in ,

„Erdoğan Amed’e teşhir olan imajını düzeltmek için gitti „

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık

Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın içeride ve dışarıda çok fazla teşhir olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Erdoğan’ın Amed’e giderek, oluşan kötü imajının önüne geçmeyi hedeflediğini söyledi.

Rojava Devrimi’nin büyük ve önemli bir devrim olduğunu söyleyen Bayık, “Bu devrim Önder Apo’nun oluşturduğu ideoloji ve felsefe üzerinden gelişti. Rojava halkı bu devrimi bu esaslar üzerinden geliştirdi. Eğer bu devrim ayakta kalmayı başardıysa bu nedenle ayakta kaldı. Çünkü bu devrim sürecinde içte ve dışta birçok saldırı gerçekleşti” dedi.

Türk devletinin işgal saldırılarına karşı Medya Savunma Alanları’nda savaşan gerillaların “Bizler 14 Temmuz direniş ruhu ile mücadele ediyoruz” mesajını verdiğini de vurgulayan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık şunları söyledi: “Çünkü 14 Temmuz direnişi çok büyük zorluklarda ortaya çıktı. Bugün Medya Savunma Alanlarında mücadele eden arkadaşlar da çok zor şartlarda direniyor. Yani belki zaman farklı ama birçok açıdan benziyor bu direnişler. Nasıl ki 12 Eylül darbesine karşı zindan direnişçileri başarılı oldularsa, bugün de Zap, Metina ve Avaşin gibi alanlarda, tüm ablukalara, saldırılara, zorluklara, hatta kimyasal silah kullanımına karşı gerillalar da tarihi bir direniş sergiliyor.”

Bu süreçte PKK ile KDP arasında bir savaş olmadığına da dikkat çeken Bayık, “PKK ve Türk devleti arasında bir savaş vardır. Kürt halkı ile Türk faşist devleti arasında gerçekleşen bir savaştır bu. Tabi sanatçıların da Kürdistan’ı Savun İnisiyatifinin de ve bazı siyasilerin de amacı işgal karşı önemli çalışmalardı. Tabi yabancı kesimler diyebilir ki biz Kürtler arası savaşı istemiyoruz, Kürtler arası birliği istiyoruz diyebilirler. Bunun bir kıymeti vardır. Fakat Kürdistani kesimlerin sadece bunu söylemle sınırlı kalması yeterli değildir. Yani biz Kürt birliğini savunuyoruz ve savaşa karşıyız demek çok yeterli bir talep değildir. Pek fazla bir şey ifade etmez. Eğer birlik taraftarı ve savaş istemiyoruz diyorlarsa daha güçlü adımlar atmaları gerekir” diye konuştu.

Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program’a katılan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nun yıldönümünü, Temmuz ayı şehitlerini, Türk Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın Amed ziyareti ile amaçladıklarını, yaklaşan Rojava Devrimi yıldönümünü, Türk devletinin işgal saldırılarına karşı yürütülen direnişi, Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi’nin ziyaretini değerlendirdi.

Bayık’ın söyleşisi şöyle:

Geçtiğimiz senelerde açlık grevlerinin ardından AKP hükümeti İmralı görüşmelerinin engellenmeyeceğinin sözünü vermişti, ama geldiğimiz noktada Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit işkence boyutuna varmış durumda. Daha da derinleşen tecride ilişkin ne söylemek istersiniz?

Sorunuzu cevaplamadan önce Temmuz ayına ilişkin bir şeyler söylemek istiyorum. Bu ay hareketimiz ve halkımız için çok önemli bir ay. Çünkü hem büyük acıların, hem de büyük kazanımların olduğu bir ay. Heval Vedat Aydın, 14 Temmuz direnişçileri, Rojava şehitleri bu ayda şahadete ulaştı, yine Zilan katliamı bu ay yapıldı. Temmuz ayı şehitleri şahsında tüm demokrasi ve özgürlük şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. Onlar bizim büyük değerlerimizdir. Bu hareket olduğu sürece şehitlerimizi yaşatmaya devam edeceğiz.

Yine bu ayda AKP-MHP Türkiye’de bir darbe gerçekleştirdi. Bu darbe ile hem Kürt halkı, hem demokratik ve sosyalist güçler, hem sanatçılar büyük acılar yaşadı. Kürt halkına karşı yine Temmuz ayında Lozan ittifakı geliştirildi. Kürt halkı o ittifaktan sonra soykırım siyasetine maruz kaldı. Bu yüzden Lozan ittifakını kınıyorum. O ittifak bugün Kürtler için bir şey ifade etmiyor. Kürt halkı Lozan ittifakını ayaklar altına aldı. Kimse artık bu ittifakta ısrar etmemeli. Eğer bir ittifak yapacaklarsa Kürt halkını, Kürt halkının taleplerini ve haklarını esas almalılar.

Sorunuza ilişkin kısa da olsa bir şeyler söylemek istiyorum. Kürt halkına yönelik soykırım siyaseti yürütülüyor. Bu soykırım siyaseti birçok yöntemle yapılıyor. Fiziki, göç, asimilasyon, tutuklama, işkence, yasak gibi birçok yöntem ile yürütülüyor. Önderlik bu siyasete karşı tarihi bir müdahalede bulunarak Kürt halkını soykırımın kıyısından döndürdü, ayaklandırdı. Dünyada saygı duyulan bir halk yarattı. Eğer önderliğe yönelik vahşi bir siyaset, işkence ve insanlık dışı bir tecrit uygulanıyorsa bunun sebebi Rêber Apo’nun soykırım siyasetini ortaya çıkarması ve Kürt halkını ayaklandırması. Bu şekilde önderlikten intikam alıyorlar.

KÜRT HALKINA YÖNELİK SOYKIRIMI SONUCA ULAŞTIRMAK İSTİYORLAR

Yine hareketimizi tasfiye edip, Kürt halkına yönelik soykırım siyasetini sonuca ulaştırmak istiyorlar. Tecritte ısrar etmeleri, Rêber Apo’ya yönelik vahşi bir siyaset yürütmeleri de bununla bağlantılıdır. Çünkü Rêber Apo sadece Kürt halkına yönelik işgal ve soykırıma karşı çıkmadı, kapitalist moderniteye de karşı çıktı ve bunun alternatifini yarattı. Kapitalist güçler de Rêber Apo’yu büyük bir tehlike olarak gördü. Bu yüzden Rêber Apo’ya yönelik tecrit siyasetini devam ettiriyorlar. Hareketimizi tasfiye etmek, Kürt halkını soykırımdan geçirmek isteyen güçler ilk önce Rêber Apo’yu hedef alıyorlar. Bu yüzden komplo gerçekleşti.

Mücadele büyüdüğünde Türk devleti zorlanıyor ve bu zorluktan çıkmak için de görüşmelere izin veriyorlar. Bazı sözler veriyorlar. Bu tamamen Kürt halkını ve demokrasi güçlerini kandırmaktır. Artık görüşmeler serbest dediler ama daha sonra tecridi tekrar derinleştirdiler. Bu Türk devletinin gerçekliğini ortaya çıkarıyor. Özellikle AKP-MHP gerçekliğini ortaya çıkarıyor. Halkımız bunu artık daha iyi anladı. Bundan çıkan sonuç ise mücadele büyüdükçe görüşmelere izin vermek zorunda kalıyorlar. Bu yüzden sonuç almak için mücadeleyi daha da yükseltmeliyiz.

