„Aziz milletim, değerli milletvekilleri, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Maalesef Türkiye, Cami açılışında bile, milleti bölmeyi başaran bir zihniyetle yönetiliyor.
Bu kirli zihniyet ne zaman sıkışsa,
milletimizi değerleri üzerinden bölmeye, ayrıştırmaya çalışıyor.
Nifak tohumları ekip, milletimizi birbirine düşürüyor.
Tek önceliği koltukları olanlar, kirli siyasi hesaplarının gereği,
bu toplumsal ayrışmadan, bu gerilimden besleniyorlar.
Bunun son örneğini Taksim Camii açılışında yaşadık.
Taksim Camii bir ihtiyaçtı, inşa edildi ve açılışı yapıldı.
İstanbul’umuza hayırlı olsun.
Emeği geçenlerden de Allah razı olsun.
Allah oradaki ibadetlerimizi kabul etsin.
Ancak, Sayın Erdoğan ve ekibinin,
herkesin eşit, bir ve beraber olduğu, Allah’ın evinde bile,
düşmanlıklar üretme hastalığını kabul edemeyiz.
Sayın Erdoğan;
Camii, müminler ibadet etsin diye yapılır.
Taraftarına zafer, muhalifine mağlubiyet yaşatacaksın diye yapılmaz.
Allah’ın evi, böyle kirli hesapların mekanı haline getirilmez, getirilemez.
Camilerimiz hepimizindir.
Taksim Camii’nde ibadet eden vatandaşlarımızı, kendi siyasi hesaplarına alet edemezsin.
Cami yapıldığı için mutlu olan vatandaşlarımızı, ön şart olarak,
senin gibi düşünmeyenlere, düşman olmaya zorlayamazsın.
Müminlere, nifaktan uzak durmalarını emreden Yüce Allah’ın evinde,
vatandaşlarımızın arasına nifak tohumları ekemezsin.
Ayıptır, günahtır.
Dava arkadaşlarım;
Ne yazık ki, bu zihniyetin yansımalarını Ayasofya Camimizde bile yaşıyoruz.
Sırf Sayın Erdoğan’a yaranacaklar diye,
Ak Parti mahalle temsilcisi kılıklı, sözde din adamları,
kutsal mabedimizde, Cumhuriyetimizin kurucusuna lanet okuyor.
Allah bunu yapanları da, yapılmasına göz yumanları da ıslah etsin.
Yazıklar olsun.
Bir yanda,
“Benim naçiz vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır.
Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen,
kendini milletine ve devletine adayan o kutlu duruş;
Diğer yanda ise,
Vefatından 83 yıl sonra bile, hala aziz hatırasına utanmazca saldıran vefasızlık.
İşte bütün mesele budur.
Bu çirkin anlayışın, milletimize ve memleketimize verecek bir şeyi olamaz.
Bu vesileyle, buradan,
zerre utanmadan, Allah’ın huzurunda nefret kusanlara,
camiye gıybet sokanlara,
Gündem değiştirmek için, ecdadına lanet okuyacak kadar küçülenlere inat;
İstiklal ordularının başkumandanı,
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, bir kez daha, minnet ve rahmetle anıyorum.
Ruhu şad, mekânı Peygamber efendimize komşu olsun inşallah.
Değerli milletvekilleri;
Bir insanın şahsi menfaatleri, Allah korkusunun önüne geçerse,
o insan her şeyi yapar, her yaptığını da mübah görür.
Şahsi ikballeri için, nifaktan, gıybetten, kul hakkı yemekten çekinmeyenler,
günahta da sınır tanımazlar.
İhtiyaç olur iftira ederler, ihtiyaç olur istiskal ederler, ihtiyaç olur yalan söylerler.
Nitekim, temel görevi, iktidarın yalanlarına gerçeklik uydurmak olan, Türkiye İstatistik Kurumu,
hafta başında, aziz milletimize büyük bir müjde verdi.
Dedi ki;
“Türkiye, 2021’in ilk çeyreğinde, yüzde 7 büyüdü.”
Gözümüz aydın, büyümüşüz.
Açıklamayı yapan TÜİK olduğu için,
biz de doğal olarak, bu büyümeyi bir inceleyelim dedik.
Açıklanan verilere göre,
sabit sermaye yatırımları, büyümeye pozitif etki yapmış.
Beş çeyrek negatiften sonra, net ihracat da,
az da olsa pozitif katkı yapmış.
Buraya kadar her şey güzel.
Elbette bunları sevindirici buluyoruz.
Ama bazı şeyleri sorgulamak zorundayız.
