan yoğun sanayileşme ve tarımsal kolektivizasyon sonucunda büyük bir kriz yaşanmış, bu açlığa ve milyonlarca ölüme yol açmıştır. Hem nüfusları hızla artan şehirleri beslemek hem de ihtiyaç duyulan teknolojik ürünlerin ithali için gerekli dövizi sağlayacak tahıl ihracatı için ihtiyaç duyulan tahıl üretimini arttırmak için devasa ölçekli zorla kolektivizasyon başladı. Özellikle tarımda özel mülkiyete bir süre daha katlanmayı öneren Yeni Ekonomi Politikası (NEP) terk edildi. Hem küçük köylülerin hem zengin toprak sahiplerinin topraklarına el konuldu ve kolektif çiftliklere aktarıldı. Stalin aynı dönemde kendisini eleştiren bütün muhaliflerini “sağ sapma” ile suçlayarak fiilen ortadan kaldırdı. (ç.n.)

* The Lancet İngiltere’de 1823’ten beri yayımlanan, dünyanın en eski ve en saygın tıp dergilerindendir. (ç.n.)


Yazar ve söyleşiyi yapan hakkında

Isabella Weber How China Escaped the Shock Therapy (Çin Şok Terapisinden Nasıl Kaçtı) adlı kitabın yazarı ve Massachusetts Amherst Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.

Daniel Zamora Özgür Brüksel Üniversitesi ve Cambridge Üniversitesi’nde doktora sonrası sosyologdur. Le Dernier Homme Et La Fin De La Revolution: Foucault apres Mai 68 (Son Adam ve Devrimin Sonu: 68 Mayıs’ından Sonra Foucault) adlı kitabı 2022’de İngilizce’de Verso’dan yayınlanacaktır.

[Jacobin Magazine’in 2 Ağustos 2021 tarihli sayısındaki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Sendika.Org

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

13. Jahresempfang 2021 des Hamburger Fußball-Verbandes

„Positive Trends am Arbeitsmarkt“