14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi’nin 40. yıldönümü. 14 Temmuz direnişi nasıl anlaşılmalı ve bu direniş bugün nasıl bir sorumluluk yüklüyor Kürdistan halkına? 14 Temmuz direnişinin anlam ve önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle 14 Temmuz devrimcilerini saygı ile anıyorum. Bu direnişi geliştirenler bizim öncülerimizdir. Onların verdiği mücadeleyi esas alıyoruz. 14 Temmuz direniş normal şartlarda gerçekleşen bir direniş değildi. 12 Eylül darbe sürecinde gelişti bu direniş. 12 Eylül’ün hedefi Diyarbakır zindanını PKK ve Kürt halkına mezar yapmaktı. Arkadaşlara tek bir şeyi sunuyorlardı, PKK ve önderliği bırakın, pişmanız deyin, bize teslim olun, eğer böyle yapmazsanız buradan sağ çıkamazsınız diyorlardı. Bunu açıkça söyleyip, pratikte de uyguluyorlardı.

12 Eylül darbecileri hem içeride, hem dışarıda hakimiyetlerini kurduklarını, kimsenin onlara karşı çıkmayacaklarını düşünüyorlardı. Zindandaki arkadaşların da elinde bir imkan yoktu. Sadece felsefeleri ve canları vardı. Fakat Türk devleti PKK ve önderlik gerçekliğini anlamamıştı. Parti ruhunu ve militanlarını anlamamıştı. İşte heval Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz, Ali Çiçek, eylemleri ile Rêber Apo’yu, PKK’yi, parti militanlığını ve Kürt halkının yiğitliğini düşmana gösterdi.

14 Temmuz direnişçileri çok zor ve imkansız şartlarda 12 Eylül siyasetine başkaldırdılar ve bu siyaseti yenilgiye uğrattılar. Bu yüzden Berxwedan jiyane (Direnmek yaşamaktır) dediler. Bu PKK felsefesinin ve ideolojisinin zaferidir. Bu bir ruhtur, yaşamın bir tarzıdır. 14 Temmuz’u böyle anlamak gerekir. Bu ruh ve mücadele Kürt halkının ve Kürdistan devriminin karakterini ortaya çıkardı.

GERİLLA MEDYA SAVUNMA ALANLARINDA TARİHİ BİR DİRENİŞ SERGİLİYOR

14 Temmuz direnişçileri mücadele kriterlerinin nasıl olacağını gösterdi. Yani yurtseverlik ve devrimcilik böyle olmalı dediler. Bu Kürt halkı, PKK militanları, yurtseverler ve Kürdistan devrimi için bir kanun oldu. Kürdistan devrimi bu kanun üzerinden devam etti. Bizler bu mücadele ruhunu kazandık. O ruh Kürt halkı ve PKK militanları için her zaman gereklidir. Bugün Zap, Avaşin, Heftanin, Metina, Xakurkê, Bakur ve farklı birçok eyalette 14 Temmuz direniş ruhu ile mücadele ediliyor.

Medya Savunma Alanları’nda savaşan gerillalar, ‚Bizler 14 Temmuz direniş ruhu ile mücadele ediyoruz, direniyoruz‘ diyorlar. Çünkü 14 Temmuz direnişi çok büyük zorluklarda ortaya çıktı. Bugün Medya Savunma Alanlarında mücadele eden arkadaşlar da çok zor şartlarda direniyor. Yani belki zaman farklı ama birçok açıdan benziyor bu direnişler. Nasıl ki 12 Eylül darbesine karşı zindan direnişçileri başarılı oldularsa, bugün de Zap, Metina ve Avaşin gibi alanlarda, tüm ablukalara, saldırılara, zorluklara, hatta kimyasal silah kullanımına karşı gerillalar da tarihi bir direniş sergiliyor.

Bunu sadece PKK veya Kürt halkı için yapmıyor, insanlık için yürütüyorlar bu mücadeleyi. Bu yüzden çok onurlu bir direniştir. Bundan dolayı da 14 Temmuz direnişine benziyor. Bu vesile ile Metina, Zap, Heftanin, Avaşin, Bakur’da işgale, soykırıma karşı tarihi bir direniş sergileyen gerillaları kutluyorum, selamlarımı iletiyorum.

Türk devleti ve gerilla arasında devam eden savaş hangi aşamada? Siz de dile getirdiniz Botan’dan, Zap’a, Heftanin’den Xakurkê’ye kadar gerilla direnişi devam ediyor. Son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devleti NATO’nun silahları ile Avaşin, Heftanin, Zap, Metina ve Bakur’un tüm eyaletlerine saldırıyor. Hatta tüm silahları kullanıyor. Bu silahlar da NATO’nun. Kimyasal silah da kullanıyorlar. Karargahımız da birçok kez düşmanın kimyasal silah kullandığına ilişkin uluslararası kamuoyuna açıklama yaptı. Kullandıkları tüm silahlara ve tekniğe rağmen sonuç alamıyorlar. Bu yüzden kimyasal silahla gerillaya darbe vurmak istiyor. Bununla birlikte KDP de gerilla alanlarını ablukaya alıyor. Bunu Hulusi Akar istedi. Heval Murat Karayılan bunu da açıkladı. Çünkü binlerce asker-çete ile, kimyasal silah ile sonuç alamayan Türk devleti , KDP’den savaşa girmesini istedi.

KDP’ye bağlı özel güçler var bunlar peşmerge değil. Peşmerge savaşta yer almıyor. O özel güçler gerilla alanlarını kuşatıyor. Bu kuşatma da Türk devletinin işine yarıyor. Bu kuşatma olmazsa Türk devleti büyük darbeler yer ve yenilgiye uğrar. İşgalci Türk devletine karşı mücadeleyi daha da geliştireceğiz, AKP-MHP iktidarının sonunu getireceğiz. Herkes buna inansın. Türk devletinin saldırılarına, kimyasal silah kullanımına karşı, gerilla felsefesi ile, Rêber Apo, PKK, Kürt halkı ve insanlığa bağlılığı ile amansız bir mücadele yürütüyor, destanlar yazıyor. Gerillanın ferdi silahları dışında elinde başka bir imkan yok. Bunlarla Türk devletinin tekniğine karşı çıkıyor, işgalcilere darbe vuruyor. Düşmanın daha fazla Başur’u işgal etmesine müsaade etmiyor. Yani gerilla sadece kendisi için değil, Başur, Ortadoğu ve insanlık için bu mücadeleyi yürütüyor. Saldırıları çok büyük buna karşı direniş ve mücadele de çok büyük.

Dünyada birçok savaşta bombardımanlar yapılmış hatta örneğin Vietnam’da çok büyük bir bombardıman yapılmış. Bugün Türk devletinin de Kürdistan’a, özellikle Zap, Xakûrkê, Avaşin, Heftanin alanlarına yönelik gerçekleştirdiği bombardımanın Vietnam’dan 10 kat daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Hem de her türlü yasak bomba ve silah kullanılıyor. Dağlar, bağlar, bahçeler yakılıyor, hayvanlar öldürülüyor. Kürdistan’da hiçbir şey bırakmıyorlar. Çünkü Kürdistan’a ve Kürtlere düşmanlar. PKK de onlara engel olduğu için, Kürt halkının kazanımlarını sağladığı ve koruduğu için, Kürt halkından intikamını PKK gerillasından almak istiyorlar. Türk devletinin bu düşmanlığına karşı kimse ses çıkarmıyor. Neden ses çıkarmıyorlar? Çünkü Türk devletinin arkasında NATO var. NATO da herkesi uyardığı için kimse ses çıkarmıyor.