Mesela, milletimiz bu büyümeyi hissedebilmiş mi?
Hayır.
Mesela, yüzde 7 büyümeye rağmen, esnafımız, çiftçimiz neden hala perişan?
Kem küm.
Mesela, son bir yılda işsiz sayımız, neden 2 buçuk milyon kişi artarak, 10 milyona ulaşmış?
Cevap yok.
Dava arkadaşlarım;
Bizden çok daha düşük oranda büyüdükleri halde,
birçok ülke, pandeminin olumsuzluklarını, bizden çok daha hafif yaşıyor.
Çünkü o ülkelerde, hükümetler ciddi hibe destekleri verdiler.
Yani vatandaşlarının sağlık ve huzurunu,
büyüme istatistiklerinin önüne koydular.
Bizde ise iktidar, sırf büyüyeceğiz diye,
hem yarım tedbirlerle insanlarımızın sağlığı tehlikeye attı,
hem de direkt yardım yapmayarak insanlarımızı geçim sıkıntılarıyla baş başa bıraktı.
Sırf istatistikler yüksek gelsin diye,
sosyal devlet olmanın gereğini maalesef yapmadı.
Bu çarpık anlayışın etkilerini, büyüme rakamlarını incelediğimizde görebiliyoruz.
Milli gelirimizi, gelir yöntemiyle incelendiğimizde,
ücret ödemelerinin, gayri safi yurt içi hasıla içindeki payının,
2014 yılının ilk çeyreğinden beri, en düşük seviyeye geldiğini görüyoruz.
Bir başka deyişle, ücretli çalışanlar,
pastadan son yedi yılın, en küçük payını almışlar.
Ayrıca bu büyümenin, krediyle finanse edildiğini de atlamamak gerekiyor.
İlk çeyrek sonu itibarıyla, son bir yılda, toplam banka kredileri, 830 milyar lira,
tüketici kredileri de, 223 milyar lira artmış.
Yani, iktidarın dört elle sarıldığı bu büyüme, esasında borçla gerçekleşmiş.
Yani, zenginleşmemişiz, tam tersine borçlanmışız.
Sözüm ona beklentileri aşan, bu olağanüstü büyümenin,
milletimizce hissedilememesinin sebebi işte budur.
Sipariş istatistik destekli sözde büyüme ile, gerçek kalkınma arasındaki fark, işte budur.
Değerli milletvekilleri;
İktidarın, bu “dostlar alışverişte görsün” siyasetinin sonuçlarını,
ekonomiden pandemiye, eğitimden tarıma kadar her alanda yaşıyoruz.
Geçtiğimiz Pazartesi günü, Sayın Erdoğan,
pandemi tedbirlerindeki yeni dönem için kürsüdeydi.
Milletçe cevabını beklediğimiz birçok soru vardı.
Bu soruların çoğuna, artık adet olduğu üzere yine cevap bulamadık.
Net bir aşı takvimi oluşturulmuş mu?
Oluşturulmamış.
Turizm hareketliliği ve konaklamalarla ilgili ne gibi kısıtlamalar var?
Belli değil.
Yurt Dışına çıkışlardan, 65 yaş üstü insanlarımızın durumundan, telafi eğitiminden bahsedildi mi?
Hayır.
Öğretmenlerin kadro beklentilerine bir cevap var mı?
Yok.
Toplu etkinlikler ve konserlerin bahsi geçti mi?
Hayır.
Süre ve sayılarla ilgili bir izahat var mı?
O da yok.
Ne var?
Her zamanki gibi bolca hamaset, birkaç tane de yarım yamalak tedbir var.
Mesela ben bir şeyi çok merak ediyorum:
Bu kapanma kararlarının bilimsel bir temeli var mıdır?
Bilim kurulunun bu konuda bir çalışması olmuş mudur?
Yani bilim kurulu,
“Saat 10’dan sonra dışarı çıkma yasağının getirilmesi, virüsün yayılmasını engeller.” demiş midir?
Yoksa, bu kararlar göz kararıyla, Sayın Erdoğan’ın kendi keyfine göre,
“dostlar alışverişte görsün” diye aldığı kararlar mıdır?
İktidarın artık bir şeyin farkına varması gerekiyor.
Bir karar alma yetkisine sahip olmak, alınan kararı,
hiçbir açıklama yapmadan, hiçbir mantığa dayandırmadan,
kafaya göre uygulamak anlamına gelmez.
Modern bir devlette, her kararın rasyonel bir açıklaması olmak zorundadır.
