in ,

Nemesis, Hubris ve Paramazlar

“Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik” rüzgârı

Hiç mi dikkat etmedin Paramaz, hiç mi dikkat etmedin Enver’in gözlerine? Sizlere nefretle bakan o gözler onun değil, Nemesis’in gözleriydi artık. İnsanlara işledikleri günahların bedelini ödeten intikam tanrıçası Nemesis... Hubris ilan ediyordu o gözler sizleri

Algül Umutlu

14 Haziran günü kahvaltıdan hemen sonra çalınır Kumkapı rahiplerinden Der Kalust H. Boğosyan’nın evinin kapısı. Kapıdaki sivil polis, kendisini polis müdürlüğüne götürmekle yükümlü olduğunu söyler, kaybedecek vakit yoktur, “hemen gitmeliyiz” der.

Korkuyla karışık bir şaşkınlık alır rahibi. Eli ayağı birbirine dolanır. Kapısı çalınıp polis müdürlüğüne götürülen Ermenilerin haddi hesabı yoktur o günlerde. Gidenlerin bir daha geri dönmediği kapkaranlık günlerdir yaşadıkları. Kimisi dipsiz kuyu misali cezaevlerine atılmakta, kimisinin cesedi bulunmaktadır bir yol kenarında. Sıra kendisine mi gelmiştir acaba?

“Korkmayın” der polis memuru, yatıştırmak istercesine “korkmayın sizinle ilgili kişisel bir şey yok, görevinizi yerine getirmeniz için çağrıldınız”. (Paramazlar, Yetvart Çopuryan, Kör Yayınları, çeviren Aris Nalcı)

Bir papazdan, hem de sabah sabah kapısına dikilen sivil polis aracılığıyla yerine getirmesi istenilen “görev” ne ola ki diye düşünür müdüriyete doğru giderken.

***

Ne de çabuk geçmiştir 2. Meşrutiyet’in Fransız Devrimi’nden esinlenerek estirdiği “Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik” rüzgârı.

Kuruluşlarını bile 14 Temmuz 1889’da ilan etmişlerdi halbuki, 2. Abdülhamit’e muhalefet olarak ortaya çıkan ve Kanun-i Esasi’nin (Osmanlı Anayasası) yürürlüğe konulmasını isteyen öğrenciler tarafından Askeri Tıp Okulunda ilan edilen İttihat ve Terakki Cemiyeti (Birlik ve İlerleme). 14 Temmuz 1889, Fransız Devrimi’nin simgelerinden olan Bastil’in alınışının 100. yıldönümü. Ne de simgeselmişler meğerse…

1908’de yeniden yürürlüğe konulur Kanuni Esas-i de. İlanıyla birlikte sarmıştır her kesimi heyecan; özgürlük rüzgarlarıyla başlar duman.

En çok da Ermeni gençlerinin dumanlıdır başları… Akın akın gelirler İstanbul’a, üniversitelerine, bilimsel eğitim alıp, yeni meslekler öğrenebilmek ve parlak gelecekler hayalleriyle.

Ne de çabuk yıkılmıştı o hayalleri… Ne de kanlı bastırılmıştı özgürlük talepleri.

***

İşte polis müdürü Kel Osman’ın karşısındadır kendisi de. Büyük bir zevkle gidermektedir merak ve şaşkınlığını. “Sizin delikanlılardan birkaçı” der sigara ve kahve ikramından sonra, her kelimenin hazzına vara vara “bağımsız Ermenistan kurmak istemişler ve bize karşı suikast planlamışlar. Bu sebeple tutuklandılar ve Divan-ı Harb tarafından ölüm cezasına çarptırıldılar. İdamlar sabah gerçekleştirilecek. Sizi çağırdık ki onların son dini görevlerini yerine getiresiniz.”(age)

Boğosyan’ın kireç gibi bembeyaz olan yüzüne, elinin ayağının titremesine hiç aldırmadan devam eder:

“Papaz efendi, onlarla yüz yüze görüştüğünde şöyle, bu dünyada rahat durmazsan ölümün bu şekilde olur. Ha olmadı, öteki dünyada da devrim yapmayı denemesinler, orada cezası daha ağırdır.”(age)

Aman tanrım. Ne biçim bir sınavdan geçirmektesin bizleri. Bu dünyada yaşadığımız zindan yetmezmiş gibi, öbür dünyayı da ipoteklemişler, orada da kan kusturmayı düşünmekteler bunlar… Bu mudur reva gördüğün bizlere… Ne günlere kaldık böyle…

O saatten sonra aklı başından gitmiştir artık. Ayaklarına bile söz geçiremez. Sarhoş gibidir, ne söylenenleri anlayacak durumdadır ne de ağzından çıkanlar anlaşılır. Birkaç saat sonra sürükleyerek götürürler Divan-ı Harb’e.

