Amerikalıların çoğu, Amerika’nın dünya polisi olma döneminin sona erdiğini söylüyor.
ABD teröre karşı savaşı başlattıktan yirmi yıl sonra, Amerikan halkı artık daha fazla savaş görmek istemiyor.
Dış politika alanında çalışmalar yürüten Stephen Wertheim:
İleride ABD ordusunda daha sınırlı bir role doğru yönelme eğilimleri göreceğiz, diyor.
11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’ne yapılan terör saldırılarının üzerinden yirmi yıl geçti. O gün 21. yüzyılda Amerikan dış politikasının haritasını yeniden çizen bir gündü. Aynı zamanda ABD’nin Irak ve Afganistan’daki „teröre karşı savaşının“ başlangıcına işaret ediyordu.
Ancak savaşların uzun vadeli sonucu, belirgin bir ideolojik değişime evrilebilir.
Bugün Amerikalıların çoğunluğu ülkelerinin dünyadaki askeri rolünün artması yerine, azalması gerektiğine inanıyor.
Yıl boyunca yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, belirgin bir çoğunluk artık ABD’yi „dünya polisi“ olarak görmek istemiyor.
ABD 2001 sonbaharında Afganistan’a karşı savaşa başladığında, müdahale her on Amerikalıdan dokuzunun desteğini aldı. AP’ye göre, yirmi yıl sonra, on Amerikalıdan yedisi savaşın başarısız olduğunu söylüyor.
Bu tablo Amerikan halkının ülkenin ordusuna ve ABD’nin gelecekteki küresel rolüne bakışındaki açık bir değişimi yansıtıyor.
2001’deki terör saldırılarını takip eden yıllarda ABD’yi karakterize eden atmosfer bugün artık çok uzaklarda.
O zamanlar: Başkan George W Bush’un dış dünyayı ABD askeri üstünlüğüne ikna etmeye çalıştığı, Amerikan televizyon haberlerinin Afganistan ve Irak’taki savaşları Amerikan askerlerinin kahraman olduğu bir aksiyon filminin başlangıcı olarak gösterdiği yıllardı.
Washington DC’deki Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda araştırmacı olan Stephen Wertheim; Amerika Birleşik Devletlerinde terör saldırılarının yirminci yıldönümünde, ülkedeki ruh hali çok farklı, diyor.
– 2001 sonbaharında George W Bush’un yaptığı konuşmalara dönmek, bambaşka bir ülkeye seyahat etmek gibi geliyor artık. ABD ordusunun tüm Ortadoğu’yu değiştirmesi, rejim değişikliği getirmesi, tüm dünyayı yenilemesi gerektiği söylemi, bugün tüm taraflarca reddedilen fikirlerdir. Aslında bu, Barack Obama, Donald Trump ve Joe Biden’ı birleştiren birkaç konudan biri.
Wertheim, son üç başkanın ABD’nin küresel rolünü değiştirme vizyonlarında ortak bir nokta görüyor.
2013 yılında, modern zamanların ilk siyahi Amerikan başkanı olan Barack Obama, Amerika Birleşik Devletleri’nin „artık dünya polisi olmaması gerektiğini“ söyledi.
Donald Trump, kelimenin tam anlamıyla başkanla aynı mesajı tekrarladı. Trump ayrıca „ABD’nin ebedi savaşına bir son verme“ sözü verdi.
Joe Biden, terörizme karşı küresel savaşı „kesin ve herkes için bir defa“ sona erdirme vaadi için kampanya yürüttü.
Wertheim, Biden’nin bu baharda yaptığı bir dış politika konuşmasında ülkenin dış politikasında yeni bir yönün temellerini attığına inanıyor.
– Joe Biden, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesini ele alış biçimi nedeniyle ölümcül eleştiriler aldı, ancak dış politika vizyonu önemli bir ideolojik değişime işaret etti.
Nisan ayında yaptığı açılış konuşmasını bir tür Biden doktrini formüle etme girişimi olarak görüyorum. Açıkça tanımlanmış nihai hedefleri olmayan sonsuz savaşa giren bir Birleşik Devletler’in sonunu işaret ediyordu.
ABD askeri misyonunun artık demokrasiler inşa etmeye çalışmak değil, anavatanı korumak olabileceğini söylüyordu.