Türkiye Cumhuriyeti, göz kararı ile,
Sayın Erdoğan’ın paşa gönlüne göre yönetilecek bir devlet değildir.
Böyle iş bilmezlik olmaz.
Böyle devlet insanlığı olmaz.
Böyle pandemi yönetilmez.
Sayın Erdoğan;
İş yapıyor gibi görünmek için, şekilden şekile girmekten artık vazgeç.
Aldığın abuk sabuk kararlarla, zor durumdaki insanlarımızı daha da zor duruma düşürme.
Ya işini yap, ya da sandığı getir, biz de memleketi hak ettiği gibi yönetelim.
Dava arkadaşlarım;
Bugün Milletin Kürsüsü’nde 2 misafirimiz var.
Misafirlerimizden ilki,
Daha önce de Milletin Kürsüsü’nde ağırladığımız,
İktidarın, pandemi sürecini yönetemeyişinin, en büyük mağdurlarından olan,
sanat camiamızı temsil ediyor.
Şimdi kürsüye, hepimizin tanıdığı,
Ülkemizin yetiştirdiği önemli sanatçılarımızdan birini davet etmek istiyorum.
Burhan Şeşen Bey, buyurun, söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi;
“Bir millet ki resim yapmaz, heykel yapmaz, bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz;
itiraf etmeli ki, o milletin, ilerleme yolunda yeri yoktur.
Oysaki bizim ulusumuz, gerçek nitelikleriyle uygarlığa erişmeye lâyıktır,
uygarlığa erişecektir ve ilerleyecektir.”
Bize göre uygar ülkelerin, en önemli güçlerinden biri de sanattır.
O nedenle, sanata ve sanatçımıza, sahip çıkmak zorundayız.
Sanatçılarımızın çilesini biliyoruz.
Dertlerinizin takipçisiyiz.
İktidar çözmezse, biz geleceğiz biz çözeceğiz.
Hiç merak etmeyin.
Aziz Milletim, değerli dava arkadaşlarım;
Pazartesi günü Hatay’daydık.
Kırıkhanlı, Defneli, Antakyalı kardeşlerime,
gösterdikleri ev sahipliği için çok teşekkür ediyorum.
Hataylı çiftçimiz zor durumda.
Ziyaretimiz sırasında, soğan üreticisi bir kardeşimiz,
yolumuzu kesip, önümüze soğanlarını döktü.
“350 kuruşa mal oluyor, ama 300 kuruşa satamıyoruz.” dedi.
Bir başka çiftçimiz seslenip, “Bittik hocam, bittik.” dedi.
Ürünü tarlada kalmış bir kardeşim, “Gübreciye, mazotçuya, esnafa gidecek yüzümüz yok.” dedi.
Kırıkhan’da, giyim mağazası işleten bir kardeşim,
“Kapandığımızda, 3 bin lira destek alacaktık.
Ama orada da kapsam dışı ilan edildik.” dedi.
Defneli fırıncı kardeşim,
“Önceden 100-110 çuval un işliyorduk, şimdi 25 çuvala düştü.” dedi.
Yeni provokasyon çalışmaları için bizi takip ederken,
umarım, Sayın Erdoğan ve arkadaşları da,
Hataylı kardeşlerimizin durumunu görmüştür.
Biz ona da razıyız.
Biz provokasyonlara da, engellere de, iftiralara da alışığız.
Yeter ki, bizim için istenen şerden, milletimiz için bir hayır çıksın.
Yeter ki, Hataylı çiftçinin derdi çözülsün.
Sayın Erdoğan;
Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, bende kalmasın.
Kabinenin yıldızı, alan uzmanlığında, damadının tahtını sallayan Tarım Bakanın,
geçen hafta Hatay’a gelmiş.
Ziraat Odası Başkanı’yla oturup yemek yemiş, çay kahve içmiş,
ama çiftçiye uğramamış.
Bir de utanmadan, güvenlik nedeniyle uğramadı demişler.
Allah aşkına;
Çiftçiden kaçan Tarım Bakanı olur mu?
Böyle iş bilmezlik, böyle utanmazlık olur mu?
Kürsüden terörist ilan ettiğiniz yetmedi,
şimdi de bu memleketin çiftçisini, güvenlik sorunu olarak mı görüyorsunuz?
Zihniyetiniz batsın.
Yazıklar olsun.
Değerli milletvekilleri;
Biliyorsunuz Sayın Erdoğan,
Geçen haftaki grup toplantısında,
Rize’deki provokasyon çalışmasının azmettiricisi olduğunu itiraf etti.