KDP siyasetinden bahsettiniz. KDP’nin bu siyasi anlayışına karşı birçok tepki açığa çıktı. Çeşitli inisiyatifler ve kesimler çağrılarda bulundu. Sizler de sürekli taleplerinizi dile getiriyorsunuz. KDP’nin yaklaşımları konusunda bir değişim oldu mu?

Şimdi yurtseverliğin ölçüleri vardır. Yurtseverlik bizden ister? Katliama ve işgale karşı durmayı ister. Halkını ve ülkeni sevmeyi gerektirir. Değerlerine sahip çıkmayı gerektirir. Kürdistan’ın doğasına, coğrafyasına tüm güzelliklerine sahip çıkmayı gerektirir. Bunları yapmadan bir yurtseverlikten bahsedilemez. Bugün görüyoruz ki faşist İşgalci Türk devleti Kürdistan’ın tüm parçalarından değerlerimize dair ne varsa ortadan kaldırmak istiyor. Bunu gizli yapmıyor çok açıkça yapıyor. Tüm bunların karşısında Önder Apo, Kürt halkı, HPG ve YJA Star gerillaları her şeyi göze alarak direniyor. Büyük sorun ve sıkıntılar arasında büyük destanlar yazıyorlar. Gerillanın sadece bir canı vardır onu da vermekten çekinmiyor. Bu uğurda canını da veriyor. Bu halk ve ülke için bu bedelleri veriyor. Bizler isterdik ki kendine sosyalistim, demokrasiyi ve insan haklarını savunuyorum diyenler de gerillanın yanında İşgalci Türk devletine karşı dursun.

Bizimle birlikte faşist Türk devletine karşı mücadele etmelerini beklerdik. İsteğimiz ve umudumuz buydu. Fakat maalesef gördük ki KDP yönetimi özellikle Behdinan’da Türk işgaline karşı bizim yanımızda yer almadılar. Neden durmadılar? Birçok sebebi olabilir. Bunları biliyoruz. Çok uzun uzadıya bu konuya girmek istemiyorum. Madem bizimle birlikte Türk işgaline karşı durmadılar, en azından Türkiye’nin işgalini meşru göstermemeleri gerekiyordu. Bunu yapabilirlerdi. Herkesin de beklentisi bu yöndeydi. Herkesin beklentisi KDP’nin Türk işgaline karşı durmuş olmasıydı. Fakat maalesef pratikte neler gördük? Hem onların basın organları, hem de yöneticileri konuşmalar yapıyorlar. Sadece açıklamalar yapmakla kalmıyorlar. KDP’ye bağlı güçler kimi isimler ile adlandırılıyorlar ki peşmerge ile alakaları yoktur.

Bu güçler KDP’yi temsil eden paralı güçlerdir. Bu güçler gerillanın etrafını sarmaya çalışıyor. Gittikçe bunu daha da ileri bir noktaya götürüyorlar. Gerilla için çeşitli sıkıntılar yaratmak istiyorlar. Bunu yapıyorlar da. İşte kimi alanların arasında yer alanların ilişkilerini koparmaya çalışıyorlar. Gerillanın hareket alanını kısıtlamaya çalışıyorlar. Gerillanın teçhizat ve başka ihtiyaçlarını karşılaşmasını engellemeye çalışıyorlar. Tüm bunlarla işgalci devletlere hizmet etmiş oluyorlar. Bizim onlardan talebimiz madem bizim yanımızda yer almayacaklar en azından bizim önümüzde bir engel olarak durmamalarıydı. İşte bu bahsettiğimiz gerilla alanlarında gerillayı sıkıştırmak için yapmaya çalıştıkları şeyler ve onların yayın organlarının dili Kürt dostlarının, Kürt sanatçılarının ve belli çevrelerin onlara şüpheyle yaklaşmasına neden oldu. Bu yüzden birçok Kürt dostu, Kürt sanatçı, belli siyasetçiler ve bazı kurumlar bunu kabul etmediklerini söylediler. Buna karşı çıkıp kimi eylemler de ortaya koydular. Mesela Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi adıyla önemli bir çalışma yapıldı ve bu çalışma Kürt halkına önemli ölçüde hizmet etti. Bu vesileyle emeği olan herkese selam ve hürmetlerimi belirtiyorum. Çok önemli ve kutlu bir çalışmaydı. Çünkü bu çalışma Kürt halkına, Kürdistan’a sahip çıkıyor ve işgalcilere karşı duruyor.

Kürt halkının birliğini savunuyor ve Kürt halkının kendi içinde sorunlar yaşamasını istemiyor. Yaptıkları çalışma çok değerliydi. Fakat ne oldu? Hem KDP hem de Almanya bu çalışmayı yürütenlere karşı durdu. Bu çalışmaları yürütenlere izin vermedi. Halbuki KDP’nin bu çalışmadan hoşnut olması gerekiyordu. Eğer biz işgalciliğe karşıyız, Kürdistan’ın işgal edilmesine karşıyız diyorlarsa bu çalışmayı yürütenlerden hoşnut olmaları gerekirdi. Fakat biz bunun tam aksini yaptıklarını gördük. Hadi diyelim Almanya’yı anlayabiliyoruz. Çünkü Türkiye ile ilişkileri ve çıkarları gereği engel oluyorlar. Kürtlere karşı ortak bir siyaset izliyorlar. Fakat KDP neden engel oldu bu çalışmayı yürütenlere! Kimse bunu anlayamadı. Bu yaptıkları şey kendilerine de hizmet etmedi, tam tersine KDP’ye zarar verdi. Açıkçası bizi de üzdü bu yaşanan durum. Çünkü bunlar Kürt dostu kesimlerdi. Bunlar Kürt halkı ve Kürdistan için dayanışmaya gelmişlerdi. Bunlar Kürtler arası anlaşmazlıkların çözülüp Kürt birliğinin oluşması için uğraşıyorlardı. Yani bunlardan değerli ne çalışma olabilir. Peki KDP bunun karşında neden durdu. Kimse anlamış değil. Yine sanatçılar geldi görüşmeler yapıp açıklamalarda bulundu. Onlara da teşekkürlerimi ifade ediyorum. Sanatçılar Kürt halkının vicdanını temsil etmeleri dolayısıyla daha fazla ve güçlü adımlar atabilirler. Bizim verdiğimiz mücadele onları da ilgilendiriyor.

Güçlü bir çalışma yürütmelidirler ki gerillanın etrafında gelişen saldırılar kalkabilsin. Yani bu süreçte PKK ile KDP arasında bir savaş yoktur. Bu süreçte PKK ve Türk devleti arasında bir savaş vardır. Kürt halkı ile Türk faşist devleti arasında gerçekleşen bir savaştır bu. Tabi sanatçıların da Kürdistan’ı Savun İnisiyatifinin de ve bazı siyasilerin de amacı işgal karşı önemli çalışmalardı. Onları tekrar kutluyor ve hürmetlerimi belirtiyorum. Tekrar diyorum ki yaptıkları çalışmalar çok önemli ve değerlidir. Bu çalışmaları daha güçlü bir şekilde yürütmeleri ve daimi kılmaları gerekiyor. Tabi yabancı kesimler diyebilir ki biz Kürtler arası savaşı istemiyoruz, Kürtler arası birliği istiyoruz diyebilirler. Bunun bir kıymeti vardır. Fakat Kürdistani kesimlerin sadece bunu söylemle sınırlı kalması yeterli değildir. Yani biz Kürt birliğini savunuyoruz ve savaşa karşıyız demek çok yeterli bir talep değildir. Pek fazla bir şey ifade etmez. Eğer birlik taraftarı ve savaş istemiyoruz diyorlarsa daha güçlü adımlar atmaları gerekir.