***

İşte Divan-ı Harb binası… O da ne… Önünde sıra sıra kurulmuş üç ayaklılar… Aç kurtlar gibi Ermeni babayiğitlerini beklemekteler. Hangi yürek dayanır buna. Bütün kanı beynine hücum eder, tam düşmek üzereyken tutar yanındakiler.

Çok sonraları Toetığ’den öğrenecektir, Ermeni’nin darağacının da Ermeni’ye yaptırıldığını.

Sansür’e takılan bir yazısı nedeniyle aynı cezaevinde yatmaktadır Toetığ (Teotoros Lapçıncıyan, gazeteci) de o sıralar.

Mayıs’ın son günü Çınguşlu çivici Tanyel ve Suşehirli hamal Haçik ile birlikte götürülür cezaevinin marangoz atölyesine. Akşama kadar üçü birlikte kesip biçerler, birlikte yontarlar kendilerine verilen direkleri.

Akşam Horom Kalfa’dan öğrenirler 15 darağacı ısmarlandığını. Yürekler kan revan. Sadece direkler mi? O direklere geçirilecek halkaları da yaptırırlar Ermenilere. Hem de dayak zoru altında…

Ah Topal Tamik ah… Ah cezaevinin nalçacı başı ah… Hangi kahırdı o demirleri döverken senin yüzüne yansıyan ve Toetığ’e, “Hayatımda görmemiştim ve göreceğimi de sanmam, bir insanoğlunun, o genç Ermeni demircinin o halkaları döverken hissettiği kahrı” diye yazdıran…(age)

***

Divan-ı Harb’in içinde bir odaya doğru sürüklerler Rahip Boğosyan’ı. Kapının önünde iki çingene oturmuş, idam iplerini hazırlamaktadırlar, Toetığ’ın yontup Topal Tamik’in halkalarını yaptığı darağaçlarına takılmak üzere.

Sepet örer gibi sakin, sohbet eder gibi rahat yapmaktadırlar işlerini, alışkın hareketlerle oynatmaktadırlar ellerini.

Gelip geçen subaylarla şakalaşırlar birazdan kaç kişinin canını alacağına aldırmadan, hazırladıkları iplerin…

Sadece güvercinler… Sadece tavana ve sütünlara yuva yapmış güvercinler, anlamışlar gibi birazdan olacakları, anlamışlar gibi o iplerin ne işe yarayacağını, ağıt yakmaktadırlar Boğosyan ile birlikte zuuu zuuu diye çıkardıkları seslerle.

Odada iki kişi vardır. Bir subay, bir de askeri doktor.

***

Bir saat sonra sabah 3.30 sıralarında hareketlenir ortalık. Askeri düdükler çalınmakta, kapılar açılıp, kapılar kapanmaktadır. İşte sıra kendi kapılarında, açılan kapıdan içeri birbiri ardı sıra 10 kişi sokulmakta.

Aralarında Doktor Benne de vardır. Ah doktor ahhh… Niçin kaçmadın sen o kadar fırsat yakalamışken hem de. Zaman kazanmak lazım demiyor muydun, zaman kazanmak lazım, yakında doğacak güzel günleri görmek için diye. O kadar inanıyordun zafere. Bu nedenle sevkini yaptırmamış mıydın bilinçli bir şekilde uyuz hastalığı kapıp Maltepe Askeri Hastanesi’ne…

Pencerelerinden biri yumuşak toprağa ve gübre yığınına bakıyordu. Nasıl da sevinmişti doktor arkadaşın Barmani, konuyu ilk açtığında. Kadın elbisesi bile getirtmişti hastaneye, ölçülerine uygun. Bir tek camdan kendini bırakman kalmıştı geriye, sonra kıyafet değiştirip çıkacaktın buradan, elini kolunu sallaya sallaya hem de…

Ah kendinden çok yoldaşlarını düşünen doktor ah. Hiç mi gelmedi aklının köşesine ölüm cezasına çarptırılacağınız fikri? Bak işte, yeni bitirdi yüzlerinize karşı okumayı, Divan-ı Harb kararını genç subaylardan biri.

“Divan-ı Harb’in sizi idama mahkûm etmesi Sultan tarafından onaylanmıştır. Biraz sonra ölüm cezanız gerçekleştirilecek. Bu rahip size son dini görevinizi yaptıracak”(age) diyerek bitirdi sözlerini.

***

Mega Amenaşurp (Tövbe Hepimizin Azizi) duasıyla başlatır töreni Rahip Boğosyan. Mega Aşdüdzo (Tövbe et Tanrım) diye cevaplar 10 kişi sırayla… Kutsadığı sudan içirir her birine tek tek.

Ayin biter bitmez çıkarırlar odadan. Ama çilesi bitmemiştir henüz. Bir 10 kişi daha vardır yan odada bekleyen.