Daha başka planları da olacak ki, “Bu daha iyi günleriniz.” diye de ekledi.
Bu vesileyle, kendisine Rizeliliğini de hatırlatmış olduk.
Sayın Erdoğan;
Madem Rizelisin,
O zaman Rize’ye sahip çıkacaksın.
İkizdere’de doğayı korumak için, canla başla mücadele edenlere, destek olacaksın.
Madem Rizelisin,
Gelin Hanım’ın adım atmasını beklemeyeceksin, önce sen davranacaksın.
“Rize’nin doğasını birkaç rantçıya yedirmem.” diyeceksin.
Madem Rizelisin,
İstanbul’a ihanet ettiğin gibi,
Rize’ye ihanet etmeyeceksin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Rize’de çay üreticileri isyanda.
Sözüm ona, Rize’nin oğlu ama, kayınbiraderden tık yok.
Yakında, onları da terörist ilan ederse şaşırmayın.
Son 5 yılda, çay ithalatı arttıkça arttı,
ihracatımız ise yüzde 30 düştü.
Yani Sayın Erdoğan’ın hemşerileri daha az,
başka ülkelerin çay üreticisi daha çok kazanıyor.
Tarım Bakanlığı raporu diyor ki,
“Üretim maliyetleri yüksek.
Üreticimiz bu fiyatlarla başa çıkamıyor.”
Bunu bizzat bakanlık söylüyor.
Söylüyor ama, ne yapıyor?
Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Bundan 10 yıl önce, yani 2011’de,
çay alımına, kilo başına 12 kuruş destek veriliyordu.
Dolar üzerinden hesaplarsak, destek, kilo başına 7 sentti.
Bugün ne kadar destek veriliyor?
Kilo başına 13 kuruş.
Yani, kilo başına 1 buçuk sent.
Yani,
Destek, Türk parasıyla arta arta 1 kuruş artmış.
Amerikan parasıyla da, neredeyse 5’te birine düşmüş.
Peki hayat şartları nasıl?
Enflasyon hesabı yaparsak, 10 yıl önceki 100 liranın değeri, bugün 280 lira.
Aynı 10 yılda, mesela Sayın Erdoğan’ın maaşı 3 kat artmış.
İşçi maliyetleri 4 katına çıkmış.
Ama, 10 yılda çaya verilen destek, dolar bazında azalmış,
Türk lirası bazında ise, sadece 1 kuruş artmış.
Böyle haksızlık, böyle vicdansızlık olur mu?
Enflasyona göre hesaplarsak, bugün çaya 33 kuruş destek verilmeli.
İşçi maliyetine göre hesaplarsak, destek 50 kuruş olmalı.
Dolara göre hesaplarsak, 66 kuruş olmalı.
Peki iktidar ne yaptı?
Rizeli Sayın Erdoğan,
İkizdere’nin güzelim ormanlarına taş ocağı açmaya çalışan,
hem de Rizeli olan o malum müteahhidine,
bir otoyoldan, bir yıl için, 2 milyar 150 milyon lira, garanti ödemesi yaptı.
Çay üretiminden, 1 buçuk milyon vatandaşımızın karnı doyuyor.
1 buçuk milyon insanımızın, ekmek kapısı için verilen yıllık destek, sadece 180 milyon lira.
Bu para, Kuzey Marmara Otoyolu için, bir ayda ödenen para.
Yani, 1 buçuk milyon kişiye, bir yılda 180 milyon lira,
5 müteahhite, 1 ayda, 180 milyon lira.
Utanmazlığa bakar mısınız?
Umursamazlığa bakar mısınız?
Sayın Erdoğan;
Lafa gelince Rizelisin ama, Rizeliyi düşünmüyorsun.
Sonra da, Rize’nin gelini hemşerilerine sahip çıktı diye, küplere biniyorsun.
Buradan ilan ediyorum;
Sahip çıkmaya devam edeceğim.
Köpürsen de, tehditler savursan da,
Hiç kusura bakma, milletimizin yanında durmaya devam edeceğim.
Sen daha dur.
Senin deyiminle, “Bunlar daha iyi günlerin.”
Milletin gerçekleriyle daha çok yüzleşeceksin.
Aziz milletim, değerli milletvekilleri;
İşte tam da bu nedenle, bu hafta, Milletin Kürsüsü’nün ikinci konuğu, bir çay üreticimiz olacak.
İstedik ki, hadi bize inanmıyorlar,
bari çay üretecimize kulak versinler, gerçeği onlardan duysunlar.
Rize’den Avni Ertaş Bey aramızda.