Her şeyi yurtseverlik safında birleştirip işgalciliğe karşı bir cephe oluşturmaları gerekir. Gerillanın etrafına kurulmaya çalışan çemberi kırmak için çaba sarf etmeleri gerekir. Gerilla tüm Kürt halkı için onurlu bir mücadele veriyor ve destanlar yazıyor. Herkes bu anlamda gerillanın yanında durmalı destek vermelidir. Bu da sadece biz savaş istemiyoruz birlik istiyoruz demekle olmuyor. Gerilla mücadele ederken sadece izlemek doğru değildir. Yurtseverlik bir tutum almayı gerektirir. Yurtseverlik Kürt halkının çıkarına olmayan şeylere karşı durmak ve Kürt halkının mücadelesini büyüten şeylerin yanında olmaktır. Tabi son dönemde Kürdistan’ı Savun İnisiyatifinin, birçok sanatçının, belli siyasetçi ve kurumların açıklamaları oldu. Kürt halkı her yerde ayağa kalktı ve kimsenin işgalcilerle birlikte hareket etmemesi gerektiğini söyledi. Herkesin kendi rol ve misyonunu yerine getirmesi gerektiğini ifade ettiler. Fakat tüm bu çağrı ve açıklamalara rağmen bir değişimin olmadığını gördük.

Bu bahsettiğimiz etrafı sarma faaliyetlerini devam ettiriyorlar. Burada başka bir hususu da ifade etmek istiyorum. Bazıları gidip sayın Mesut Barzani ile görüşme yapmış ve Sayın Barzani’nin eski sözünde olduğunu ifade etmişlerdir. Bu bize söylendi. Eğer bu böyleyse önemli, değerlidir. Yani bundan memnunuz. Bunun gerçekten pratikte de gerçekleşmesini istiyoruz. Bu verilen söze bir kıymet veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz. Herkesin bunu bilmesi gerekir. Kürdistanı Savun İnisiyatifinin, sanatçıların ve diğer birçok kıymetli kesimin açıklama ve taleplerini kendimiz için esas alıyoruz ve bir talimat olarak görüyoruz. Bizim KDP ile hiçbir şekilde savaşmak gibi bir niyet ve amacımız yoktur. Bu durumda madem Kek Mesut da sözünde olduğunu ifade etmişse bu aşamada bunların pratikte hayata geçmesi gerekir. Böylece bütün şüpheler ortadan kalkmış olur. Bu açıdan biz üzerimize ne sorumluluk düşüyorsa yapmaya hazırız. İnancımız odur ki verilen sözler devam eder ve var olan yerleşme faaliyetleri kalkar. Böyle olursa bütün sorunlar diyalog yolu ile çözülmüş olacaktır.

Erdoğan yakın zamanda Amed’e gitti ve çözüm sürecini kendilerinin kendileri tarafından değil, HDP tarafından bitirildiğini ifade etti. Yine Diyarbakır zindanının kültür merkezine dönüştürüleceğini söyledi. Savaşın bu kadar yoğun olduğu günlerde Erdoğan’ın bu açıklamaları yapmasını neye bağlıyorsunuz?

Hem içeride hem de dışarıda çok fazla teşhir olmuş durumda. Bu yüzden Amed’e giderek, oluşan kötü imajının önüne geçmek istedi. Bu sözlerle kirli ve inkarcı politikasını yürütmek için uygun zemin yaratarak hedefine ulaşmak istiyor. Erdoğan’ın Amed’e gitme sebebi budur. Hiç kimse bu sözlerine inanmamalıdır. Çünkü Erdoğan yalan ve kandırma siyaseti ile şimdiye kadar iktidarını yürütüyor. Artık sanırım herkes onun bu gerçeğini görüyor. Özelikle Kürtler bu konuda onu iyi tanımıştır. Bu anlamda artık Kürtleri kandıramaz. Fakat Kürtlerin dışında belki bazı kesimleri kandırabilir. Erdoğan, Süleyman Soylu ile Amed’e gitti. Süleyman Soylu, Kürt düşmanıdır, Kürt katilidir. Ağzını her açtığında Kürtlere karşı yaptığı katliamları ve zulümleri söyleyen ve bunları söylerken keyif alan biridir. Bu konudaki nefretini ve katliama devam edeceğini de sürekli söylüyor.

Erdoğan da aynısını söylüyor. Yani aslında her ikisinin de gidişi her şeyi izah ediyor. Yani bunun çok izaha ve yorum edilmeye ihtiyacı da yoktur. Dediğim gibi Erdoğan’ın Amed’e gitmesinin nedeni kendi kirli ve deşifre olmuş siyasetini biraz makyajlayarak yürüttüğü kirli politikayı böylece devam ettirebilmektir. Yine HDP’yi hedef alan bazı konuşmalar yaptı. Neden bu açıklamaları yaptı.? Çünkü HDP çünkü HDP’yi kapatmak için bir süreç başlatmışlar. Tabi biliyorlar ki bu kapatma davası sonrası HDP kapanırsa onlara karşı büyük bir tepki açığa çıkacak. Bu yüzden tepkilerin önünü almak ve HDP’nin kapatılmasını karşı insanları tepkisiz kılmak için bu tür konuşmaları yaptı.

Bu yüzden çözüm sürecinde HDP’yi suçlayarak gizli ajandası olduğunu iddia etti ve çözüm sürecini HDP’nin bitirdiğini söyledi. Fakat tüm dünya biliyor ki yapılan barış görüşmelerinin bizzat önünü kesen ve sonlandıran Erdoğan’ın kendisiydi. Erdoğan bu konuşmaları yaparken kimsenin beyninin olmadığını düşünüyor herhalde. Kendini öyle akıllı sanıyor. Aklınca herkesi kandırabileceğini düşünüyor. Belki iktidara geldikleri zaman insanları kandırmaları mümkündü. Ama artık bu kandırma siyasetini devam ettirmesi mümkün değildir. Artık bunu anlaması ve görmesi gerekiyor. Şimdi HDP’yi kapatmayı kararlaştırmışlar. Bunun hukuki zeminini de şeklen gerçekleştirmek istiyorlar. Bu kararı çoktan almışlar. Kararın hayata geçmesi için de HDP’yi hedef haline getirip bunu meşru kılmak istiyorlar. HDP’nin gizli ajandası olduğunu ve Kürt sorununu çözmek istemediklerini söylüyorlar. Kendilerinin çözmek istediğini ancak HDP’nin süreci bitirdiğini söylüyorlar. Bu suçlamalar ile HDP’yi günah keçisi konumuna getirip HDP’yi kapatmak ve kimsenin HDP’ye sahip çıkmamasını sağlamaya çalışıyorlar. Herkes biliyor ki, çözüm süreci Erdoğan’ın isteğiyle başladı. Tüm o süreçte Erdoğan vardı.