İlk önce Aram Açıkbaşyan’ı görür. Çok eski dostu, arkadaşı. Şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzereyken söyler Açıkbaşyan son arzularını; “Sakın ayrı ayrı gömmeyin bizi” der, “bırakın koyun koyuna yatalım, yirmimiz birden bir çukurda.”

Hepsi de moral küpü gibidirler, başları dik karşılarlar ölümü. “Ey katiller” der içlerinden birisi, “Ey katiller, istediğiniz 30 altın rüşveti verseydim beni serbest bırakırdınız değil mi?”

Bir diğeri cebinden çıkarıp verir tertemiz beyaz mendili: “Bu kuru mendili anama ver Der hayr” der, “Bilsin ki hiçbir zaman gözyaşlarıyla ıslanmamıştır”.

20’sini birden götürüp durdururlar darağaçlarının önünde. Tanrım ölüm ne kadar da küçülürmüş böyle… Özgürlük ordusunun gönüllü askerlerinin önünde…

“Yaşasın Ermenistan” diye bağırırlar hep bir ağızdan, “Yaşasın Ermenistan!”

***

Önce Paramaz’ı alırlar aralarından. Kafkaslar’da Golitsin’e karşı çıkışıyla duyurmuştu adını önce, yörede bir tek Ermeninin bile kalmasına tahammül edemeyen, “Hepsini Türkiye’ye süreceğim” diyen Rus prensi Golitsin’e. Bir ayağı Kafkasya’daydı Paramaz’ın, bir ayağı İran’da. Ermeni-Tatar savaşında dönüşmüştü efsane bir kahramana. Yiğitliği saygı uyandırmaktaydı, düşmanlarında da…

Mithat Anayasası’yla birlikte koşar İstanbul’a. Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin 6. Olağan Kongresi için. “Sakın yanlış anlamayın” der, “Barış değildir bu anayasa, sadece bir ateşkestir…”

Ne kadar da haklıymışsın sen Paramaz, “İttihat’ın zulmünün çapı ve sınırı yoktur” diye yazarken mektuplarında…

İşte şimdi sizin kanlarınızla yıkamaya hazırlanmaktalar ellerini Enver ve şürekası…

***

Halbuki daha geçen sene, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin öğrenci örgütü bir piknik düzenlemişti, o yılki mezuniyetleri kutlamak için. Hani Pera’dan Beşiktaş’a doğru inerken öğrencilerle çevrelenmiş olarak ıhlamur bahçeleri içinden inip Nişantaşı’na vardığınızda birden sarılmıştı etrafınız polisler tarafından.

Hiçbir cevap vermeden “Ne var, ne oldu?” sorularına, “Hey hey” diyerek itiyorlardı sizi sokağın içlerine doğru. Son anda fark etmişsiniz celladınız olacak olan Enver’in yol üstündeki bir hastaneden çıkıp arabasına binmek üzere olduğunu…

Hiç mi dikkat etmedin Paramaz, hiç mi dikkat etmedin Enver’in gözlerine? Sizlere nefretle bakan o gözler onun değil, Nemesis’in gözleriydi artık. İnsanlara işledikleri günahların bedelini ödeten intikam tanrıçası Nemesis…

Hubris ilan ediyordu o gözler sizleri, eski Yunanistan’da küstahça kibirlenmek anlamına gelen ve ya 40 katır ya da 40 satırla cezalandırılması gereken günahların en büyüğü

Hubris gibi. Hiç mi anlamadın sen o gün bunu?

“Türk milliyetçi hareketi giderek daha saldırgan ve başkalarına karşı hoşgörüsü olmayan bir harekete dönüşmüştü. Tüm kurucu milletlerin özgürlüğünü sağlayacağı söylemleriyle yapılan yeni anayasa, Osmanlı İmparatorluğu’nun yöneticilerinin, kendi kültürel kimliklerini koruma hakkı olduğunu düşünen tüm milletlerin sayıca yok edilmesine veya azaltılmasına yönelen bir rejimin parçası haline geldikleri gözleniyordu” (age) diye başlar yazısına Aydsenig arkadaşlarınızla birlikte geçirdiğiniz ve Nemesis’le karşılaştığınız o son günü anlatmaya…

***

Paramaz’dan sonra sırayla götürüp asarlar her birini. Bütün engellemelere rağmen doktor Benne’in sesi böler geceyi… “Siz 20 kişiyi asıyorsunuz ama, 20 binler gelecek ardımızdan.”

O 20 binler kutsal bir haç yerine çevirirler Edirnekapı Ermeni Mezarlığı’nın duvarlarının dış tarafında ortak bir çukurda, koyun koyuna kardeşçe, yoldaşça yatan 20’lerin son mekânlarını.

Bıraktıkları anılara saygıyla…

Sendika.Org

What do you think?

10k Points
Upvote Downvote

Michael Görge (SV Eidelstedt) ist HFV-Ehrenamtler des Monats Juni 2021

Film- und Lichtprojektion im Parlamentsviertel ab 21. Juni