Buyurun Avni Bey kardeşim, söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ediyorum Avni Bey.
Sorun ortada.
Bir an önce çözülmesi gerekiyor.
Ama iktidar, kayırmacılıkla, liyakatsiz kadrolarla,
Beceriksizlik üstüne beceriksizlik, hata üstüne hata yapmaya devam ediyor.
Tarım Bakanlığı raporu diyor ki;
“Çay ihracatı için markalaşma çalışması yapılmalı.”
Peki, aynı Tarım Bakanlığı, son 10 yılda markalaşma için ne çalışma yapmış?
Çaykur’a, Ak Parti Rize İl Başkanı’nın abisini atamış.
Zihniyete bakar mısınız?
Bu zihniyetle, çay üreticilerimizin sorunlarını çözemeyiz.
Bu zihniyetle, Türkiye’yi çayda hak ettiği yere getiremeyiz.
İşte o nedenle, ilk seçimde, önce bu zihniyeti göndereceğiz.
Sonrasında da, İYİ Parti iktidarında, çay üreticimizin yüzünü güldüreceğiz.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Değerli milletvekilleri;
Pandemi ve iklim değişikliği, bize bir kez daha,
tarım ve gıda güvenliğinin önemini hatırlattı.
Cumhuriyetimizin kurulduğu ilk yıllarda,
dünyaya örnek olacak bir bakış açısıyla kurulan, Atatürk Orman Çiftliği vizyonundan,
100 yıl sonra geldiğimiz noktaya bakar mısınız?
“Bereketli hilal” diye tabir edilen bu coğrafyada,
Ak Parti döneminde izlenen tarım politikaları yüzünden,
bir yandan, dünyanın en yüksek gıda enflasyonuyla boğuşuyoruz,
diğer yandan da, çiftçimizin iflasın eşiğine getirilmesine şahit oluyoruz.
Tarım, stratejik öneme sahip bir sektördür.
Başka alanlarda yapılan hataların belki telafisi olur.
Ama çevremizin, toprağımızın, suyumuzun,
hızla yok olmasına neden olan, yanlış tarım politikalarının telafisi yoktur.
Kuraklık çiftçilerimizi perişan ederken, ortalık adeta yangın yeriyken,
poz verme meraklısı Tarım Bakanı,
hala sulu tarım alanlarında boy gösterip, kuraklığı örtme sevdasında.
Buradan Sayın Erdoğan’ı uyarmak istiyorum:
Kuraklık, ilk yıl üreticiyi vurur, çiftçiyi perişan eder,
ama devam eden yıllarda, gelir vatandaşı vurur.
Bol maaşlı danışmanların ve Tarım Bakanın, sana nasıl bilgiler getiriyor bilmiyorum,
ama bize gelen rapor ve veriler, geçen hafta itibariyle,
buğday için yüzde 17-18, arpa için yüzde 30,
kırmızı mercimek için ise, yüzde 60’lara varan,
rekolte kaybı olacağını gösteriyor.
Bu ne demek biliyor musun Sayın Erdoğan?
Zaten ithalatçı olduğumuz buğday için,
yeterlilik durumuna göre, ek olarak en az 3 milyon ton;
Arpa için, ek olarak, en az 2-2 buçuk milyon ton;
Kırmızı mercimekte de, en az 150-160 bin ton, ithalat yapmak demek.
Bütün bunlara, Dahilde İşleme Rejimi kapsamındaki,
un ve makarna sanayi için ihtiyaç duyulan buğdayı da katalım.
Toplamda;
13 – 14 milyon ton Buğday;
3 – 3 buçuk milyon ton Arpa;
Yarıya yakın miktarını ihraç etmek üzere,
650 – 700 bin ton civarında, Kırmızı Mercimek ithal etmek demek.
Dava arkadaşlarım;
İktidar, hiçbir stratejisi olmadığı için,
vizyonsuz ve iş bilmez kadrolarla çalıştığı için,
tarımda hayati hatalar yapıyor.
Bedelini de önce çiftçimiz, sonra da milletimiz ödüyor.
Daha önce, hem de bu kürsüden, süt fiyatları için uyardık, anlamadılar.
Açıkladıkları referans fiyatı tutturamadılar.
Sonuç maalesef ortada.
Süt üreticileri, ineklerini kesimhaneye yolladı.
Yine bu kürsüden, “Patates ve soğanlar depolarda çürümesin.” dedik.
Bizi, geç de olsa, patatesler, soğanlar, çürümeye başladıktan sonra dinlediler.
