Saat ayarı olmayan horozlar ötmeden iki arkadaş motosikletleriyle yola çıkmışlardı. Hiçbir canlının olmadığı sokak aralarından, ana caddelerden hızlıca geçip gittiler.
Yerleşim birimi geride kalmıştı, iki dağ arasındaki asfalt yoldan yollarına devam ediyorlardı. Sıkça karşılarına çıkan uzun kıvrımlı yollar geride kaldığında, sollu ve sağlı dağlar uzaklarına maket görüntüsü olarak düşüyorlardı. Uzunca düz bir çizgisi olan yolun bitimine yakın yerde, iri gövdesiyle yıllardır ben burada kök saldım dercesine tüm heybetiyle duran zeytin ağacının az aşağısından sola, toprak yola döndüklerinde hızlarını biraz daha artırdılar.
Gökyüzü hepten aydınlandığında etraftaki küçük, büyük dağlar artık rahatça gözüküyordu. İki dağın kesiştiği dar toprak yoldan geçtikten sonra zamanla yarışırcasına hızlarını bir kat daha artırdılar. Sol taraflarındaki bozulmamış dere coşarcasına tempo tutarak akıp gidiyordu. Yolun azda olsa genişlediği yerinde motosikletlerini durdurdular. Cenk eliyle işaret ettiğinde:
“Patika yoldan biraz daha geniş görünümlü olan yerde motosikletlerimizin hızını düşürelim, daha sonra aramızdaki mesafeyi açık tutarak beni takip et! Tahmini bir buçuk kilometre sonra dağın eteklerine ulaşacağız. Motosikletlerimizi orada uygun yerde kamufle edip, sırt çantalarımızla yürüyeceğiz.”
Cengâver başını hafiften onaylarcasına salladı. Vakit kaybetmeden yola koyuldular. Makiliklerin, ağaçların, çalılıkların arasından kıvrıla kıvrıla varacakları yere geldiler. İlk önce kamufle edecekleri yeri kısa aramadan sonra buldular. Motosikletlerini çalılıkların arasına yatırıp hemen yola çıktılar.
Omuzlarında sırt çantalarıyla, etrafı kontrol ederek, tümsekleri aşarak, hafif meyilli yerden inerek gidiyorlardı. Az ileride kayalıkları gördüklerinde yönlerini değiştirdiler. Konuşmadan doğayla bütünleşmişçesine kayalıkların alt kısmına geldiler. Cenk:
“Kayalıkları ilk önce bir dolaşalım.”
Arka arkaya yürürken, hiçbir ayrıntıyı atlamadan bakıyorlardı. Cenk olduğu yerde durduğunda:
“Dedektörü kur ve aramaya başla… Ben kayalıkların üzerine çıkmak için yandan dolanacağım.”
Cenk hiçbir detayı atlamamaya gayret ediyordu. Cengâver dedektörünü kullanır hale getirip, taşların üzerine ve taşın toprakla bütünleşen yerlerine tutarak ilerliyordu. Cenk bir yandan karşı ormana bakıyor, sonrasında sağındaki ve solundaki ormanlığa bakıyordu. Kayalığın üstünde küçük ve derinlemesine işlenmiş bir ok işareti gördü.
“Kayalıkta bir ok işareti var. Karşı ormanlığı gösteriyor. Karşımıza bir taş kütlesi de çıkabilir? Belki de toprağın üzerinde farklı bir toprak değişimi de görebiliriz?”
Cengâver ok işaretini incelediğinde:
“Burada bir şey yok, okun işaret ettiği yere gidelim. Hazine bizi bekliyor.”
Ağaçların arasından yan yana mesafeli yürüyorlardı. Toprağın üzerinde çoğunlukla kurumuş yaprakların, çalılıkların izleri vardı. İşleri bu yüzden zorlaşıyordu. Ormanın bitiminde yukarıya doğru boş alanda her tarafı yarıdan aşağıya kadar yıkılmış evin özenle kesilmiş kare taşlarını gördüklerinde Cengâver:
“Aradığımız burası değil. Buradan bize ekmek çıkar mı?”
Cenk yere çöktü, taşları inceliyordu:
“İşçilik çok güzel, eminim, evin eski hali de güzeldir.”
Cengâver yukarıdan detektörle aramaya başladı. Cenk bir işaret bulabilme olasılığını hesaba katarak aşağıya doğru inmeye başladı, taş duvarları kontrol ediyordu. Aşağıda düzlüğe geldiğinde taşların uyumsuz üst üste koyulduğunu gördü. Hafiften eğilerek üsten taşları çıkarıp az ilerisine fırlatmaya başladı. Her düşen taş küt diye ses çıkarıyordu. Yukarıda küçük bir delik açıldığında biraz daha genişleterek içeriye bakma merakı daha da arttı. Gökyüzünün aydınlığı açılan delikten içeriye davetsizce girmişti. İçeriye baktığında daha çok heyecanlandı. Kalan taşları alıp kenara atarken, bir yandan:
“İşini bitirince yanıma gel!”
Son taşı atığında yanına Cengâver geldi.
“Vay babam vay… Hayalimde başka yer düşünüyordum. Önümüze başka bir hazine çıktı.”
Detektörle arama sürerken Cenk taşları kontrol ediyordu. Odalar iki bölmeden yapılmıştı. İçerisi geniş bir alandı. İki odanın kesiştiği duvarda taşların uyumsuz dizilişini fark etti. Vakit kaybetmeden ellerini çalıştırmaya başladı. Aldığı taşı hemen az ileriye atıyordu. Burayı çok çabuk açtı. Açtığı yer ile arasındaki boşluk çok azdı.
“Buraya gel!”
Cengâver yanına geldiğinde dedektörü boşluğa ve çevresine tuttu. Boşluğun üzerinde tutarken düüüttt sesi geldi. Cenk elini uzattı, tozlanmış kare şeklindeki küçük bir kutuyu aldı. Tozlarını eliyle silmeye çalıştı, kutunun kahverenginde olduğunu gördüler. Kapağı açtığında iki tane işlemeli altın bilezik ile bir kadın yüzüğü iki arkadaşın eline geçti, incelediler. Altında siyah beyaz fotoğrafta ayakta bir kadın ve bir erkek vardı. Ön taraflarında boy boy iki kız ve bir erkek çocuğu duruyordu. Fotoğrafın arka yüzünü çevirince hafiften harflerin rengi solmuş, kurşun kalemle yazılmış anlamadıkları bir dilin harfleriyle karşılaştılar. Yazıyı gördüklerinde ilgileri bir kat daha arttı.
İki arkadaş fotoğrafa birlikte bakakaldılar. Bir zamanlar burada başka dili konuşan insanların yaşadığını her ikisi de biliyordu. Bu insanların nerelere yolcu edildiklerini de anlatımlar üzerinden yalan yanlış olsa da duymuşlardı. Ev sahiplerinin bir gün geri geliriz diye sakladıkları emanetleri, olduğu yerde öylece bugüne kadar yaşanmışlıkların iziyle kalmıştı.
Hüseyin Habip Taşkın
05.05. 2021