Ulusal mücadele Karayılan, Şahin Bey, Kara Fatma, Sütçü İmam, Satı Çırpan gibi kahramanlar çıkardı. Kahramanlıkları yabancı işgale karşı mücadelede gösterdikleri özveri, yiğitlik ve cesaretten geliyordu. Kirli işlere karışmış Topal Osman veya sosyal haydut denebilecek Yörük Ali, Demirci Mehmet Efe gibi çeteler de vardı.
Toplum gelişip koşullar değiştikçe, devlet yapısıyla birlikte çeteleşme, kahramanlık, yurtseverlik de anlam değiştirdi. Çeteciliğin ve geleneksel kabadayılığın modern mafyaya dönüşmesi, esas olarak kapitalizmin ve kent yaşamının ağır bastığı 1970’li yıllarda oldu. Toplumsal kutuplaşma ve sınıf mücadelesinin sertleşmesiyle birlikte mafya, siyasallaştırıldı ve devletleştirildi. Asıl köklü değişiklik faşistlere karşı solun mücadelesinin bastırılmasını takip eden Kürt ulusal hareketi ile devlet arasındaki uzun savaş sürecinde oldu. Resmi üniformalılar ile devletin gayrimeşru işlerinde kullandığı mafyatik tipler arasındaki kaynaşma, kirli savaşın ürünü olarak ortaya çıktı. Mafya devletinin veya devlet mafyasının öne çıkan Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Nurullah Tevfik Ağansoy, Alaattin Çakıcı, Sedat Peker gibi figürlerinin ülkücü ideolojide birleşmeleri sosyal ve ulusal yarılmadan ayrı düşünülemez.
Sedat Peker’in videolarında adını andığı veya anmadığı figürlerin meşrulaştırıcı ideolojilerinin milliyetçilik, devlet tapıncı, din, vatan kavramları olmasının kökeninde bu vardır. Hangisine sorsanız size namuslu, dürüst, yoksuldan yana, vatan ve millet uğruna ölmeye hazır insanlar olduklarını söyleyeceklerdir.
***
Polislikten bakanlığa kadar yükselmiş Mehmet Ağar’ın son durağı mafyacılıktır. Sedat Peker’in söylediklerinden sonra Kıptî mertliğini anlatırken hırsızlığını söylermiş misali suçunu itiraf etmiştir: “Benden, ehli namus olan, ehli vatan olan kimse şikayetçi olmaz… Beni gündeme getirmelerinin asıl nedeni de bizi buradan uzaklaştırmak. Bizi buradan uzaklaştırınca yapılacak olan da belli: Buraya mafya çökecek. Bugün eğer mafya buraya giremiyorsa bizim burada olmamızdandır.” Mafyaya karşı el değiştirmiş devlet mülkünü koruyan vatansever rolünü oynaması, Bodrum Yalıkavak Marina üzerine çöktüğünün açık itirafıdır. Adı işkenceciliği ve Susurluk suçlarıyla anılan Ağar’ın, “ehli namus” “ehli vatan” kavramlarına en uzak insan olduğunu herkes bilir.
Binali Yıldırım ise, Peker’in, oğlu Erkam Yıldırım’ın gemileriyle Venezüella’dan uyuşturucu taşıdığı iddialarını cevaplandırırken kendini ele vermiştir: “Oğlum Venezüella’ya gitmiştir. Orada bahsedildiği gibi ocakta, şubatta değil geçen sene aralık ayında gitmiştir. Beraberinde de COVID ile mücadele amacıyla orada ihtiyaç sahiplerinin tespiti, maske gibi birtakım malzemeler götürüp dağıtmıştır.” Covid-19 yeni yayılmaya başlamışken, insanların yoksulluktan intihar ettikleri Türkiye gibi bir ülkeyi bir yana bırakan Erkam Yıldırım’ın kıtalar ve okyanuslar aşarak Venezüella’ya yardımseverlik için gittiği iddiasına kargalar bile güler. Seçim konuşmalarında “Topal Dursun”un oğlu olmakla övünen, dinine, milletine, vatanına bağlılığını ağzından düşürmeyen Binali Yıldırım’ın oğlunun gemi filolarını ve milyarlarca dolar servetini nasıl kazanabildiği sebebi bilinen bir “sır” olarak ortada durmaktır.