Amerika’nın „teröre karşı savaşı“ o kadar uzun süredir devam ediyor ki, ABD ordusunda artık Eylül 2001’de ikiz kulelere karşı gerçekleşen terörist saldırılardan sonra doğan askerler var.
Saldırıların yirminci yıldönümünde Afganistan’daki insani felaket, ABD’nin en uzun süredir devam eden savaşına acı bir sonsöz gibi görünüyor.
Kriz ayrıca gelecekte ABD ordusunun küresel rolü hakkında tartışmalara yol açtı.
Bir yanda Washington’daki dış politika düzenine hâlâ hakim olan şahinler var. Afganistan’daki durumun, kriz noktalarında istikrar yaratmak için ABD ordusuna ihtiyaç olduğunu gösterdiğine inanıyorlar.
Diğer tarafta ise tam tersine dünyanın büyük bir bölümünde kaosa neden olanın ABD ordusu olduğunu söyleyenler var.
Amerikan halkı o kadar ikircikli değil. Açık bir çoğunluk, ABD’nin küresel rolünü azaltması gerektiğine inanıyor. Yaz aylarında, Amerikalıların yüzde 60 ila 70’i Afganistan’dan geri çekilmek istediklerini söyledi. Teröre karşı savaş açık bir başarısızlık olarak görülüyor ve ABD ordusu artık yenilmez olarak görülmüyor.
– ABD ordusunun sınırlamalarını düşünmek için son yirmi yıla bakmak imkansız. Aksine, Amerikan halkı, Amerika Birleşik Devletleri’nin başka ülkelere yerleşmeyi bırakması gerektiğini düşünüyor.
Stephen Wertheim, başka ülkelerde demokrasiler kurmak için kârsız girişimlere binlerce milyarlar harcamak yerine iç sorunları çözen bir hükümet görmek istediklerini söylüyor.
Kamuoyunun görüşü ne zaman değişmeye başladı?
– Tarih vermek gerekirse 2005 yılı.
ABD’de büyük bir çoğunluk Irak ve Afganistan’daki savaşların yanlış yöne gittiğini düşünmeye başladı. Taliban hareketi Afganistan’a egemen oldu ve giderek daha fazla Amerikalı Irak’ta öldü. O zamandan beri, Amerikan halkı savaşlara ve istilalara karşı giderek daha şüpheci hale geldi.
Ancak Wertheim, Washington’daki tartışmanın fikirlerin gelişimine ayak uyduramadığını söylüyor.
– Amerikan halkı arasında yeni savaşlara karşı muhalefet yıldan yıla güçleniyor. Ancak Washington’daki dış politika kurumları arasında, düşünce kuruluşlarında, kongre komitelerinde ve televizyondaki sabah koltuklarında oturan yorumcuların çok azı bu değişime denk gelen görüşler gösteriyor. Bu kısmen, Trump’ın seçim kampanyası sırasında Irak savaşına değinmesinden ’çekileceğiz’ dedikçe birçok seçmen için çekici görünmesinin nedeniydi.
Wertheim; son haftalarda Afganistan ile ilgili tartışmaların geleneksel şahinler tarafından domine edilmesinden dolayı hüsrana uğradı. Cumhuriyetçi Kongre Üyesi Mark Green, geçen hafta Fox News’e yaptığı açıklamada, „Afganistan’da daha fazla asker görmek istiyorum. „Önce tüm Amerikalıları dışarı çıkarmalıyız, ama sonra kötü adamları öldürmeye başlamalıyız.“
– Felaketten alınacak ders, savaşın başarısızlıkla sonuçlandığı olmalıydı. Ama bunun yerine Amerikan medyası, Pentagon’un şahinlerine yöneldi, onlar geri çekilmenin esastan yanlış olduğunu söylüyorlar.
Wertheim, bir savaşı kaybetmenin mümkün olduğunu anlamalı ve kazanmış gibi görünmeyi beklememeliyiz, diyor.
Stephen Wertheim, geçen yıl yayınlanan „Yarınki Dünya“ adlı çok konuşulan kitabında, Amerika’nın küresel egemenliğinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra nasıl büyüdüğünü anlattı.
Ondan önce ülkenin dış politika kuruluşları, yaygın küresel askeri saldırılara şüpheyle bakar bunu „emperyalizm“ olarak adlandırırdı.