Orada da, ne kadar patates ve soğan aldıklarını söylemeden,
kimlere nasıl dağıttıklarını açıklamadan, işin sadece şovuna kaçtılar.
Şimdi de aynı hatayı, kuraklıktan en fazla etkilenen,
buğday, arpa, mercimek ve nohut için yapıyorlar.
İşte size sayılar:
Ekmeklik buğdayın, uluslararası piyasadaki değeri,
ton başına, 300 dolar artı navlunken,
iç piyasadaki fiyatı ise 2300 lira.
Onlar ne yaptı?
Ton başına, 2250 lira alım fiyatı açıkladılar.
Arpanın uluslararası piyasada değeri, 278 dolar artı navlunken,
iç piyasadaki fiyatı ise, ton başına 2400 lira.
Onlar ne yaptı?
Ton başına, 1750 lira alım fiyatı açıkladılar.
Kırmızı Mercimek için, ton başına 5000 lira fiyat açıkladıklarında,
Gaziantep Borsası’ndaki fiyatı, ton başına 6600 liraydı.
Aynı durum nohut, yeşil mercimek için de geçerli.
Yani kısacası, hem iç piyasada, hem de dış piyasada,
güncel fiyatların altında kalan fiyatlar açıkladılar.
Böyle gerçeklikten uzak fiyatlar açıklayınca da,
Piyasalar, zamanında kur piyasalarının, Damat Bakan’a tepki verdiği gibi,
tepki verdi ve iç piyasada bütün fiyatlar uçtu.
Neden peki?
Çünkü artık tarımsal piyasalar da, bu iktidara güvenmiyor.
İçeride kuraklık var.
Dışarıda ise, pandemi nedeniyle ihracatçı ülkelerin, ihracat sınırlamaları var.
Hal böyleyken, piyasalar, iktidardan güven tesis edici bir açıklama bekliyor.
Bu açıklamayı bulamayınca da, şimdiki durum karşımıza çıkıyor.
İşin bir başka acı tarafı da şu:
Bu hataların aynısını, geçen sene de yaptılar.
2020 yılında, çiftçimizin bir ton buğdayına, 1650 lira verdikten 3 ay sonra,
Rus ve Ukrayna buğdayını, tonunu 2100 liradan ithal edip,
iç piyasaya, 2000 liradan sattılar.
Yani, bizim çiftçimize para kazandıracaklarına,
Rus ve Ukrayna çiftçisini zengin ettiler.
Şimdi buradan iktidara sormak istiyorum:
Dahilde İşleme Rejimi kapsamında ihtiyacınız olan,
7 buçuk ila 8 buçuk milyon ton buğdayı, nasıl bulacaksınız?
İç piyasada ihtiyaç olan, 23-24 milyon ton buğdayı,
7 buçuk milyon ton arpayı, nasıl bulacaksınız?
Kapasite kullanımı zaten düşük olan, un ve makarna sanayimiz için ne yapacaksınız?
Geçen yıl ithal ettiğiniz, 500 bin ton kırmızı mercimeği nasıl bulacaksınız?
Bugün Türk çiftçisinin,
Buğdayına 2250 lira, arpasına 1750 lira verip,
3 ay sonra Rus, Ukrayna ve Fransız çiftçisinden,
ton başına 3000 liralardan, buğday mı alacaksınız?
Deposu, antreposu ve silosu olan büyük alıcılara,
buğdayla arpayı, sezon sonunda,
şu andaki piyasa fiyatlarından aşağıya vermeyi garanti ederken,
ürününü hemen satıp, paraya çevirmek zorunda olan,
deposu, saklayacak yeri olmayan çiftçinin yüzüne, nasıl bakacaksınız?
Bir torba yemin fiyatının, 200 liraya çıkması muhtemelken,
et ve süt üreticimiz için ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Son sorum da direkt olarak Sayın Erdoğan’a:
Eğer yıl sonunda bir somun ekmek, 4 lira olursa,
milletimizin yüzüne nasıl bakacaksın?
O zaman suçu kime atacaksın?
Buradan Tarım Bakanı’na ve çok bilmiş 5 maaşlı danışmanlara sesleniyorum.
Burayı iyi dinleyin, bu işin şakası yok.
Madem beceremiyorsunuz, o zaman bizim dediklerimizi uygulayın.
Pandemi nedeniyle, uluslararası tahıl emtia piyasa fiyatları, yüzde 50 civarında artmışsa;
İçeride de pandemi ve kuraklık gibi, iki olağanüstü durumla karşı karşıyaysanız;
yani, bir arz sorununuz varsa;
o zaman, hem kuraklıktan etkilenen çiftçimizi korumalısınız,
hem de, piyasada daha agresif olmak zorundasınız.
