Hakkı Başgüney
Türk sinemasında 1980’lerin ikinci yarısında ve 1990’larda çekilen ve ortak değerlerin yitirilmesi, sosyal hayatın yozlaşması, yitip gidip değerler üzerine (Muhsin Bey, Züğürt Ağa, Çıplak Vatandaş, Arabesk, Namuslu, Milyarder, Faize Hücum, Eşkıya, Masumiyet…) bir ortak temaya sahip filmlere dair bir değerlendirme aynı zamanda dönemin politik ve kültürel iklimine dair de bir analizi gerekli kılmaktadır. Bu dönem 12 Eylül askeri darbesi sonrası toplumsal muhalefetin bütünüyle sindirilmesiyle damgalanırken, öte yandan Turgut Özal liderliğinde Anavatan Partisi, Türkiye’yi yönetmektedir. 1980’li yıllara kadar devletin de ekonomik süreçlere özellikle üretime müdahil olduğu model bütünüyle terk edilmekte, hızla zenginleşen yeni bir toplumsal kesim ortaya çıkarken, kentlerin sosyal yaşamında da hızlı bir dönüşüm ve yozlaşma süreci yaşanmaktadır.
1980’lerde yine 1970’lerin okul-aile-apartman filmlerinde olduğu gibi büyük oyuncuların bir araya geldiği Yeşilçam’ın son dönemi olarak gösterilen bu filmlerde bu kez, 1975 ile 1980 arasın çekilen filmlerden çok farklı olarak, aile yüceltilmemekte, aksine eşi kocasına, oğlu babasına kolaylıkla sırtını dönebilmekte, para ve çıkarın toplumsal ilişkilerdeki en temel motivasyon olduğunun altı çizilmekte, yozlaşan toplumsal yapı hicivle ve güçlü şekilde eleştirilmektedir. 80 öncesinin filmlerinde de eleştiriye konu olan topluma ve henüz her şeyin yitirilmediğine olan inanç neredeyse bu dönemde bütünüyle kaybedilmiş, insani ilişkilerin içinde dayanışmaya, emeğe bükülen çubuk bu kez “insan insanın kurdudur” gerçeğine kırılmıştır. Buna direnen kişiler Muhsin Bey, Eşkıya filmlerinde Şener Şen’in büyük oyunculuğuyla geçmişin değerlerini temsil eden kişiler olarak gösterilmekte ve çözülenin, yıkılanın, dönüşenin içinde geçmişte saplanıp kalmış ve döneminin gerçeklerinin dışına düşen bir görüntü vermektedir. Namuslu ve Milyarder filmleri ise Şener Şen’in oynadığı karakterler özelinde bu çarpık ve yozlaşmış dünyada namusuyla yaşayan bir insanın nasıl da çevresi tarafından dışlandığı ve yadırgandığı oldukça karamsar bir havada anlatılır.
Bir diğer komedi ustası Kemal Sunal’ın da bu dönemde çektiği filmlerde giderek toplumsal eleştiri baskın ton haline gelmektedir. 1980 yılının politik taşlaması Zübük ve yoksul ama onurlu hayatı öven Devlet Kuşu’nun yanı sıra oyuncunun komedi markası kabul edebileceğimiz Şaban filmlerinde (Ortadirek Şaban, 1984; Katma Değer Şaban, 1985) ve 1986 yapımı Yoksul ve Garip, 1987 yapımı Kiracı, 1988 yapımı Öğretmen ve Düttürü Dünya filmleri de toplumsal eşitsizlik sonucu yoksulluk ve yozlaşmanın eleştirisi yapılmıştır. Bu filmlerde Kemal Sunal’ın oynadığı tipler bu “kötü” dünya ile çoğunlukla “ahmakça” bir uzlaşmazlık içinde anti-kahramanlar olarak çizilmiştir.
Ertem Eğilmez’in kendi eseri de olan bütün bir Yeşilçam kültürünü ve bütün abartı, yapay, sorunlu taraflarını hicvettiği 1988 tarihli Arabesk filmi de bir Yeşilçam’ın sonu filmi olarak değerlendirilir. Bu filmde Eğilmez kendi suçunu da kabul ederek Yeşilçam parodisi yapar ve belki de Yeşilçam’ın sonunu ilan eder. 80’lerin sonu ve 90’ların iki büyük sinema olayı olan Eşkıya, Muhsin bey gibi Yavuz Turgul başyapıtlarının yanı sıra Turgul’un Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni filmi de bir Yeşilçam hicvidir. Bütün bu filmlerin bir dönemin kapanışını ilan ederken, Türkiye toplumunun 1980’li yıllarda geçirdiği dönüşümün izlerini sürdüklerini, tüketim kültürünü, arabeskin bir yaşam biçimine dönüşünü bir büyük yozlaşma olarak hicvettiklerini vurgulamak yerinde olacaktır. Nesli Çölgeçen’in Züğürt Ağa filmi yine Şener Şen’in büyük oyunculuğuyla bir dönemin sonunu ilan eder. Köyden kente göçü toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiyi gösteren bir yerden derinlemesine ele alır.
1990’lı yıllarda bir yandan Yeşilçam sinema geleneğinin bütünüyle sona ermesi, öte yandan Yeni Türkiye sineması olarak adlandırılacak ve dünya çapında kabul görecek sinemacılarımızın ilk filmlerini çekmekle beraber, henüz 2000 sonrası sinemanın çehresini çok daha kapsamlı şekilde değiştirecekleri dönem tam olarak açılmamıştır. Çok sınırlı sayıda film çekilen bu yıllarda 80’lerin geniş kadrolu hiciv-komedi filmlerinin yerini bütünüyle dram yönü ağır basan bireysel hikayeler almaya başlar. Bu konuda üç film 90’lı yıllar sinemasında özellikle öne çıkmaktadır. Bu filmlerden ilki Haluk Bilginer ve Derya Alabora’nın büyük oyunculuklarıyla öne çıkan ve bir kült filme dönüşen Masumiyet (1997), diğeri ise 1998 yapımı Serdar Akar filmi Gemide olarak saptanabilir. Bu iki filme 1996 yapımı Tabutta Rövaşata filmi de eklenmeli. Bu filmler Yeni Türk Sinemasının ilk ve cesur örnekleri olarak görülebilirler.
Bu filmlerde toplumun daha önce sinemada kendine yer bulamayan marjinal kesimleri anlatıların merkezinde bir yer bulurken, karamsar, boğucu ve kesinle çok (haddinden fazla) gerçekçi bu filmler Türkiye toplumuna dair hem çok eleştirel hem de umudunu kesmiş sanatçıların iyi oyunculuklar ve sahici öyküler sayesinde imza eserlerine dönüşmüştür. Bugünden bakıldığında bu çok cesur ve güçlü filmler Türk sinemasının kült eserleri olarak görülmekte, bugün bu tür filmlerin yeniden çekilemeyeceği düşünülmekte. 1980’lerin ve 90’ların Türk sinemasında başlangıçta komediye içerilmiş karamsarlık, giderek saf drama dönüşmüş. İlk başlarda biraz direnen geniş kitle seyircisi zamanla sinemadan bütünüyle kopmuştur bu süreçte. Bu değişimi yargılamak başta bu eserleri veren sanatçıların içinde bulundukları toplumun gerçekliğini yansıttıkları gerçeğini unutmak olur. Öte yandan Türkiye’de bu dönemin insanları ne kadar büyük bir karamsarlığa sürüklediğini ve toplumda içkin kötülüğü ne kadar güçlü bir şekilde hissettiklerini de yok sayamayız.
sendika.org
Foto: Türk Sineması Araştırmaları