“Elimde ne bir madalya ne de bir yüzünde resim, öbür yüzünde ise değerini gösteren rakamlar var. Sadece, yazdıklarımın gelecek kuşaklara keyif vereceğini hayal edebilirim. Çünkü günün birinde bana değer verecek başka bir şey var elimde… “
İnsan ne kadar çok yükseğe yani zirveye tırmanırsa tırmansın, kendinden başka biri olmak anlamına gelir. Ve geriye, elimizde imkânsızı düşleyecek hiçbir şey kalmazdı. Bize olanaksızı olanak kılan, hayatın kendisi ve düşten de kendimizi mahrum etmiş olurduk. Var ama görmediğim… “ Aslında önünden geçerken göremediğim, Bir çocuğun elinde tuttuğu bir dilim ekmek gerçeklikti. “ Yedi adet bloğun aynı istikamette aynı çizgi üzerinde bir solukluk nefes alma mesafesinde yan yana dikilmiş, hiçbir mevsimde meyvesi olmayan betona çalınmış koskocaman bir ağacı andırıyor. Evrenin acısını daha da karmaşık bir hale getiren, ona kendi dışında bir kazandırmayı da ne kadar çok severiz. İnsanın düşlerine inanabilmesi için ilk önce çocuk olması gerektiğine inanıyorum. Sanat: Günlük hayatta şiir dizeleriyle konuşamadığımıza göre, aslında kimsenin kullanmadığı bir dile dökülmüş, düşünce ya da duygu yoluyla hayatı yeniden örmeyi taslar. Ve bir anlamıyla da edebiyat hayatı görmezden gelmenin en hoş yoludur. Hep anlatılanla hiç alakası olmayan, bir şehir efsanesi olarak değil de, kulaktan kulağa bir ürkek fısıltı şeklinde Gül Apartmanında ki çocukların kulaklarına benim şairliğim çalınmış. Apartman ve istinat duvarı arasındaki boşluk ve beton zemin üzerinde en az bir aracın geçebileceği bir alan ana caddeye açılan bir soluk borusu. Ve benimde apartman önü ve arka boşluktaki yürüyüşlerim esnasında kızlı erkekli altı çocuğun, amca siz yazar mısınız? Sorusuyla yolum hemen her gün, günün belli saatlerinde bir araya gelen bu sevimli çocuklarla çakışıyor. İçlerinden birinin, adını daha sonra öğrendiğim “ Çınar “ gayet doğal olarak ne tür yazılar yazdığıma dair bana sorular soruyor. Bende ona doğa ve insan çelişkileri üzerine yazılar yazıyorum. Uzun zamandır konu başlıklı deneme yazıları ve ara sırada olsa şiir yazdığımı söylüyorum. Çok kısa bu sıcak diyalogdan sonra birbirimize ısınıyoruz. Bu mütevazi söyleşiden sonra, ben çocuklara dönüp sizlere bir soru sorabilir miyim diye cevap veriyorum? – Çocukların kendi aralarında konuşmaları devam ediyor. – Ve ben araya giriyorum. – Çocuklar hepiniz beni dinler misiniz? Sıcak havayla dolan düşüncelerim, kuruyan derelerle nasıl iç içe geçmiş, çocuklara karşı kendine yetebilmek ne büyük bir tutarsızlık. Hâlbuki yarını ve geleceği örenlerin, onların olma düşüncesi biraz da olsa canımı yakıyor. Çocuklar size bugün bir soru sormak istiyorum. İşte sorum geliyor, hazır mısınız? Hepsi bir ağızdan sanki okul sıralarındaymış gibi parmakları bir – bir havaya kalkıyor çığlık sesleriyle birlikte. Bende onların sevinçlerine ortak oluyorum. Devamında da diyorum ki, hazır olun soru geliyor. Çocukların var olan samimiyetini hissediyorum. “ Hiç gelmeyen bir günün adı nedir? “ sorusunu soruyorum. Aslında onlara, yazmış olduğum şiir dizelerinden geçen bir cümleden yola çıkarak, amacım çocukları biraz olsun bugün ki sıkıntılarından uzaklaştırmak ve