Bu kadar net.
Yapmanız gerekenler de, bir o kadar açık.
Kuraklığa maruz kalmış illerimizi, tabii afet bölgesi ilan edin.
Kuraklık mağduru çiftçiyi, iş akdi feshedilmiş işçi gibi kabul edip,
1 yıl süre ile asgari ücretten maaş verin.
Bankalara ve tarım kredi kooperatiflerine, borcu olan çiftçilerimizin borçlarını,
2 yıl faizsiz erteleyin.
Kuraklık mağduru çiftçilerimizin, BAĞ-KUR primlerini, 1 yıl boyunca karşılayın.
Elektrikle hububat sulaması yapan çiftçilerimizin,
elektrik kullanım bedellerinde, yüzde 50 indirim yapın.
Bir an önce, güvenilir bir şekilde, rekolte sonuçlarını açıklayın,
bu sonuçlar üzerinden, arz ve talep planlaması yapın.
Arz eksiğini, iç tüketim ve un-makarna sanayi için ayrı ayrı değerlendirin.
Ürününü satmak durumunda olan bütün üreticilerin, ürünlerini alın,
sezon sonunda, “fark fiyatı” uygulaması yapın.
Stokların önüne geçmek adına,
Toprak Mahsulleri Ofisi’nin, daha aktif bir şekilde, alıcı-satıcı pozisyonu almasını sağlayın.
Lisanslı depoları denetleyin, gerekirse ürün alım miktarlarını sınırlandırın.
İç piyasanın eksik arz açığını, Temmuz-Ağustos-Eylül döneminde,
uluslararası piyasaları kontrol ederek karşılayın,
iç piyasadaki arz-talep dengesini sağlayın.
Dahilde İşleme Rejimi kapsamındaki, tedarikçi ve sanayicilerin,
iç piyasayı bozucu, stok ve alımlarının önüne geçin.
Gerekirse, sektörün korunması adına,
iç piyasa fiyatları üzerinden, sübvansiyon uygulayın.
Sektöre ivedilikle, tedarik güvencesi verin.
Sigorta yaptıklarınızın hasar tazminatlarını, bir an önce ödeyin.
Kuraklık eşik değeri ile, müşterek sigorta öncesi verim değeri arasındaki,
yüzde 30’luk katılım payını, yüzde 10’a çekerek uygulayın,
farkı da devlet desteğinden karşılayın.
Bir an önce, parsel bazlı kuraklık sigorta sistemine geçin.
Kuraklıktan zarar gören ve TARSİM sigortası olmayan çiftçilerimizin,
zarar oranlarını acilen belirleyip, tabi afet kapsamına alarak,
bu tespitleri biran önce bitirin.
2019-2020-2021 ekim dönemine ait, tarımsal destekleme tutarlarının tamamını,
en geç Eylül ayı sonu itibariyle, hesaplara yatırın.
Ortalama verimler üzerinden çıkan hasar oranlarına göre,
çiftçinin ne kadar ürün zararı varsa, bu miktarları,
hiç olmazsa, açıkladığınız fiyatlar üzerinden tazmin edin.
Yok, eğer bunları beceremiyorsanız,
O zaman da, en azından, dekar başına,
buğday için en az 185 lira,
Arpa için en az 125 lira,
Kırmızı Mercimek içinse, 140 lira kuraklık primi ödeyin.
Aziz milletim, değerli çiftçi kardeşlerim;
Atılan her adımı, yapılan her işi, çok sıkı takip ediyoruz.
Ekonomi ve tarımsal kalkınma alanında uzman ekiplerimiz, gece gündüz çalışıyor.
Bu çalışmaları da, her fırsatta iktidarla paylaşıyoruz.
Çünkü bizim derdimiz, milletimizin sorunlarından oy devşirmek değil.
Bizim derdimiz, o sorunları çözerek milletimize nefes aldırmak.
Bu iş bilmezliğe, bu beceriksizliğe mecbur değiliz.
Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken, bu eğri düzenin artık sonuna geldik.
İktidar için yolun sonu gözüküyor.
Beş bin yıllık devlet geleneğimizin paçavra edildiği,
dedikodu kazanlarının kaynayıp,
kirli hesapların ve karanlık ilişkilerin ortalığa döküldüğü bu dönem,
bir iktidarın vedasına işarettir.
Son haftalarda yaşananları ibretle takip ediyoruz.
Biz meseleye, devletin itibarı açısından bakıyoruz.