Erdoğan’ın o süreçte amacı çözümü sağlamak değildi. Amacı bu süreç ile Türkiye ve dünyada kendini güçlü bir pozisyona getirmekti. Yani esas gerçeğini saklıyorlar. Esasen gizli kötü niyetli ajandası olan Erdoğan’ın kendisiydi. O ajandasındakilerini de gerçekleştirdi. Gerçek budur. Gerçekte amacı çözümü sağlamak değildi. O süreçte herkesi kandırmak için yürüttüğü bir taktik ile hareket ediyordu. Bununla kendini daha güçlü bir pozisyona getirerek amaçlarını Türkiye’de hayata geçirmekti. Önder Apo ise ‘Madem siz çözümün olmasını istiyorsunuz, ben buna hazırım’ dedi. O zor şartlarda Önder Apo, Erdoğan ve Türkiye’deki zihniyeti değiştirmek için büyük bir mücadele verdi. O süreçteki mücadelesi ile görüşmeleri sürdürerek ‘Dolmabahçe İttifakına’ kadar getirdi. Bu Dolmabahçe görüşmeleri herkesin gözü önünde televizyonlarda gerçekleşti. Peki Dolmabahçe görüşmelerinde Türkiye halklarının zararına olan bir madde var mıydı? Hayır öyle bir şey yoktu.

Bu görüşmeler Türk ve Kürt halkının çıkarınaydı. Eğer o görüşmelerin gereği yerine getirilseydi bugün yaşanan sorunlar olmamış olacaktı. Türkiye daha güçlü olduğu gibi, bölgede ve dünyada daha hatırı sayılır bir konumda olurdu. Fakat Erdoğan ne dedi. ‘Ben Dolmabahçe görüşmesini tanımıyorum, bu görüşmelerden haberim yok’ dedi. Yapılan her şeyi inkar etti. Neden inkar etti, çünkü yürüttüğü siyaset inkar siyasetidir. Neden böyle konuştu? Çünkü esasen bir planı vardı. Bu plan diz çöktürme planıydı. Bu planı hayata geçirmek için uygun bir zemine ihtiyaçları vardı. İşte bu noktada Erdoğan savaş planını hayata geçirmek için ‘Dolmabahçe görüşmesinden haberim yok’ deyip, yürütülen süreci inkar etti.

Bunları söyledikten sonra Türkiye’de bir Kürt sorununun olmadığını da söyledi. Yani her şeyi ayaklar altına alarak inkar etti. Şimdi ise kendi yaptıklarını HDP’nin yaptığını söylüyor. Neden? Çünkü HDP’yi kapatırken tepki oluşmasını engellemek istiyor. Ondan sonra 5 Nisan’dan başlamak üzere Önder Apo’ya yeni bir tecrit süreci uygulamaya başladılar. Onunla iletişimi tamamen koparttılar. Bu tecridi de şimdiye kadar arttırarak devam ettiriyorlar. Yine 24 Temmuz’da büyük bir bombardıman başlatarak ‘Biz yüzlerce gerilla noktasını vurarak yüzlerce gerilla öldürdük’ dediler. 7 Haziran’da seçimler oldu ve AKP iktidardan düştü. Akabinde seçimleri kabul etmediler. Çünkü diz çöktürme planını uygulamaya koymak istediler. Süreci bitirdiler ve bunun vebalini HDP’ye yüklemek istiyorlar. Bu aşamada halkımız başta olmak üzere faşizme karşı olan tüm güçler bu gerçeği iyi anlamak zorundadır.

Kürt halkı, diz çöktürme planına karşı Amed, Cizre, Nusaybin, Şırnak ve daha birçok yerde direndiğinde Türk devleti ne yaptı? Erdoğan ve Bahçeli tüm silahları bu kent merkezlerinde kullandılar. Birçok şehri yıktılar, birçok insanımızı yaktılar, katliamdan geçirdiler. Tüm bu vahşetleri de PKK’nin üstüne yıktılar. Dediler ki ‘Biz barışı sağlamak istiyorduk, PKK çözümü istemediği için bu savaşı başlattı.’ Bu katliamların sebebini PKK olarak gösterdiler. Her yerde AKP, MIT, ve AKP’nin destekçisi bazı işbirlikçi Kürtler ile bize karşı bu anti-propagandayı yaptılar. Bu propaganda ile herkesin kafasını karıştırdılar. Neden bunu yaptılar. Çünkü halkın Önder Apo’ya bağlı olduğunu biliyorlar. ‘Biz ve İmralı bu süreci sonuca götürmek istiyorduk fakat PKK buna engel oldu’ diyerek, halkımızı bize karşı kışkırtmaya çalıştılar. Halkın PKK’ye karşı tepkisini sağlayarak katliamı meşru hale getirmek istediler. Bazıları buna inandı. Bu gün ise ne diyor, ‘O süreci HDP bitirdi’ diyor. Daha önce kendi yaptıkları suçları nasıl PKK üstüne attılarsa şimdi de aynısını HDP’yi hedef haline getirerek yapmak istiyorlar.

HDP’nin de tüm kesimlerin de bunu iyi anlaması gerekir. Yaptıkları demagoji, yalan ve iftiraları herkesin görmesi anlaması gerekir. Çözüm sürecinde PKK’ye karşı yürüttüğü taktiği şimdilerde HDP’ye karşı yürütmeye çalışıyorlar. ‘Amed zindanını kültür merkezi yapacağız ‘ söylemeleri tamamen halkı kandırmaya yöneliktir. Halka diyorlar ki daha iyi bir cezaevi yapacağız. Yaptıkları zindanlar yetersiz olacak ki yeni ve daha büyük zindanlar yapacaklarını söylüyorlar. Kürt halkı bunları iyi görmeli, bu yalanlara inanmamalı ve buna karşı durmalıdır. Amed’de konuşup talimat verdikten bir gün sonra HDP için hazırlanmış olan iddianame HDP’ye gönderildi. Bu durum çok açık her şeyi ortaya koyuyor. Kürt ve Kürdistan adına ne varsa zaten ortadan kaldırmak için her şeyi yapıyorlar. Yakmadık, yıkılmadık yer bırakmadılar. Kürt diline, kültürüne, coğrafyasına tüm değerlerine karşı neler yaptıklarını Amed halkı başta olmak üzere herkes biliyor. İki defa seçilmiş belediye başkanını kayyum yolu ile gasp ettiler. Kürtçe isim konulmuş her yeri ya kapattılar ya da değiştirdiler. Tüm bunları yaptıktan sonra kimse Kürt dostu olduğunu söyleyemez. Kimsenin bu boş laflara ve söylemlere inanmaması gerekir.

Deniz Poyraz katliamında olduğu gibi, sonrasında Bahçeli ve Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar ile bu tür katliamların yapılacağını öngörmek mümkün oldu. Buna karşı İzmir’de demokrasi güçlerinin anlamlı bir karşı duruşu oldu. Bundan kısa bir süre önce de demokrasi güçlerinin İzmir’de bir mitingi oldu. Bu mitinge neredeyse AKP ve MHP dışında tüm siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları katıldı. Bu demokrasi güçlerinin birlikte ortak tepkisi önümüzdeki süreçler için nasıl bir etkisi ve faydası olabilir?