Yine, özel bir afla çıkarılan ve diyetini Cumhur İttifakı’na tam destek vermek ve onun adına tehditler yapmasıyla bilinen Alaattin Çakıcı bir konuşmasında “ehli namus”u oynadı: “Ömrümde kaçakçılığın hiçbir türüne elimi sürmedim. Devlete ait herhangi bir hazine arazisinin çöpünü almadım. Bir garibe yaşadığım sürece hiçbir zararım dokunmadı. Daha evvel de beyan ettiğim gibi bir müddet demir ticareti yaptım. Otel kumarhanesi işlettim. Geçmişte devleti soyan hırsızları soyup onu da herkesle paylaştım.” Ömrünü gariplere adamış bir Türk Robin Hood’u gibi konuşuyor. Tıpkı Abdullah Çatlı gibi “hayırsever” ve “vatansever” rolünde.
Sedat Peker’e gelince her videosunu şu sözlerle bitiriyor: “Biz bu vatanın fedaileriyiz, biz bu vatanın serdengeçtileriyiz, biz bu vatanın delileriyiz.”
AKP devrinin suça bulaşmış Süleyman Soylu gibi bakanları, Metin Külünk gibi milletvekilleri, mülksüzleştirilmiş iş insanları, bürokratları, yandaş gazeteciler, televizyoncular (vb.) ile yan yana, iç içe hoş bir “vatanseverler topluluğu!” Daha kısa süre öncesine kadar iktidarın bir numaralı resmi mafyası olduğunu unutmuş görünüyor. Videolarında herkese deste deste dolar dağıtıp, Suriye’ye silah ve ekipman yollayan, yüzlerce elemanını donatıp besleyen Peker, bu paraların nereden geldiği hakkında tek söz etmiyor.
Hangisine sorsanız bu “vatanın delisi”, “fedaisi.” Hepsi namuslu, hepsi namazında niyazında vatansever…
***
Şimdi ikinci bölümünü izlediğimiz mafya filminin ilkini Susurluk kazasından sonra izlemiştik. 1996’da resmi ve sivil kontrgerillacıların suçları zifiri karanlıkta şimşek çakmışçasına kısa süreliğine de olsa gözler önüne serilmişti. Toplumdaki duyarlılığa karşın göstermelik yargılamalarla geçiştirildi; yargısız infazların, gayrimeşru işlerin hesabı doğru dürüst sorulmadı. Suçlular geri çekilir gibi yapıp cinayetlerini ve hırsızlıklarını sakladılar. Cezai olarak ve toplum gözünde yeterince mahkûm edilmediler. Özel Harp Dairesi mahreçli mafyatik tiplerin devletin sağladığı sahte kimlikler ve pasaportlarla iş gördükleri, suikast, uyuşturucu, fidye, haraç, kara para aklama transferleri gibi kirli işler yaptıkları gözlerden saklandı.
Kirli savaşta ve bu savaşın finansmanında “derin devlet”in bunlara ihtiyacı vardı. Bu yüzden Deli Yürek, Kurtlar Vadisi ve diğer mafya dizileriyle “organize suç” toplum nezdinde meşrulaştırıldı. Susurluk dosyasında adı geçen Çatlı, Ağansoy, Çakıcı, Ağar, Eken, Şahin gibiler dizi karakterlerine çevrilerek estetize edildiler. Solun Che Guevara’sına, Deniz Gezmiş’ine karşı, Yusuf Miroğlu ve Polat Alemdar karakterleri geliştirildi. Her biri vatanı için canını feda etmeye hazır milliyetçilerdi, kahramanlardı. Suç yüceltilerek halkın refleksleri ve suç ölçüleri köreltildi. Yargısız-hukuksuz öldürme, işkence yapma, adam kaçırma kanıksandı.