Çünkü bu devlet hepimizin.
Devlet insanlığından nasibini alamamışların elinde zarar görmesine, asla müsaade etmeyiz.
Ancak, yaşanan çirkinlikleri de görmezden gelemeyiz.
Geçen hafta, Sayın Erdoğan’ı uyardım.
“Bağımsız bir yargı süreci derhal işletilsin.” dedim.
O ne yaptı?
Küçük ortağın dolduruşuna geldi, gitti kefalet koydu.
Toplum vicdanını rahatlatmak yerine, kendisini tartışmaların tarafı yaptı.
Sayın Erdoğan;
Bu işler, öyle bir kişinin çıkıp, ortaya kefalet koymasıyla olmaz.
Devlet böyle yönetilmez.
Bu işler, şeffaf ve adil bir biçimde yürütülen yargı süreçleriyle olur.
Toplum vicdanını rahatlatarak, tüm şüpheler giderilerek olur.
Suçu olan cezasını çeker, suçsuz olan da aklanır işinin başına döner.
Seni bir kez daha, devlet ciddiyetiyle,
ve makamının sorumluluğuyla hareket etmeye davet ediyorum.
Çalışma arkadaşlarına bir an önce çekidüzen ver.
İçişleri Bakanı’nın, Adalet Bakanlığı’yla,
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı’nın da, İçişleri Bakanı’yla,
medya üzerinden atışması devlet geleneğimize yakışmaz.
İçişleri Bakanı’nın, kenara çekilmesinde fayda vardır.
Delilleri toplayacak kolluk gücünün rahatlatılması,
yargının, siyasi baskı hissetmeden görevini yerine getirebilmesi için,
adalet mekanizmasının, gölgesiz çalışabilmesi için bu şarttır.
Gerisi, bağımsız Türk mahkemelerinin işidir.
İşin doğrusu budur.
Aziz milletim, değerli milletvekilleri;
Partili Cumhurbaşkanlığı isimli bu ucube sistemde,
Türkiye bir yönetim krizi yaşıyor.
Ekonomiden pandemiye, tarımdan eğitime,
ve hatta, ülke gündemini son haftalarda meşgul eden iddialara kadar,
her alanda bunun yansımalarını görüyoruz.
“İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” önerimiz,
İşte tam da bunun için çok önemli.
Üzülerek görüyoruz ki;
Türkiye, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ni daha fazla taşıyamıyor.
Bu yolun yol olmadığı, artık belli oldu.
Bu sistemin, Türkiye için büyük bir hata olduğu apaçık ortaya çıktı.
Türkiye’nin yeniden hukuk, adalet ve demokrasi rayına oturması gerekiyor.
Varsın onlar, her zamanki gibi, hatalarını inkar etsinler.
Varsın onlar, her zamanki gibi, kafalarını kuma gömüp, sarayda sefa sürsünler.
Varsın onlar, yeni anayasa fantezileriyle kendilerini oyalasınlar.
Er ya da geç, o sandık gelecek ve bu iktidar gidecek.
Aziz milletimiz, parti değil, devlet diyecek.
Tek adam değil, millet iradesi diyecek.
Dayatma değil, ortak akıl diyecek.
Mafyokrasi değil, demokrasi diyecek.
Korku değil, huzur diyecek.
Fakirlik değil, refah diyecek.
5 müteahhit değil, 84 milyon diyecek.
Haksızlık değil, adalet diyecek.
Ez cümle;
Milletimiz İYİ Parti diyecek, ve Türkiye’nin yüzü gülecek.
Allah’ın izniyle, yetkiyi alacağız, ve Türkiye’yi düze çıkartacağız.
İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le,
milletimizi hak ettiği bir Türkiye’ye kavuşturacağız.
Zor durumdaki milletimiz dertlerine çare istiyor.
Çare burada!
Çare bu salondaki liyakatli kadrolarda.
Çare;
Tam bu kürsüde, bu koridorlarda, milletin evinde, yani Gazi Meclisimizde.
Dava arkadaşlarım;
Hazır olun.
İYİ Parti iktidarı yaklaşıyor.
Gittiğimiz her yerde, çaldığımız her kapıda görüyoruz ki;
Millet Bizi Çağırıyor!
Milletimize borcumuz var, çalışacağız.
Gençlerimize sözümüz var, yılmayacağız.
Kadınlara yeminimiz var, yıkılmayacağız.
Mutlaka, ama mutlaka, başaracağız!
Toplantımızı şereflendirdiniz, sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.“
İyi Parti / 05.06.2021