şiir sanatını sevdirmekti. Hepsi olduğu yere bir nesneye çakılmış bir çivi gibi hareketsiz kalarak, beni boy aynasında seyre dalıyorlar. Belli bir sessizlikten sonra, sorduğum soruya cevap veremeyeceğini bildiğim için, diyorum ki hiç acele etmeyiniz. Çünkü bir şiirimden geçen bir dizeyi çocuklara sormuştum. Onun içinde hemen cevaplamaları olası değil. – Çocuklar vaktimiz çok, illaki bugün cevaplamanız gerekmiyor. Gidin bu akşam baba- anne ve dedelerinize bu soruyu sorup, güzel bir uykuya yattınız, cevabını bana yarın veya öbür gün söylersiniz. Daha sonraki günlerde çocuklara “ Şiir dizelerinden oluşturduğum, bir cümlelik sorular sormaya başladım. “ Benim soru sormak gereğini hissetmediğim günlerde ise çocukların çok sevecen bir o kadar da, ısrarı beni kendi şiir dizelerimden oluşan sorular sormaya yöneltti. “ Aslında hayat bizlere iki şey öğretir, evrensel alan olanı, özel alan olanı… Hissettiklerimi, düşünebildiklerimin hatırı sayılır olanı evrensel acının ayrılmaz parçalarından öğrenmek istemesi, insanın yeniden düşünmesi ne güzel şey, bu bana büyük keyif veriyor…
İlk adım apartmanda oturan çocuklardan geldi. Günün belli saatlerinde araçlar için ayrılan parkın beton zemini üzerinde ya top oynuyorlar ya da bisiklet sürüyorlardı. Yaşları sekiz ile on dört arasında değişen, ikisi kız çocuğu, dördü ise erkek çocuktu. Bu sayı her gün değişkenlik gösteren, bir araya gelen çocukların oyun oynama seanslarıydı. On yedi günlük kısmi kapanmalardan arta kalan, yani çocuk oyun alanlarının apartman önlerindeki beton zemine kilitlendiği bir ortam paslı bir zamana aksa da, edebi cümleler çocuklar gibi birer canlı kişiliğe dönüşebilir. Gözlerimiz, kulaklarımızla ya da ya da herhangi bir duyumla açık seçik görmekte insana yetebilir. Yine bu yürüyüşlerimin devam niteliği olan ikinci gününde: Ama gerçekleşmesi mümkün olan yol keşiş melerinden kendini var eden düş, hayatın içinde kendine bir çatlak bulur ve su gibi akarak yoluna devam eder. Hakeza diğer apartmanlarda oturan çocuklarda varlığımdan haberleri olmuş, soyunuk güneş ve açık mavinin altında beni bekliyorlar. Aşağıda olduğumuz için, ayakları yere basan biri asla duyguların dışına çıkmaz. Bu kez “ Diyar “ apartmanın çocukları şair amca, bizlere de bir soru sorar mısınız? Bende pekâlâ olur, diyorum. Şiir dizelerimden o an aklıma gelen bir soruyu soruyorum. Bu gruptaki çocukların bir kaçında bisiklet var, bisiklet süren çocukların olması hemen zihnimde ikinci sorunun ipuçlarını ele veriyor. – Ve bu cana yakın sevecen çocuklara: ikinci soruyu soruyorum…
“ Bisiklet süren bir çocuğun ellerinde, ne çiçek açmış? “
Bugün bize ait olan sevgilerimizi aynı sofrada ne kadar çok parçalara bölüp paylaşırsak, dolayısıyla da mutluluğumuz bölündükçe çoğalır. Geleceğe düşen çocuklara da sevgimiz geçer ve gelecek kuşaklarda mutlu olur. – Bu gruptaki çocuklar çok aceleci bir şekilde hemen cevap veriyorlar, “ Bisiklet süren bir çocuğun ellerinde, çiçek açmış “ diye. – Evet, çocuklar zaten bende açmış sözcüğünü size soruyla birlikte vermiştim. Ama bisiklet süren bir çocuğun ellerinde, ne açmış? Diye sorumu yineliyorum. Doğal olan şudur ki, benim şiir