Son otuz yılda hiçbir şey öğrenmediysek, Susurluk faillerinin vatan sevgilerinin ne anlama geldiğini öğrenmiş olduk. Vatan, millet, bayrak dedikleri, haraç, rüşvet, el konmuş şirket, kapatılmış arazi, milyarlarca dolar, kara para ve lüks hayattı. Bir yandan devrimcileri, aydınları, ilericileri katletmişler, bir yandan da devlet adına yaptıkları karanlık işler karşılığında dünyalıklarını yapmışlardı. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, iş insanlarını ve mafya elebaşlarını kaçırıp öldürmek dahil yapmadıkları kirli iş kalmamıştı. Maaşlarıyla veya çalışmayla elde edemeyecekleri servetlerin sahipleri oldular. Suçları açığa çıkınca da “ehli namus, ehli vatan” gibi kutsal laflarla üzerini örtmeye çalıştılar.
Namuslu insan diye iyi ahlaklı, başkalarını sömürmeyen, emeğiyle geçinen, zalimlere karşı mazlumların yanında olan kimselere denir. Ellerinden gelse ülke topraklarını kendi mülkiyetlerine geçirecek tıynette, milyonlarca gencin uyuşturucu kullanmalarına ve bu yüzden ölmelerine sebep olan, emperyalizme ve başka ülkelerin topraklarının işgaline itirazı olmayan, gözünü kırpmadan masum insanları öldürebilen kişiler namuslu olamazlar. Devletin bekası kılıfı altında Suriye’de milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesine alet olanlar, eli kalem tutmaktan ve halkların iyiliğini istemekten başka bir suçu olmayan akademisyenlere “oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” diyenler, muhalif siyasetçileri ve gazetecileri ölümle tehdit edenler şerefli ve namuslu olamazlar. Halk kahramanı hiç olamazlar.
***
Hep beraber güle oynaya çalıp çırparlarken sesini çıkarmayan Peker, oyundan atılınca birden muhalif pozlarına yatmıştır. Cumhur İttifakı kullanma tarihini sona erdirmeseydi, kendisini hala Saray düğünlerinde hayırsever iş insanı olarak görmeye, ödül törenlerini ve meydanlarda Erdoğan lehine oy verme çağrılarını izlemeye devam ediyor olacaktık.
Demek ki, hırsızlar çalarken değil paylaşamadıklarında kavga ederler dedikleri doğruymuş. Gerçi Sedat Peker hayatında ilk defa vatana millete hayırlı bir iş yapıyor. Anlattıkları bildiklerinin yüzde biri olmasa bile, içlerinden biri olarak muhalif gazetecilerin yazdıklarına inanmayanların inanmasını sağlıyor.
Şimdi, kendisinin kontrgerilla devletinin suçlarını açıklamasından son derece memnun sol kesimlere sempatik görünmeye, sanıldığı gibi kaba bir faşist olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Haftalarca gündemi belirlemesinden ve kendisini en çok solun izlemesinden yararlanarak, 40 yaş altı insanlardan, sağdan, soldan, Alevilerden, Kürtlerden oluşan bir sosyal taban, karışık bir sempatizan ağı yaratmak istiyor. Geçmişte sosyal haydut Atçalı Kel Mahmut veya gangster John Dillinger, zamanımızda Pablo Escobar gibi kendisini kahramanlaştırıyor.
Peker bazı suçlar işlediğini kabul ediyor, ama kendisini adil, haksızlıklara tahammül edemeyen, içi insan sevgisiyle dolu, çok okuyan, derin düşünceli bir entelektüel, toplumun haksızlığa uğramış bütün kesimleriyle empati yapabilen, çocukları, kadınları, çaresizleri koruyan, vatanın geleceğini düşünen biriymiş gibi resmederek kendini devlet mafyasından ve devletleşen mafyadan farklı göstermeye çalışıyor.
