Çiçeği burnunda sözleşmeli öğretmen Naci ataması yapıldığı köyü görmeye geldiğinde heyecanı katlanarak artıyordu. Geldiği dolmuş köyün az aşağısından geçiyordu. Dolmuştan indiğinde gökyüzündeki karabulut köyün üzerine çökmüştü. Ne ileriye nede geriye doğru gidiyordu. Yaz günü karabulutun orada olmasına bir anlam veremedi.
Beton yığınları arasından doğanın farklı bir yüzüyle karşılaştı. İlgisini çekmiş olacak ki attığı adımda etrafını hayranlıkla seyrederek gidiyordu.
Yıllar öncesinde seçim vadiyle yapılmış asfalt yol özelliğini zamanın içinde kaybetmiş, toprak ile görünümü yamalı bohçaya benzemişti. Naci öğretmenin aklına o an yaşadığı yerleşim bölgesindeki sokakların yamalı hali geldi.
Etrafına baktığı yerlerde tarlaya benzeyen bir yer göremedi. Dönemeci döndüğünde karşısında mezarlığı gördü. Kendisini mezarlığın içinde buldu. Eski mezarları gördü. Başuçlarında taş olanlara dikkatlice baktı. Çoğunun başucunda taşı bile yoktu. Ne bir ad nede soyadı vardı. Mezarların diziliş biçimleri de farklıydı. “Kim bunlar?” diye cılız sesi ağzından çıktı.
İlerleye ilerleye mezarlığın arka kısımlarına geldiğinde tarihi eski ve yeni olmakla birlikte adı soyadı yazılı mermerden yapılma mezarlara bakıyordu ki, baktığı yerlere birkaç kez daha baktı. Naci öğretmenin şaşırmış hali yüzünden okunuyordu. Farklı soyadları olanların aynı adı taşıyan on on beş tane olan mezarlara bir anlam veremedi.
Yolda yürümeye başladığında bilmeceye dönen aynı adlara ve farklı soyadlarına takıldı kaldı. Ölenlerin tarihleri eski yıllardan bugüne kadar uzanıyordu. Orta yaşın üstü ve altı vardı. Birde genç olanlar vardı.
Naci öğretmen gençliğinde polisiye, casusluk, macera romanlarını çokça okumuştu. Sır olayı şıp diye çözmesi gerekiyordu. Demek ki zamana ihtiyacı vardı.
İlk evin önüne nasıl geldiğini anlayamadı. İyice yaklaşıp baktığında taş evlerin arasına zamanında su ile toprağın iç içe geçmesiyle oluşan çamur konularak tarihin bir sayfasında yapılmıştı. Her yeri zamana meydan okuyarak yavaş yavaş dökülüyordu. Bakıma muhtaç olduğu ilk bakışta ele veriyordu. Arkadaşıyla konuşuyormuşçasına “Bu evde insanlar nasıl yaşar” dedi. Biraz yürüdükten sonra durdu ve yönünü eve çevirdiğinde yandan gördü.
Biraz ileride küçücük, biraz büyükçe tek katlı taş evleri yan yana, biraz dağınık halde gördü. Var olmalarından bıkmış bir halleri vardı. Evleri uzaktan, yakına doğru gözleriyle kayda alıyordu. Yaşamında köy görmüştü ama böyle viran değillerdi.
İki taş evin arasındaki toprak alandan yolunu bulan, akan suyu gördü. Suyun izini bir hafiye gibi sürdüğünde ufacık meydanı olan yerde hafif tümsekte kalınca demir borudan akmaktaydı. Demir boru toprağın içinde üzerine irili, ufaklı kaya parçaları koyularak alın size köy çeşmesi denilmişti. Çeşmenin az yukarısında çardaklı kahve, içerisi toz içinde, kapının ve pencerelerin camları kırık ve kapısı sonuna kadar açıktı.
Az ilerisinde taş ev kapının üzerinde kırmızı boya ile eğri büğrü yazılmış, şimdiki haliyle solmuş ‘Bakkal” yazısını gördü. Nihayet bir canlı göreceği için gülümsedi. Birden canına can geldi. Kendisini kapı ağzında buldu. Gözleri karanlığa alıştığında raflara, tezgâha benzer bir madde göremedi. Naci öğretmen nereye geldiğine bir anlam veremediğinden kendisinin uykusunda bir düş gördüğünü sandı.
“Kolay gelsin”
Yüksek sesle bağırdı. Dışarıda arkasında elli yaşlarında, bir ayağı olmayan, değneklerinin yardımıyla ayakta duran yaşlı amca:
“Yolunu mu şaşırdın evlat?”
Naci öğretmen yaşlı amcaya bakıyor, bir anlam yüklemeye çalışıyordu.
“ Ben sözleşmeli öğretmenim buraya atandım.”
Yaşlı amcanın yüzü gerildi. Yüzündeki yaşam çizgileri birbirine girdi:
“İçeriden iki tahta sandalye çıkarda gölgelik olan yerde oturalım.”
Karşılıklı oturuyorlardı:
“Koltuktaki bizi düşünürmüş ha…”
“Neden düşünmesin? Beni gönderdi çocuklarınızı, torunlarınızı okutmam için.”
Yaşlı amca koltuk değneğinin orta yerinden tutup havaya kaldırıp yere hafifçe birkaç kez vurdu:
“Öğretmen bizi düşünen yok. Para babalarını düşünen var. Bizim gibi baldırı çıplakları ne yapsınlar. Haberleri bile yok. Köyden göç edenler kasabaya, uzak diyarlara gitti.
Hangi çocuğu okutacaksın? Benim gibi burada kalmış üç hanedeki ölümü bekleyen yaşlıları mı okutacaksın? Okul yıllar öncesinde vardı. Yuvarlanıp gittiğimiz bir yaşamımız vardı. Buraya kalıcı öğretmen gelmedi. Gelende uzun ömürlü olmadı.”
Naci öğretmenin beyni bir anda işlevsizleşti. Yaşlı amca ne anlatıyordu? Hani her şey tıkırında gidiyordu? Koltukta oturanlar ne yumurtluyordu?
“Öğretmen bu köy ve civar köyler madencidir. Elleri yüzleri karadır. Dededen oğula oğuldan çocuğuna, nesiller boyu bu devranı böyle döndürmeye devam ediyorlar. Gün boyu yerin kat kat altında saatlerce kalır madenci. Bana iyi bak evlat, ne görüyorsun?”
Naci öğretmenin koptuğu andı. Kopup bağlandığı yerse gördüğü mezarlıktı.
25.05.2021