Bunlar Kürt halkının açık düşmanı olduğu için ve katliamı bir sonuca götürmek için Deniz Poyraz’ı hedef aldılar. Bunun için katlettiler. Bu katliam ile Kürtler içinde bir korku yaratmak istediler. Kürtler başta olmak üzere Türkiye’de demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren kesimleri korkutmak ve geri adım attırmak istediler. HDP ve Kürtleri yalnızlaştırmak ve kimsenin onlara sahip çıkmamasını sağlamaya çalıştılar. Kürtlere, HDP ve diğer güçlere karşı bir tasfiye siyaseti devreye soktular. Özellikle Kürtler ve HDP’nin yalnız kalarak kimseden destek alamamasını oluşturmak istediler. Fakat Deniz Poyraz katledildikten hemen sonra HDP hakkında kapatma davası açtırdılar. Bu durum niye Deniz Poyraz’ı katlettiklerini ortaya koyuyor. Bu katliam ile HDP için bir suç unsuru gibi algı yaratmaya çalıştılar. Nitekim Bahçeli ne dedi? Deniz Poyraz PKK için çalışma yapıyor, dağa gerilla gönderen biridir, ne yaptığını biliyoruz dedi. Bu sözler ile ‘o suçludur ve öldürülmesi gerekirdi’ demek istedi.

Bu konuşmalar ile HDP’yi sürekli suçlamalara maruz bırakmak istediler. Bu söylemler ile açtıkları kapatma davasının neticeye ulaşmasını istiyorlar. Yani bir kapatma davası için zemin yaratmak istiyorlar. Fakat ne oldu? Umutları boşa çıktı. Herkes Deniz Poyraz’ı sahiplendi. AKP ve MHP dışında tüm Türkiye halkı, tüm demokrasi güçleri hem HDP hem de Deniz Poyraz’a sahip çıktılar. Bu sahiplenmeden sonra Bahçeli epey bozuldu. Çünkü böyle olacağını beklemiyordu. Onlar, herkesin korkup geri çekileceğini ve kimsenin sahip çıkmayacağını hesap ediyordu. Böyle olunca da HDP’yi rahatça kapatabileceklerini düşündüler. Fakat herkesin HDP’ye sahip çıktığını gördükten sonra politikalarının boşa çıktığını gördüler. Öyle olunca da Bahçeli öfkeli sözlerle Deniz Poyraz ve ailesi hakkında konuşarak tehditler savurdu.

Deniz Poyraz şahsında HDP’yi, Türkiye’de bulunan demokrasi güçlerini, sosyalistleri ve diğer tüm özgürlükçü kesimleri tehdit etti. Bu açıdan gerçekleşen miting gerçekten önemliydi. Bu miting Türkiye’deki demokrasi güçlerinin gücünü ortaya koydu bunu ifade etti. AKP ve MHP iktidarına karşı olan tüm güçler o mitinge gelerek konuşmalar yaptılar. Orada Deniz Poyraz ve HDP’ye sahip çıkmak aynı zamanda kendine sahip çıkmak anlamını taşıyordu. O açıdan o mitingdeki duruşu çok değerli görüyoruz. Yeni bir Türkiye isteyen güçler bu ruhu esas almalıdır. Bu yüzden hiç kimse HDP ve Kürtlerden uzak kalmamalıdır. Eğer gerçekten AKP ve MHP iktidarının sona erip yeni demokratik özgür bir Türkiye istiyorlarsa bunu yolu gerçekleşen o mitingin ruhundadır. Bu açığa çıkan ruhun büyütülüp geliştirilmesi gerekir. Bu ruh demokrasiyi, özgürlüğü, birlikte yaşamayı getirebilir.

AKP ve MHP iktidarının Şengal’e saldırıları da sürüyor. En son saldırı yaptıkları bölge 73 Ferman’dan kendini kurtarabilmiş bir bölgeydi. Öte taraftan Irak hükümeti de fırsat buldukça saldırıyor. Bunlara karşı Şengal halkının güçlü bir direnişi var. Ayrıca dünyada iki devlet Êzidî soykırımını resmi olarak tanıdı. Ama buna rağmen Êzidîler üzerindeki saldırılara dünya sessiz kalıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

DAİŞ Şengal’e saldırdığı zaman amaçları bir Êzidî soykırımını gerçekleştirmekti. Tüm herkes bunu gördü. Bu saldırılar olurken Şengal’de var olan iktidar güçleri orayı terk edip gitti. Yani Êzidî halkını savunmayıp yalnız bıraktılar. Peki kim Êzidîlerin yardımına koştu? HPG gerillaları YPG ve YPJ güçleri onların yardımına koştu. Eğer bu güçler gitmeseydi Êzidî soykırımı gerçekleşmiş olacaktı. Eğer bu soykırım sonuca ulaşamadıysa gerillanın engellemesi sayesindedir. Bu bir gerçektir. Gerilla oradaki halkı kendini korumak ve savaşmak için örgütledi. Çünkü hiç kimse oradaki halka bu konuda yardım etmemiş sahip çıkmamıştı. Eğer oradaki halk kendini örgütleyen ve savunan bir konuma gelmezse başka bir katliam yaşamaları mümkündür. Êzidî halkı orada HPG, YPG ve YPJ güçlerinin yardımı ile kendini örgütledi. Kendi kendine yermek için yönetim kurumları, savunma kurumları konularında yeni oluşumlara gittiler. Bunları yaparak Êzidî halkı kendi kendini yönetmek ve savunmak istiyor. Çünkü 73 katliama maruz kalmış bir halktır.

Tüm yaşadıkları felaketlerden sonra kimsenin onlara sahip çıkmadığını gördüler ve şimdi kendilerini savunmak ve yönetmek konusunda ısrar ediyorlar. Bu talepler onların en temel hakkıdır. Êzidîler bunu isteyerek temel haklarını istiyorlar bundan fazla bir şey istemiyorlar. Bu istekler ile kimseye bir zararları dokunmuyor. Sadece kendi kurumları ile kendi kendilerini yönetmek istediklerini belirtiyorlar. Onlar saldırıya uğrarken bırakıp kaçanlar şimdi Êzidîlerin oluşturmuş olduğu kurumları ve örgütlüğü ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu Êzidîleri ortadan kaldırmak demektir. Êzidîler bu yüzden bunu kabul etmiyor. Kabul etmemek de en doğal haklarıdır. Nasıl olur da DAİŞ’in saldırıları olurken onları yalnız bırakanların istediklerini kabul edebilirler! DAİŞ Êzidîlere saldırı yaparken herkes ses yükseltiyordu. Şimdi Êzidî halkı bu sefer Türk devletinin saldırılarına maruz kalıyor ancak kimse ses çıkarmıyor. Bu iki yüzlülük ve ahlaksızlıktır.