dizelerinden oluşturduğum bu soruya cevap vermelerini beklemiyorum. Ancak şiiri yazan kişinin yani benim onaylayacağım cevabı doğru kabul edeceğime göre, bir ihtimal çocuklarda en az farklı cevaplar verebilirler. Ama benim doğru kabul edeceğim cevap, yalnızca bende saklı olan bir cevaptır. Bu arada, “ bisiklet süren bir çocuğun ellerinde, pedal açmış diyen mi dersiniz – fren açmış, saat açmış diyen çocuklarda oldu. “ Ben yine çocuklara, doğru cevaba yakın bir cevap olursa da kabul edebilirim diyorum. – Çocuklar, bu arada sorunun doğru cevabını bilene en son kitap çalışmam olan, “ Bıçak Kesiği – Işık Demeti “ isimli kitabımı armağan olarak vereceğim. Bu noktadan sonra çocukların heyecanı ikiye katlanarak devam ediyor. Belki de hayatların da ilk defa şiir dizelerinden üretilen sorularla karşılaşıyorlar. Çocuklara veda ederek kendi yoluma devam ediyorum. Geride bıraktığım çocuklar ve açık alanda güneşlenen yaşlı insanlar ise adeta güneşi içmiş, güneş ışınlarının birer parçasıymışçasına ışıl – ışıl parlıyorlar. Sıradan yaşamların tekdüzeliği gerçekten göz kamaştırıyor. Kendimi bu sıradan insanlara bakarken buluyorum. Yaşamak, güneş ve güneşlenen insanlara bakmak, yaşamaktan ibaret olsa bile yinede iyi. “ Belki de yaşlı kadınlar eskiden olduğu gibi gergef işlemiyorlar ama bir kuyumcu titizliğinde şimdi söz işliyorlar, hayata dair… “ Dışarıda olmak da, yürürken de hayatı seyretmekten asla vazgeçmedim. Ne mevsimler bizim için açılıp kapanır art arda, ne de günler aylar ya da kirpik kırpığı dilimlere böldüğümüz an ‘ lar bizim için akar. Farklı bir güne uyanırken kendi uykumuzda uyanırcasına rahatız, yeni bir güne başlarken. Her şeyden vazgeçerek, buz kesmiş parke taşları üzerinde kendimizi özgürlüğe bırakırız. Yol üzerinde ellinde balon olan yedi veya sekiz yaşlarında yanında ebeveynleri olan bir kız çocuğu gözüme kopya veriyor. Ve usulcana yanlarına merhaba sözcüğüyle birlikte kendimi bırakıyorum. Çocuklara, şiir dizelerinden oluşturduğum soru sorma isteği, bu kez ebeveynlerinden geliyor. – Bizim “ Mevsim “ kızımıza da bir soru sorabilir misiniz? Yanındaki anne ve babasından gayet nazik insancıl bir cevap alıyorum. Küçük kızın ellinde balon olması işimi daha da kolaylaştırıyor. Henüz hiçbir kitap çalışmamda yayımlanmayan bir şiirimin dizelerinde yer bulan, “ Eller – balon ve yaşamı “ betimleyen sorumu soruyorum. “ Ellerinde rengârenk balon olan çocuklar, ne yapmaz? Bunun üzerine kızın babası hemen söze giriyor, ben bile bu sorunun cevabını bilmiyorum, küçük kızım bu sorunuzun cevabını nerden bilsin. Bu kez, bu sevimli aileyi daha fazla meraklandırmadan, doğru cevabı ancak benim kabul ettiğim, cevabı aşağıdaki satırlara usulcana bırakıveriyorum…
Sahip olduğunu sandığımız ne varsa hepsi bir – bir değişiyor. Şu gördüğümüz, bizden hiçbir şey istemeyen parke taşları, farklı olanı ötekileştirmeyen, sırt sırta vermiş çam ormanları. Ve eğer ağlamazsa, hep aynı kalan gökyüzünün maviliğine benziyor. Bazen yaşamın dilini değiştirmek gerekiyor. Çünkü hayata ancak dokunarak öğrenebiliyoruz…
“ Zaman örgüsünde hiç tanığı yoktur, ellerinde rengârenk balon olan çocukların insan öldürdüğü görülmemiştir… “