Bu durum İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Truman doktrini ile değişti. Başkan Harry Truman, ünlü bir konuşmasında, „Karada, denizde ve havada üstünlüğümüzü amansızca korumalıyız“ demişti.
Soğuk Savaş sırasında ABD Dışişleri Bakanlığı, insanları dünya çapında bir orduya, devasa uzun vadeli yatırımların önemine ikna etmek için kampanyalar başlattı. Artık „emperyalizm“ kelimesini kullanmamayı tercih ettiler, bunun yerine ülkenin küresel askeri egemenliğini „enternasyonalizm“ olarak tanımlamaya başladılar.
Bundan böyle ABD’yi dış dünyadan izole etmek isteyenler „izolasyoncular“ olarak görevden alınacaktı.
Başkan Gerald Ford, bu dış politika vizyonunu „kader ABD’ye küresel bir liderlik rolü verdi“ diyerek özetledi ve ABD ordusunun „dünya barışı ve özgürlüğü için tek umut“ olduğunu iddia etti.
Wertheim’ın kitabı, ABD’nin muazzam küresel ordusunu yaratanın kader değil, net siyasi kararlar olduğunu gösteriyor. Sonuç, 150’den fazla ülkede 800 askeri üste konuşlanmış yaklaşık 200 bin askerle ABD’nin bugün sahip olduğu dünya çapındaki askeri varlığıdır.
Wertheim, bu devasa küresel ordu için artık herhangi bir halk desteğinin olmadığını iddia ediyor. ABD Kongre Bütçe Ofisi’ne göre, ABD ordusunun bütçesi bugünkü yüzde 3,4’ten on yıl içinde yüzde 2,5’e düşecek.
ABD’nin küresel egemenliğinin sonu mu görünüyor?
– Bunu söylemek için çok erken. Biden’ın kara birlikleri yerine „özel operasyonlar“ ve insansız hava araçlarıyla ’gölgelerde’ teröre karşı savaşa devam etmesi kuvvetle muhtemel.
Bu, Amerikan halkının farkına varmadan savaşı yeni ülkelere genişletmeyi mümkün kılıyor. Ayrıca askeri üslerimizi küresel olarak önemli ölçüde azaltmadık ve diğer ülkeleri savunmak için hâlâ bir dizi anlaşmamız var.
Wertheim, hem Trump hem de Biden yönetimindeki söylemlerde olan köklü değişikliklere rağmen, gerçek küresel stratejide minimal bir değişim, olduğunu söylüyor.
Afganistan’daki son kaos, birçok kişinin ABD askeri egemenliğinin damgasını vurduğu bir dünyaya alternatifin ne olduğunu merak etmesine de yol açtı.
Daha ölçülü bir Amerika Birleşik Devletleri fikri, Washington’un on yıllardır ABD ordusunun her şeye gücü yeten olarak görülmesine alışmış olan dış politika kurumları arasında özel bir endişe kaynağı artık.
John McCain ve Hillary Clinton’a güvenlik politikası danışmanlığı yapan Robert Kagan, bu yılın başlarında Foreign Affairs’de dikkat çeken bir makalesinde ABD askeri hegemonyası için bir savunma konuşması yazmıştı:
„ABD tarafından yönetilen bir dünyanın alternatifi, refah toplumu mantığı ile yönetilen bir dünya değildir. Hukukla, uluslararası kurumlarla ve Aydınlanma fikirleriyle yönetilen bir dünya da değil!
Kagan, kaos ve çatışmanın damgasını vurduğu bir dünya“ diye yazıyor.
ABD’nin eski Irak Büyükelçisi Ryan Crocker, son haftalarda, bölgenin istikrarını garanti etmenin tek yolu olarak Afganistan ve Orta Doğu’daki yüksek ABD askeri varlığının devam ettiğini savunduğu bir dizi makalede benzer argümanlar öne sürdü.
Stephen Wertheim bu argümanlara inanmıyor; ABD’nin Ortadoğu’da istikrarı sağlayıp sağlamadığını sorgulamak mümkün, ancak „En azından bu kadar bölgede kaos yarattık“ diyor.