Madem DAİŞ’in saldırıları olurken Êzidîleri düşünüp ses çıkartıldı, şimdi de Türk devleti saldırıp aynı biçimde Êzidîleri katletmek istiyor buna da karşı çıkmaları gerekir. Türk devleti saldırınca sessiz kalıyorlar. Êzidî halkı bu durumu görüyor ve büyük bir öfkenin oluşmasına vesile oluyor. İki Avrupa devleti Hollanda ve Belçika Êzidî halkının soykırımdan geçtiğini kabul etti. Bu alınmış önemli bir karardır. Bu konudaki kararları için teşekkür ediyoruz. Bu kararla eğer Êzidîlerin maruz kaldığı katliamı soykırım olarak kabul ettilerse, günümüzde Türk devletinin yaptığı saldırılara karşı da durmaları gerekir. Eğer bunu yapabilirlerse ancak o zaman aldıkları karar anlamlı bir hale gelir. Yani bir yandan karar alıp soykırım olarak tanımak öte yandan Türk devletinin yaptığı saldırılara sessiz kalmak doğru bir duruş olmaz. Bizim beklentimiz alınmış olan kararların gereğini yaparak Türk devletinin saldırılarına karşı durmalarıdır. Bu konuda en başta sorumlu davranması gereken Irak hükümetidir.

En fazla Êzidîlerin kıymetini bilmesi gereken Irak hükümetidir. Irak hükümeti Êzidîlerin meşru haklarını tanıdığı müddetçe Irak açısında bu önemli bir gelişme olur. Dünyada önemli itibarlı bir imajları olur. Bu aynı zamanda Kürt hakkıyla Irak hükümeti arasındaki ilişkileri de önemli ölçüde etkiler. Bizim beklenti ve talebimiz bu yöndedir. Tabi bu durumda başka önemli bir şey ortaya çıkıyor. Demek ki Êzidî halkı böyle güçlü bir çalışma ve emek içinde olursa dünyada başka ülkelerde de yaşadıkları soykırımlar resmi düzeyde tanınabilir. Eğer daha güçlü çalışma yürütürlerse hem meşru savunma hakları konusunda hem de yaşadıkları katliamların resmi olarak tanınması konusunda önemli sonuçlar alabilirler.

Rojava devriminin 10. yıldönümüne giriyoruz. Sömürgeci ve işgalci saldırılar hiç durmadı. Türk devletinin vekaletini yapan DAİŞ orada yenildikten sonra bu sefer Türk devleti kendisi saldırıya geçti. Son süreçte yine sivil halkın malları ve canları hedef alınıyor. Yine Rojava halkı son süreçte başlattığınız ‘vakit özgürlük vaktidir’ hamlesini güçlü şekilde sahiplendi. Yapılan saldırılara karşı Rojava halkı ne yapmalıdır?

Yaklaşan Rojava devriminin yıldönümü vesilesiyle ilk günden beri o mücadelede yer alan herkesi kutluyor, selamlıyorum. Devrim süresince çok şehadet yaşandı. Onları minnet ve saygıyla bir kez daha anıyorum. Yine devrim sürecinde birçok gazimiz oldu onlara şifa diliyorum. Gerçekten Rojava devrimi büyük ve önemli bir devrimdir. Bu devrim Önder Apo’nun oluşturduğu ideoloji ve felsefe üzerinden gelişti. Rojava halkı bu devrimi bu esaslar üzerinden geliştirdi. Eğer bu devrim ayakta kalmayı başardıysa bu nedenle ayakta kaldı. Çünkü bu devrim sürecinde içte ve dışta birçok saldırı gerçekleşti.

Amaç devrimi bitirmekti. Fakat yapamadılar. Eğer devrim başarıya ulaştıysa sebebi Önder Apo’nun ortaya koyduğu çizgiden çıkmamasından kaynaklıdır. Önder Apo’nun çizgisinde orada bulunan tüm halk kendi değerleri ve kimlikleri üzerinden kendilerini örgütlediler. Herkes kendi kimliği ve dili ile kendi renkleri ile bu devrimde yer aldı. Bu yüzden bir dayanışma, kardeşlik ve beraberlik gelişti. Bu durum hem Suriye hem Ortadoğu hem de dünya halkları için bir model oldu. Herkes için bir umut oldu. Bunun için birçok kesim bu devrime sahip çıktı. İktidar karşıtları, demokrasi isteyenler, sosyalistler, kadınlar, gençler herkes bu devrimi kendisi için örnek gördü.

Kuzey Suriye’de bulunan tüm kesimler Araplar Asuriler, Kürtler, Ermeniler, Türkmenler hep birlikte bir yönetim sistemi yarattılar. Bu yaratılan sistem her gün daha geliştirilip büyütülüyor. Bu güçler DAİŞ’e karşı büyük bir başarı sağladılar, büyük darbe vurdular. Yani İnsanlık için büyük bir bela olan DAİŞ’e büyük darbe vurarak insanlığı bu beladan kurtardılar. Bu durum da dünya üzerinde önemli bir etki yarattı. Sadece mücadele veren demokrasi ve özgürlük güçleri üzerinde değil, aynı zamanda bazı devletlerin üzerinde de önemli etki bıraktı. Bu yüzden de devrime karşı bir saygı ve hürmet ile yaklaştılar. Fakat Türk devleti Efrin, Serêkaniyê, Girê Spî ve diğer bazı yerlerde saldırı düzenlediği zaman zamanında Rojava’ya sahip çıkan devletler şimdi sessiz kalıyor. Türk devletinin saldırılarına karşı sessiz kalmak aynı zamanda bu saldırıları kabul etmek onaylamak anlamını taşıyor. Halkımız da bunu bilmelidir.

Halkımız, YPG ve YPJ var bizi onlar korur yaklaşımı içinde olmamalıdır. Efrin, Serêkaniyê ve diğer yerlerde kendi öz güçleri ile sonuçlar almalıdır. Tamam askeri kuvvetler rolünü yerine getiriyor ancak bu yeterli değildir. Halkın da kendini örgütlemesi gerekir. Çok rahat hareket etmemelidirler. Tehlike yoktur diye bir durum içine girmemeleri gerekir. Tehlike vardır. Bu tehlikenin var olduğunu bilmeli ve hiçbir şekilde rehavet ve rahatlık içine düşmemeliler. Kendilerini örgütlemesi ve askeri güçler işe ilişkilerini güçlendirmeleri gerekir. Eğer kendilerini bu konuda güçlü bir şekilde örgütlerse tehlike ne olursa olsun hem kendilerini koruyabilir hem de insanlığın umutlarını daha büyütebilirler. Onlardan beklenen ve istenen budur. Bu münasebetle devrimi bir kez daha selamlıyorum ve Rojava halkımızı kutluyorum.

Şehit Rüstem Cudi Kampı (Maxmur) 3 yıldır KDP ve Türk devletinin ambargosu altında. Esasen KDP’nin yaklaşımını en çok buradan tanımak ve görmek mümkün, son durum nedir? Aynı zamanda son günlerde dikkat çekici bir durum yaşandı Irak hükümeti Amerika’nın yaptığı hava saldırılarına ses çıkarırken, Türk devletinin Maxmur’da yaptığı saldırıya sessiz kaldı. Bunun sebebi nedir?

Maxmur’da başlatılan ambargo halen devam ediyor. Gerçekten bu büyük bir ayıptır. Bu ambargoyu yürütenler bir an önce buna son vermelidir. Çünkü bu durum onlara da bir şey kazandırmaz. Bu durum aynı zamanda Maxmur’da yaşayan halk için büyük bir zülümdür. Maxmur halkı işgal ve sömürüye karşı durmuş mücadele etmiş bir halktır. Yurtsever ve onurlu bir halktır. Yaşadıkları zulme boyun etmedikleri için oralara kadar gelip yerleşmiştir. Bu halka karşı ambargo uygulamak büyük bir ayıptan başka bir şey değildir. Bir an önce son bulmalıdır. Tabii Maxmur’da sadece ambargo değil, aynı zamanda Türk devletinin devam eden tehdit ve saldırıları vardır.