“Savaşçılar (Che Guevara için) namuslu adam olurlar” gibi bir noktadan giriş yapıp, taban tabana zıt bir dünya görüşüne sahip olduğu Nazım Hikmet’ten, Seyit Rıza’dan, Deniz Gezmiş’ten, Mahsuni Şerif’ten, Fidel Castro’dan söz ederek imaj tazelemeye çalışıyor. Geçmişte bir eliyle kurt diğer eliyle Rabia işareti yapmasıyla bilinen Sedat Peker, videolarında sol yumruğunu havaya kaldırmak istermiş izlenimi veriyor.
Sedat Peker, Kürtlerle ve solla empati kurduğu izlenimi yaratmak için, konuşmalarında Diyarbakır zindanlarında yapılan ağır işkencelerden söz ediyor. 15 Ocak 2016’da Facebook sayfasına şöyle yazmış: “Geçmişte Vietnamlı bir devrimcinin işkencelere çok uzun süreler dayanmış olduğunu öğrenince onun hatıralarını yazan kitabı getirterek dikkatlice okumuştum. Ayrıca da Che Guevara’nın, Fidel Castro’nun, Frank Pais ve kardeşi Josue Pais’in de içinde yer aldığı dünyadaki epeyce devrimcinin hayatını da okudum. Afrika’da ki sol hareketlerle ilgili çok fazla olmasa da birkaç kitap karıştırabilme imkânım oldu. Türkiye’deki devrimcilerin de (Deniz Gezmiş) başta olmak üzere birçoğunun hayatını okudum.”
İşkencede direnmenin kitap okumayla, lümpen cesaretiyle olabileceğini sanıyor belli ki. Çünkü sığ kahramanlık anlayışı nedeniyle, işkencede direnmenin kuru cesaretle olmayacağını, mafyacılarda zerresi olmayan yüce idealler, irade gücü, yoldaşlık duygusu, davaya bağlılık, düşmanla uzlaşmazlık, siyasi bilinç gibi özellikler istediğini bilmiyor. Che, Fidel, Deniz gibi devrimciler ile “ülkücü mafya”yı kahramanlık bakımından karşılaştırılabilir, aynı payda altında bir araya getirilebilir sanıyor.
***
Bugüne kadar “PKK’ye ve teröristlere karşı” vatanı savundukları gerekçesiyle kontrgerilla ve ülkücü mafya elemanları topluma kahraman olarak lanse edilegeldiler. Milliyetçi/İslamcı, aşırı sağ, lümpen çevrelerde karşılık da buldular. Kahramanlık, içeriğini oluşturan kirli işlerden soyutlanarak cesaret, gözü karalık, savaşçılık gibi özelliklere indirgenerek bağlamından kopartıldı. “Sonunu düşünen kahraman olamaz”, “Senden yana olanlara bir şey vermezsen senden yana niye olsunlar”, “Fırtınalarla büyüyen fidanlar rüzgarlarla yıkılmazlar” gibi deyişler üzerinden haydutlara, çetelere, mafyaya uygun düşen sahte bir kahramanlık tipolojisi geliştirdiler.
Bahçelievler’de gencecik 7 TİP’li öğrenciyi katledenlerden Abdullah Çatlı’nın neresi kahraman denmedi. “Güvercin tedirginliğinde”ki Hrant Dink’i kalleşçe öldüren Erhan Tuncel’e, Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’yı katleden Korkut Eken’e kahraman gözüyle bakıldı. Oysa, sırtını devlete dayayarak şahsi menfaat karşılığında iş kotaranların, suçlarının üstü örtülüp hesabı sorulmayacak uyuşturucu kaçakçılarının, yargılansalar bile basit hırsızlardan fazla ceza almayacak olanların yaptıkları kahramanlık değil, en hafifinden hırsızlık, cinayet ve soygunculuktur.
Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı gibi kiralık elemanların, Mehmet Ağar, Korkut Eken ve İbrahim Şahin gibi güvenlik bürokratlarının cesur, gözü kara oldukları tartışılır. Yasadışı işleri görmezden gelinenlerin, vatan-millet teraneleriyle gazetecileri, aydınları, yurtseverleri öldürenlerin yaptıkları kahramanlık değildir. Milyonlarca, milyarca dolar karşılığında devletin üniformasına dayanarak, kolluk güçleri bağlantısını kullanarak cinayet işlemek hiç değildir.