11 Eylül’ün üzerinden 20 yıl geçti. Anacak, bir şey çok açık şekilde anlaşıldı:
Korku iktidarı ele geçirdiğinde veya iktidarın elinde bir araç haline geldiğinde, güvenlik arayışı genellikle özgürlüğün kesilmesi veya öldürülmesiyle sonuçlanır.
Duvar ve kuleler yakın tarihimizde dünyanın en çığır açan iki olayı olmalı; 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan terör saldırısı.
Aynadaki yansıma gibi görünen tarihlerde ürkütücü bir mantık var. 9/11 ve 11/9. Sanki tarih, bir olayın diğerinin yadsınması olduğunu neredeyse açıklığa kavuşturmak için takvimi pedagojik bir yardım gereci olarak kullanmış.
Duvar, baskı ve tecrit sembolüydü. Düştüğünde, geleceğe ve özgürlüğe olan inanç galip geldi.
Kuleler batı dünyasının başkentinin üzerinde yükseldi. Benlik duygusu onların destek kirişleriydi. Kuleler çöktüğünde, naipliği korku ele geçirdi.
Travmatik kırılmalar oldu ama, terörizm başarılı olamadı ve demokrasi her daim güçlüdür.
20 yıl önce ABD’ye saldıran teröristler başarısız oldu. 2015’te Paris’teki suikastçılar, çeşitli ülkelerde topluluğun üzerine taşıt süren cihatçılar kaybetti.
Batı, kendisini ve temel değerlerini sorgulayan bir korku dünyası haline gelmedi.
Şehirlerimizde ölüm ve korku yaymak için biri bomba, otomatik tüfek, araba ve hatta uçak kullandığında her seferinde „açık toplum bu testi geçmeli, bunu da aşacağız’’türü sözleri tekrarladık ve her seferinde haklı çıktık.
Demokrasi, terörden etkilenmesine izin vermemiştir. Oy hakkı, cinsiyet eşitliği (Afganistan’daki kadınların cesareti) insan hakları ve ifade özgürlüğünün modası geçmiş şeyler olduğunu düşünmeye başlamadık.
Aksine, en azından köktenci totaliter teokrasilerle karşıtlık olarak, bu değerlerin daha da önemli olduğu konusunda hemfikiriz.
Batı dünyasının toplu halde İslam’a ve Müslümanlara yönelmesi amaçlandıysa, o da başarısız oldu.
Teröristlerin, tartışmalarda hâlâ sesini duyurmaya devam eden İslamofobiklere iyi bir destek sağladıkları kesinlikle söylenebilir.
Yine de büyük çoğunluk, mütedeyyin Müslümanları İslamcılardan, cihatçılardan ve Selefilerden ayırt etmek için dengelemeyi başardı.
Amaç, Batı’yı İslam’a ve Müslümanlara toplu olarak sırt çevirmek ise, bu da başarısız oldu. Bilakis, teröristler Batı dünyasını kendi totaliter din yorumlarına karşı daha şüpheci ve uyanık hale getirmeyi başardılar.
Geçmişte, dinin şiddet içeren ve demokratik olmayan ifadelerini eleştirme konusunda -hoşgörü ve düşünce olarak gizlenmiş- bir tür temkinli isteksizlik varsa, o azalmıştır.
Bu otoriter totaliter düşünceler için kötü bir haber ama normal insanlar için tam tersi.
Bunu, Norveç’teki toplu katliam sanığı Breivik gibi aşırı sağcı bir teröristin eyleminde gördük. İnsanlar, hür dünya Anders Behring Breivik gibi aşırı sağcılara duyduğu tiksintiyi büyük ölçüde artırmayı başardı.
Batı toplumu bugün daha az açık hale geldiyse, bunun nedeni teröristler değildir. Hareket özgürlüğü ve medeni hakların kısıtlanması söz konusu olduğunda, küçük bir virüsün yüzlerce terörist savaşçıdan ve tüm propaganda videolarından, bombalarından ve suçlarından daha ağır olduğu kanıtlandı.
Ancak virüsle savaştıkça toplumlar da açılacak ve normale dönecek.
Geri dönme, ders çıkarma yeteneğinin, demokrasinin ve açıklığın güçlü yönlerinden biri olduğunu gösterme zamanı başlayacak.
Bunun bilincinde olan, kendine güvenen ülkeler insanlarını huzura ve refaha kavuşturmada epey bir ön alacaktır.