Türk devleti neden saldırıyor. Çünkü zamanında onlara çete olmayı dayattılar ve onlar kabul etmediler. Yurtsever bir halk olarak sömürgeci devletin hizmetine gitmediler. Kendilerine, halkına ve onuruna sahip çıktılar. Artık orada yaşama şansı bırakılmadığını görünce Güney Kürdistan bölgesine yöneldiler. Türk devleti zamanında nasıl onları Botan’da rahat bırakmadıysa şimdi de Maxmur’da aynısını yapmaya çalışıyor. Çünkü Türk devleti Kürt düşmanı bir devlettir. Özellikle özgürlük isteyen Kürtlerin düşmanıdır. Tabi Maxmur’daki halk da özgürlük için çabalayan ısrar eden bir halktır. Bu uğurda emekleri, bedelleri ve birçok şehidi vardır. Bu özgür ve onurlu duruşlarında ısrar ettikleri için Türk devleti onları hedef haline getiriyor. Türk devleti nerde bir özgür Kürt varsa onu hedef alıyor.

Maxmur halkını da bu yüzden hedef haline getirmiş durumda. Nasıl ki Önder Apo hedef haline getiriyorsa, kuzey Kürdistan, Rojava, Rojhilat hedef haline getiriliyorsa aynı şekilde Maxmur da hedef haline getiriliyor. Çünkü bu durum bir konsepttir. Bu konsept gereği saldırıyorlar. Kimsenin ses çıkarmamasının sebebi budur. Maxmur’da yaşayan halkımız bu konsepte karşı duruyor. Bu saldırının ne amaçla yapıldığını biliyor. Onların iradesini kırıp teslim almak amacıyla yapıldığını biliyorlar. Bu yüzden iradelerini, örgütlemesini ve direnişini daha güçlü hale getiriyorlar. İnancım odur ki bu direnişi sonuna kadar vermeye devam edecekler.

KCDK-E, 11 Temmuz’da kongresini gerçekleştirecekti fakat Almanya devleti son anda neredeyse resmi olmayan bir şekilde yasakladı. Alman devleti neden Türk devletinin yaptığı gibi Kürt halkının meşru sivil çalışmalarına engel oluyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya’nın yaptığı şey Türk devletinin isteği doğrultusunda gerçekleşen bir durumdur. Daha önce de Almanya Türk devletinin isteklerini yerine getiriyordu. Çünkü Almanya devletinin Türkiye ile çıkarsal ilişkileri güçlüdür. Bu çıkarlar gereği Türkiye’nin arkasında durmakta ve onların belli taleplerini yerine getirmektedir. Türkiye’nin hiç kimse ile olmadığı kadar Almanya ile güçlü bir ticari ilişkisi var. Almanya ciddi oranda Türkiye’ye silah satışı yapıyor. Bunu herkes biliyor. Yine Avrupa Birliği adı ile Türkiye’yi savunuyor. NATO adı altında Türkiye savunuluyor. Öte yandan ideolojik hususlarda da birbirine yakın iki ülkedir. Zamanında bu hususu Hitler dile getirmiş. Kitabını okuyan herkes bunu bilir. Tarihte de Almanya ve Türkiye’nin birlikte hareket ettiği çok husus vardır.

Bedirxan Paşa Botan’da Osmanlı’ya karşı başkaldırdığı zaman, Bedirxan Paşa’nın üstüne gelenlerin başında Osmanlı ordusunu komuta eden Alman olan general Moltke vardır. Yani Kürtlere karşı öyle bir düşmanlıkları vardır. Yine aynı zamanda sosyalistlere karşı da bir düşmanlıkları vardır. Yani Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinin böyle ortak noktaları vardır. Öte yandan Almanya Ortadoğu’da etkili olmanın, Türkiye üzerinden olabileceğini düşündüğü için onlarla ilişkilerini güçlü tuttu. Halen de bu siyaseti devam ettiriyor. Bunun için Kürtlere ve PKK’ye karşı düşmanca tutumu devam ettiriyor ve Türk devletinin isteklerini yerine getiriyor. Tarihte bilinir ki Almanya Ermeni soykırımında rol oynamış, Yahudi soykırımında bizzat rol almış. Şimdi ise Kürt katliamı yapmak isteyen güçlerin ortaklığını yapmaktadırlar. Almanya Kürt katliamı yapmak isteyen gücün yanında durmaktan vazgeçmelidir.

Bu siyaseti bir an önce bırakmalıdır. Tamam Türkiye ile ticari çıkarsal ilişkileriniz olabilir. Fakat Kürtleri hedefe koyarak bu çıkarları sürdürmeyin. Kürt katliamı üzerinden bir ilişki kurmayın. Şimdi Almanya bu yürüttüğü bu siyaseti Almanya halkı adına yapıyor. Peki Almanya halkı, sosyalist güçleri ve demokrasi güçleri bunu kabul edecek mi? Bunu ret etmelidirler. Çünkü onların adına bu siyaset yapılıyor. O halde bu siyasetin karşısında durmalıdırlar. Kürt katliamına ortak olmanızı kabul etmiyoruz buna karşıyız demelidirler. Bu anlamda onlardan beklenen ve istenen şey, Kürt halkı ve PKK’ye sahip çıkmalarıdır. Bunu tekrar ediyorum, Almanya tarihlerinde yer alan Ermeni ve Yahudi katliamından sonra şimdi de Kürt katliamına ortak olmayı bırakmalıdır.

Şimdi Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi bazı eylemler ortaya koydu. Gidip bu eylemcileri göz altına aldılar, engellediler. Yani bu açıkça Türkiye’nin işgalci politikasına onay vermek demekti. Çünkü o eylemciler Türk devletinin işgal saldırılarına karşı bu eylemleri geliştirdiler. Yine Kürtler arası birlik için bu girişimlerde bulundular. Almanya ise onlara engel olarak, Türk devletinin işgaline onay verdi ve Kürt birliğinin sağlanmasına karşı olduğunu göstermiş oldu. Yani yaptıkları şeye başka bir anlam yüklemek mümkün değil. Yani Kürdistan’ı Savun İnisiyatifinin yaptığı o eylemler veya girişimlerin Almanya için ne gibi bir zararı olabilir. Ondan sonra kalkıp kanunsuz bir şekilde karar alıp kongreyi iptal ettiler. Yani bununla neyi amaçlıyor nereye ulaşmak istiyorlar.

Bu durumu tüm halkımız, dostlarımız görmeli ve bu siyasete karşı durmalıdır. Şimdi her gittikçe dünyada birçok kurum kuruluş, yazar, akademisyen, sendika, belediye Önder Apo’ya sahip çıkmaktadır. Peki Almanya bunları da kapatıp, yasaklayıp veya yakalamak mı isteyecek. Çünkü diyorlar ki PKK’nin burada yasağı var. Madem böyle bir yasak var acaba o sendikalar, belediyeler, kişileri de mi yasaklayacaksınız. Öyle bir siyaset mi izleyeceksiniz. Bunu sormak gerekir.

ANF

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

„Alevilikte ‘kurban’ lokmadır, sevgidir“

Internationales Berlin Forum zu Chemikalien und Nachhaltigkeit