Kahramanlık, kahramanca davranış, olağanüstü cesaret, fedakârlık, cüret ve gözüpeklik olarak tanımlanır. Fakat yalnız bunlardan ibaret değildir. Kahramanlık çağa, toplumların gelişme aşamalarına ve önlerine çıkan tarihsel görevlere göre değişir. Hegel, bireyin eylemlerinin kahramanca nitelenebilmesini, toplumla birlikte ve onun yararına bir fayda sağlamasıyla açıklamıştı. Ağır işkencelere direnen Julius Fuçik, “Kahraman, belirleyici bir anda insan toplumunun çıkarları için yapılması gerekeni yapan kişidir,” demişti. Toplum ve halk düşmanları kahraman olamazlar.
Kahraman olmak için ya insanlık yararına büyük işler yapmak ya da dış ve iç sömürücülere karşı mücadelede olağanüstü bir cesaretle savaşmak, halka öncülük yaparak gönlünü fethetmek, yüksek manevi özelliklere sahip olmak gerekir. Olağanüstü kahramanlar iç savaşlar, devrimler, ulusal kurtuluş mücadeleleri, büyük felaketler gibi zamanlarda ortaya çıkarlar.
Tarih zalimlere, köle sahiplerine, toprak beylerine, emperyalistlere, kapitalistlere, faşistlere karşı mücadelede sayısız kahraman tanımıştır. Spartaküs, G. Bruno Çapayev, Kamo, Zapata, C. Markievicz, Giap, Che Guevara gerçek kahramanlardır. Hepsi yalnız savaşçı ve yiğit değil, korkusuzluklarını ve fedakarlıklarını yüksek sosyal ve ahlaki hedeflere ulaşmak için kullanmış kimselerdir. Cesaret, özgürlük tutkusu, azim, özveri, üstün irade gücü, gelişkin bir vicdan, uzlaşmazlık, çalışkanlık ve halka karşı sorumluluk duygusu gibi niteliklerle donanmışlardır.
Kişiler cesaretli ve savaşçı olabilirler ama bunu hangi amaçlar için, kimin yararına kullandıklarına bakmak gerekir. Kiralık katillerden, katliamcılardan, gangsterlerden, seri katillerden, faşistlerden, işbirlikçilerden kahraman olmaz. İşkencecilerden, uyuşturucu kaçakçılarından, lümpenlerden de olmaz. İşçi düşmanı Al Capone, Luciano Leggio ve Settimo Mineo gibi dünyaca ünlü mafya liderleri kendi ölçülerince cesur ve atak kişiler olabilirler. Ancak hem cesaretlerini halkın zararına ve kötülüğüne kullanırlar hem de kahramanların özelliklerine sahip değildirler. Kaldı ki halk düşmanı, kötü ve zalim kişilerin cesaretleri bile tartışmalıdır. Zor işleri kendileri yapmayıp, etraflarındaki tetikçilere yaptırdıkları biliniyor.
Sedat Peker, kendi cenahından gözünü kırpmadan kahraman diyebileceği birini gösteremeyince soldan örnek vermek zorunda kalıyor. Çünkü içinde olduğu ortamın kurtlar sofrası olduğunu, herkesin birbirinin ayağını kaydırmaya çalıştığını biliyor.
***
Kahramanlardan söz edince aklıma ilk gelenler Şeyh Bedreddin, Mustafa Börklüce, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Osman Yaşar Yoldaşcan’dır.
Her biri isteseler vezir de olurlardı, bakan ve milletvekili de olurlardı. Bir an bile kendilerinin ve etraflarının çıkarlarını düşünmediler. Hiçbiri lüks bir hayat yaşamadı, halkın malına mülküne elini sürmedi. Tek istedikleri ezilenlere ve sömürülenlere duydukları sevgi, bu mafya düzeninden kurtuluşları idi. Bu uğurda da hayatlarını feda ettiler.
Sendika.Org